Mustafa Kemal Farkı...
cumhuriyet.com.trGeçen günlerde komşumuz İran’da cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. Ahmedinejad’ın seçimleri kazandığı açıklandı. Ancak, tüm büyük kentlerde karşı gösteriler başladı. Kan döküldü. İran İçişleri Bakanı’nın, dini lider Hamaney’e gönderdiği söylenen bir mektup ile gerçekte, muhalefet lideri Mir Musavi’nin 19 milyon, Ahmedinejad’ın 5.6 milyon oy aldığı ileriye sürüldü. Bir başka anlatımla, gerçekte, Musavi’nin seçimleri kazandığı, ancak, katı şeriat yanlısı Ahmedinejad’ın kazanmış gibi gösterildiği belirtildi.
İran seçiminin, öne çıkanları, bu kez kadınlar oldu. Çünkü, İran’da İslam devriminin en acı çekenleri kadınlar. En baskı altında kalanları kadınlar. İran’da kadınlar, daha özgür yaşamak istiyorlar. Başlarını açmak istiyorlar. Ancak, İslamcı yönetim, kadınların saçlarının görünmesine bile izin vermek istemiyor.
Halkı aldatıyor
Tepkilerin sürmesi, gösterilerin tüm kentlere yayılması üzerine, bu kez, dini lider Hamaney, cuma hutbesinde, İran halkına seslenirken, “Kuşku duyarsanız, Allah’tan sükûnet işareti bekleyiniz. Siyasi heyecanlar, bizi Allah yolundan uzaklaştırmamalı” diyor. Bir bölüm insan bu söylenenleri kendilerinden geçmiş dinliyorlar, dualar okuyorlar. Dini lider Hamaney, halkı Allah’la aldatarak susturmak istiyor.
Seçimlerin gerçek sonuçlarını ortaya çıkarıp kabul etmek yerine, dini baskının sürmesi için, olanın kabul edilmesini istiyor.
İran’da olanlara bakınca, Mustafa Kemal farkını çok daha iyi görebiliyoruz. İran’da kadınlar, özgür olma savaşı verirken, çarşaftan, sıkmabaştan kurtulma savaşı verirken, bizde bir bölüm kadının, özgürlük diyerek kapanmaya çalışması ne yaman bir aymazlık.
Komşumuz İran kadınları, ülkelerini ileriye götürmeye çalışırken, özgür olmaya çalışırken, çağdaş, uygar olmaya çalışırken, bizim bir bölüm kadınlarımızın, geriye gitmeye, kapanmaya, İran’a özenmeye çalışmalarına ne demeli.
Ülkemizi yöneten kadroların öğretmenleri durumunda olan Erbakan, hasta olduğu belirtildiği halde, yakın geçmişte, İran’ı ziyaret etti. Bu tavır, belli ki, İran yönetimine duyulan bir özentinin göstergesiydi.
Güzel yurdumuz Türkiye, halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan dünyadaki tek laik ülkedir. Ama, bizim ülkemizde de birileri, ekseni din olan yönetimlere özeniyorlar. Birileri, ülkemizi, bir İran, bir Ortadoğu ülkesi yapmak istiyorlar. Ne acı ki, böyle düşünenler, bugün, ülkemiz yönetimini ellerine geçirmiş bulunmaktadırlar. Kendilerine karşı olanlara karşı ise açık bir savaş veriliyor.
Tüm sorun da buradan çıkıyor. Bir soruşturma gerekçe gösterilerek ülkemizin en değerli aydınlanmacı bilim adamlarının yaşlarına, hastalıklarına bakmadan tutuklanmalarının, önemli sağlık sorunlarına karşın salıverilmemelerinin altında yatan gerçek budur.
Darbe paranoyası
Aydınlanmacı, ulusalcı bir bölüm gazetecinin, bilim adamının, emekli generallerin darbe yapma olasılıkları bulunabilir mi? Böyle bir olasılık sıfır olduğu halde, başta satılmış bir bölüm basın olduğu halde, birilerini “darbe” paranoyası sarmış.
Darbeci denilerek insanların üzerlerine gidiliyor. Bu gerekçe ile insanlar, hukuka aykırı olarak ve haksız yere özgürlüklerinden ediliyorlar. Ülkemizi yönetenleri bir darbe korkusu sarmış. Her yerde darbeci aranıyor. İşbirlikçi basın ise bu işin bayraktarlığını yapıyor.
Başta TSK olmak üzere, gericiliğe ve bölücülüğe karşı olan insanlar, aydınlanmacı olan insanlar köşeye sıkıştırılmak isteniyor. Özellikle gericiliğe karşı verilen savaşın gücünü kırmak için, insanlar kuşku altında bırakılıyorlar. Kendilerini savunmak zorunda bırakılıyorlar.
TSK Kurtuluş Savaşı’nı vermiş, Cumhuriyeti kurmuş ordudur. TSK’nin, kurduğu, kurulmasında büyük payı olan Cumhuriyeti koruması kadar doğal bir şey olabilir mi? Geçmişten günümüze, Milli Güvenlik Kurulu’nun, TSK’nin, gericilikle, bölücülükle savaş görevi yok mudur? Bu görevi yerine getirmek ve bu görevin gereklerini yapmak sakıncalı mıdır, suç mudur? TSK’nin üzerine gidilerek gericilikle savaş engellenmek isteniliyor.
Demokrasiyi yalnızca seçim olarak görmek ve seçilmişlerin her şeyi yapabileceklerini varsaymak demokrasi midir?
Seçilmişlerin, biz seçildik diyerek ülkemizin temel değerlerini, yönetim biçimini değiştirmek hak ve yetkileri olabilir mi? Bu eylemlere karşı çıkanları, darbecilikle suçlamak, onları cezaevlerine atmak, onlara ve yakınlarına acılar çektirmek, ileride hesabı sorulacak bir sorumluluk değil midir?
Üzüntü verici olan, aydınlanmacılara karşı yürütülen bu haksız eylemlerin bir bölüm yargı görevlisi eliyle yapılıyor olmasıdır.
Hukuk ve yargı, kişilerin güven duydukları ve en son sığınabilecekleri yerdir. Hukuk ve yargı, yansız olmalıdır. Yargının yansızlığı konusunda kimsenin bir kuşkusu bulunmamalıdır.