Mustafa Balbay'la 'Zulümdar' üzerine
Cumhuriyet gazetesi yazarı ve eski Ankara Temsilcisi, gazeteci, sanık Mustafa Balbay, İkinci Ergenekon soruşturması kapsamında bugün itibarıyla 812 gündür tutuklu, 88 gündür de hücrede tek başına...
cumhuriyet.com.trHapishanede bulunduğu sürede yazdığı Sivil Toplama Kampı-Zulümhane ve Düşünüyorum Öyleyse Sanığım-Zulümname adlı büyük yankılar uyandıran kitaplarına bir yenisini daha ekledi Balbay. Silivri Üçlemesinin son kitabı Zulümdar, bir roman. Kurgusal yani! Romanda yer alan kişiler ve kurumlar gerçeğin ta kendisi referans alınarak yaratılmış. Dediği gibi belki de kitabı okuyunca gerçeğe siz kendiniz ulaşacaksınız. Röportaj tekniklerini hem bilerek ve isteyerek hem de istemeyerek de olsa bozan bir röportaj birazdan okuyacağınız. Parmaklıklar arasında uzattılar ona sorularımın olduğu kâğıdı, o da parmaklıklar arasından teslim etti yanıtlarını. Siyasete son hız hazırlanıyor ve umudunu hep ama hep diri tutuyor. Bu arada Mustafa ağabeyin hepinize selamı var! Mustafa Balbay, romanı Zulümdar'ı anlattı.
-Hatırladınız mı Mustafa ağabey, bana sözünüz vardı, röportaj yapacaktık? Siz içeri alınmadan birkaç gün önceydi, fotoğraflar da çekilmiştik o gün, ne kadar neşeliydik, ne kadar aydınlık bir gündü. Kısmete bakın, röportajı siz neredeyken yapıyoruz. Bu arada bir söz daha istiyorum sizden çıkınca ilk iş bir röportaj daha yapacağız tamam mı?
- Söz, çıkınca bir röportaj daha yapacağız. O zaman yazdıklarımızdan çok yazacaklarımız için konuşuruz. Çünkü yazdığım her kitap yazmak istediğim kitap sayısını arttırıyor. Bu yıl Evliya Çelebi'nin doğumunun 400'üncü yılı. Heybesinde büyüdüğün Çelebi'ye yeni ya da yenilenmiş bir gezi kitabı sunamadım diye kendimi suçlu hissediyorum.
'Bu iktidarın iki değil çok yüzü var'
- Mustafa ağabey bu soruyu okuyunca diyeceksin ki eminim okuyanlar da öyle düşünecek bu nasıl bir röportaj, bu nasıl bir soru? Çünkü bu kitap ezberleri bozuyor o nedenle ben de röportaj tekniğinin ezberlerini bozacağım. En azından bu soruda böyle yapacağım. Ona 'Hepbaşkan' denildi' Bitirdi, tüketti, ele geçirdi, kendileştirdi' Ya hep ya hiçti' Ortası yoktu' Başkandı, eşbaşkandı, Hepbaşkandı' Kalbi duygularla bağlı danışmanlarınca günde beş vakit tapınılırdı' Hepbaşkan Ceza Yasası'nı paşa paşa çıkarttırmıştı' Delil ve Dava Üretim Merkezi'nin (DEDÜM) neredeyse kurdelesini kesecekti de zor durdurdular denilse yeridir' Hedefi devleti, hükümetin emrine almak ama mutlaka almaktı' Öyle ki projeler bekliyor sevenlerinden bu uğurda! Fikri sabit; 'Devlet hükümetin emrine girecek!' O kadar! Süper danışmanı, dünyadaki süper güçlerin de her daim yanaşması Süperdanış'ın da arz ettiği gibi en elzem aracı besbelli; Demokrasi' Pardon 'İleri Demokrasi'' Ne güzel yönetimdir! Ele geçir dur! Ha bu arada din de var tabii ama onu şimdilik geç bir kalem! Yani geçme de bir süre dursun kenarda! Demokrasi daha sıkı işliyor ve çabuk çözüm sağlıyor çünkü' Üstüne bir Demokrasi Tanrısı yaratmak bu koşullarda hiç de zor değil' Susan susana, korkan korkana, tırsan tırsana! Ne olacak, yürrüüü kim tutar seni? Sonsuz iktidarın seni bekliyor! Medyayı ele geçirirsin, muhalifin nefesini kesersin, milleti bir iki azarlar höt zöt edersin, yandaşından zengin bir zümre yaratırsın, çıldırırsın da çıldırırsın' Gençler uyuyor zaten, bir ellerinde cep telefonu, bir ellerinde bilgisayar oyunları umurlarında mı dünya! Sınavları hiiiç merak etme hem de hiiçç, o iş tamamdır, pirinç ayıklar gibi ayıklıyor sistem çürükleri! Geleceğimiz gençlerimizmiş! Pöh! Memurun iflahı zaten kesik! İşçi coplanmaktan bitap! Aydını ya hapiste ya zaten yandaşımız! Bu koşullarda adama yuh demez de ne derler ele geçirmezse memleketi. Koşullar uygun hale getirildi, millet bezdirildi, fasılalarla sırtımız da sıvazlanıyor büyük biraderlerce, paramızı da kesmiyorlar, ayrıca tüccar er kişileriz, para kazanmakta ustayız, daha ne? Sen devrim adamısın Hepbaşkan, devrim adamı! Rengi ne turuncu, kumaşı ne kadife' Senin devrimin 'geçmişi temizliyoruz, devleti çetelerden arındırıyoruz, toplumu kaosa sürüklemek isteyenleri etkisizleştiriyoruz, kurumlardaki hastalıklı yapıları açıklıyoruz' hareketinden mütevellit bir kıyamet provası! Bak gör nasıl tıkır tıkır işliyor! Neredeyse hemen herkesi attık içeri korkarım yakında adam kalmayacak, bizimkilerden de alacağız birer ikişer! Davamızın kuralı malum 'kuralsızlık'... Davamıza halel getirmeye niyetlenenlerin tepesine çökecek özel yetkililer, özel yasalar, tabii delillerimiz de var! Siz bizi ne sandınız? Dersimize iyi çalıştık biz hem de çok iyi çalıştık! Sıfır hatacıyız! Polisimiz, savcımız, yargıcımız, tetikçimiz bol bizim, ayarladık herhalde!
Yaratıveririz bir örgüt şöyle en hayalisinden! Atarız içine milleti, bulandırırız mideleri, karıştırırız kafaları, artık muhaliften muhalif beğen, kurumlardan kurum! Maşallah sayıları da az değil hani yani daha çoook işimize yarar bu efsane' Suç üretmede üstümüze yoktur ne ki alışığız! Bilgisayarın tuşuna dokunsun, telefonu bir kez açıversin tamamdır! Gavurun icadı ne de çok işimize yaradı meret! Atfedeceğin suçu iyi seçmekte bütün mesele' Artık kasete mi çekersin, harddiskine mi balıklama dalarsın, bulursun bir falsosunu illa ki! Hedef kişinin kurumunu da al içeri külliyen ki iş sağlam olsun, mutlaka çıksın bir şeyler, çıkmazsa da çıksın yani! Anlamam öyle ya da böyle çıkacak! Çıkartacaksın! İşi o kadar büyüteceğiz ki millet sinecek illa ki! Bu lafı da çok severiz biz 'illa ki'' Yargı aşaması evet biraz sancılı da olsa hizaya getirilecek sonra da düğmeye bastın mıydı listene göre yani kafana göre toto oyna dur tutukluluk sürelerinde' Hele bir tanesi var ki çok sesi çıkıyor bu aralar, milleti uyandırıyor, ilk önce ondan başlamalı, onu derdest ettin mi tamamdır!
Biz gelecek tepkileri de hesaplıyoruz aslanım! O işin kaymak tarafı, ülkeyi tam da getirmek istediğimiz kıvama getireceğiz işte böyle böyle, bölüne parçalaya, korka sindire, mideleri bulandıra bulandıra anladın mı? Kurumlar önemli tekrar söylüyorum sadece yargıyla olmaz tabi yargı en önce, 'yetmez, ama evet'' de sonrası da gelmeli' İşte sendika, meslek odası, dernek, vakıf, yurt, üniversite, lise, belediye, medya, fabrika, atölye, kahve, düğün, cenaze, sanatçı, futbol kulübü, kaldırım, sinema salonları, sınavlar, mahalle, ev, hastane hepsi elden geçecek, her kesim ehlileştirilecek, direnenler önce itibarsızlaştırılacak sonra derdest edilecek! İçerde dirensinler bakalım, ne gam zaten çoğu bir şekilde kuyruğu titretiyor' Titretmeden üç beş gün önce salıverirsin olur biter' Elimizde kalmamış olur! Ezberleri bozacağız birer birer, önce telefondan korkacaklar, sonra bilgisayardan, geceyarısı baskınlarından, akılları uçacak giderek, düşünmekten de korktular mı tamamdır! Muhbirlerini unutmayacaksın tabii ki' Besleyeceksin önce' Tok tutacaksın çevreni' Helal vatandaştır onlar' Uzun süredir ayıklanıyorlar artık kim kimdir biliyoruz, bizden olanı da olmayanı da' Öyle garantili gidiyoruz yani' Ordu mu? Kâğıttan kaplan aslanım! Komutanları bile aldık içeri daha ne olsun, hepsini değil tabii 'bazılarını'' Ordu da bıktı, el koysa koyamıyor, el koymazsa yerin dibine geçiyor! Ah bir el koysa da oyumuz tavan yapsa! Ama yok o kadar da aptal değiller canım! Halk da askere köpürüyor yavaştan yavaştan' Ha şöyleee! Milletin yarısı bize karşı, oy vermedi namussuzlar! Ama bölük pörçükler Allahtan' Solu da sağı da' Kâbe biziz, merkez biziz, biz hepsine yeteriz inşaallaah! Hepbaşkanım siizzz ki yedi cihana kafa tutmuş, maşallaah dize getirmiş, esmiş gürlemiş hizaya sokmuş adamsınız, dünya da bizden yana yoksa zaten şu an bunları konuşuyor olamazdık takdir edersiniz!
Çatmayın kaşlarınızı Hepbaşkanım süppperr güçler yanımızda olmasa olur muyduk Şah, Padişah! Her açmazımızda lehimize fetvalar verivermediler mi kıtalarından' Üye alacakları yok birliklerine ama az havuçlarını yedirmedik mi bu millete? E yiğidi öldür havucunu ye ama hakkını yeme demişler' Mustafa ağabey öncelikle benim romandan anladığım budur! Şimdi de siz getirin devamını neler eklersiniz romanınızın rotasına dair?
- İnanamıyorum. Ben kitabın arka kapağında, 'belki de kitabı okuyunca gerçeğe siz, kendiniz ulaşacaksınız' derken bu kadar da gerçekçi bir gerçek düşünmemiştim. Bu soru beni çok sevindirdi ve rahatlattı. Demek ki, Zulümdar'da gerçeğe giden yolu iyi tarif etmişim. Devamını okur getirir diye düşünmüştüm. Aynen öyle olmuş. Kitapta sözünü ettiğim ülkede öyle yönetim becerileriyle dolu bir iktidar var ki şapkadan tavşan çıkaran sihirbazlar yanında acemi kalır. Bu iktidarı sadece bir yüzünü ele alarak anlatmak çok zor. Çok yüzü olan bir iktidar. Sadece iki yüzü yok! Senin özetinden sonra daha bir cesaretle söylüyorum, romanı okuyanlar birden fazla sonuç ve gerçekler dizisi çıkaracaklar. Dini kullanıp iktidara gelmek, sonra da demokrasiyi kullanıp tanrılaşmayı denemek herkesin harcı değil.
'Okur mevcudu zorlasın istedim'
- Ülke hassasiyetlerini içinde hissetmeyenlerin öyküsü bu' İktidarlarını bütün, toplumu parçalı ve bu parçaları sizin de romanınızda imlediğiniz gibi birbirlerine sırtları dönük tutanların öyküsü' İçlerindekini tok, toplumu kendilerine muhtaç tutanların öyküsü' Vicdanları püripak! tutmayı her koşulda becerebilenlerin öyküsü' Zaptın ve rabtın öyküsü kuşkusuz' Sadece günümüzün değil geçmişimizin ve dünyanın geçmişinin de öyküsü' Uzak ve/veya yakın tarihin zulümdarlarının ve değişmeyen zulümlerinin öyküsü' Bilmezmiş gibi sormayı da gerektirir röportaj malum, o nedenle bilmezmiş gibi soracağım ben de; neden üçlemenin sonuncusu bir roman' ve 'Bu kitaptaki olaylar gerçeği yansıtmamaktadır. Gerçek çok daha öte bir içerik taşımaktadır' ne demek?
- Üçlemenin birincisi Silivri Toplama Kampı-Zulümhane'de Ergenekon davasının iddianamesini irdeledim. Kendi savunmamı özetledim. Silivri Hapishanesi'nden anılara yer verdim. Tamamen bilgiye ve gözleme dayalıydı. İkinci kitap, Düşünüyorum O Halde Sanığım-Zulümhane'de birinci kitabın kurgusundan yola çıkarak her şeyi manzum bir dille anlattım. Türkçemizin uyak zenginliğini çok seviyorum. Ona burada da denemek istedim. Bu kitabı biraz da kişisel manifestom olarak hazırladım. Kendini çok kısa anlat deseler Zulümname'deki şu dizemi söylerim: 'Ben vatandan aldıklarımla değil, Vatana verdiklerimle doyarım.' Son kitap, geniş açlı bir yapıt olsun istedim. Bunun için en iyi anlatım yöntemi de roman. Bu tür romanlarda iki ana yöntem uygulanıyor. Birincisi, 'bu kitaptaki bütün olaylar kurgudur, gerçekle hiç ilgisi yoktur' dersiniz. İkincisi, 'bu kitap yaşanmış olayları içermektedir' dersiniz. Çok iddialı olmak istemem ama ben kendimce üçüncü bir yol seçtim. Gerçekleri anlatacaktım ama okurun mevcudu zorlamasını isteyecektim. Bu konudaki bütün eleştirilere açığım. Umarım başarmışımdır.
- Bir de artık sadece roman yazmaya mı izin var Mustafa Ağabey ben bunu da merak ediyorum?
- Hayır, bir insanın yazı yazmasını kimse sınırlayamaz. Ben bu üçlemeyi bir yıl önce Mayıs 2010'da bu şekilde tasarlayıp, bir yılda tamamlamayı hedeflemiştim. Üçüncü kitabı elime aldığım 5 Mayıs günü öptüm başıma koydum. Kendime de küçük bir aferim verdim!
'Disiplin özgürlüktür!'
- Romanın içinde ne önde ne geride ama varlığını hissettiren dış sesi kişileştirerek soracağım şimdi de' Öyle bir adam ki o dış ses, romandaki kuşkusuz tek ve gerçek kahraman' Başını hayatta eğemeyecek besbelli bu' Ha kolay mıdır? Nasıl olabilir ki? Ama'lar da yaşamış mıdır o kahraman' O kahramana memleket nasıl görünüyor'u yazarının dilinden dinlemeli? Neler hissettiğini anlatın? Enerjisinin düştüğü anlarda nasıl geliyor kendine? Nasıl tekrar ayağa kalkıyor, nasıl tekrar mücadeleye devam ediyor? Zihnini nasıl zinde tutar, tutuyor? Belli ki o da hapiste, nasıl umut aşılayabiliyor hâlâ içerden dışarıya? Zülumdarı nasıl sevindirmiyor o adam?
- O kişi her şeyden önce kendisiyle ve hayatla barışık. Sabah kalktığında havalandırmaya çıkıyor, 'Bak arkadaş, gökyüzü senin' diyor. Kendisine genellikle, 'arkadaş', 'kardeşim' ya da 'dostum' diyor. Benden duymuş olmayın ama, zaman zaman 'ulan' dediği de oluyor. Canı sıkıldığı anlar da oluyor. O tür zamanlarda can sıkıntısını atma telaşına girmiyor, kendisini biraz rahat bırakıyor, geçiyor. İçeride öğrenme ve üretme duygusunu ayrıca geliştirdi. Bu iki duygu deyim yerindeyse, esirevini eserevine çevriyor. Sevdiği sözlerden biri şu: Disiplin, özgürlüktür! Günlük yaşamı belli bir disipline koyunca bunun bir dizi meyvesi oluyor. 2B diye bir kural geliştirdi; beden ve beyin sağlığı. Günde 2 saat beden için spor. 7 saat de beyin için spor, yani, düşünmek, okumak, yazmak. Bunu başarabilen bir kişi, hiçbir zulümdara teslim olmaz.
'Hapishane çok iyi eğitim veren ve 24 saat süren bir okul'
- Mustafa Balbay olmak nasıl bir bedeldir ve nasıl bir miras? Duruşunuz, görüşünüz anlamında sormuyorum bunu onların değişmediğini elbette biliyorum sormak istediğim mesela hangi konularda hâlâ aynı Mustafa Balbay değilsiniz? Bu anlamda neler değişmiş (mi?) Bu 'yeni içerde' zaman nasıl geçiyor ağabey, neler yapıyorsunuz, nasıl yazıyorsunuz, varsa size tanınan olanaklar ne?
- Kimse hapishaneye girdiği gibi çıkmaz. Mutlak değişir. Bunun yönü çok önemli. Hapishane için bedeli özgürlükle ödenen ve çok iyi eğitim veren, derslerin 24 saat sürdüğü bir okul diyebilirim. Bütün duygularla sıfır noktasında yaşıyorsun. Mesele şu; o duygulara teslim mi olacaksın, onlarla barış içinde bir arada yaşayıp kalabalık bir 'duyguerkil' aile mi olacaksın. Acı, iyi arkadaşımdır. Çok da samimi değiliz ama, birbirimizi iyi anlıyoruz. Hasret, beni hiç bırakmaz. Nereye dönsem, karşımda. 'Kimseyi reddetmiyorsun, ben de burada kalmak istiyorum' deyince kadere de, 'Tamam' dedim, 'çek plastik bir sandalye, otur.' Sağlanan özel bir olanak yok. Hapishane neyse, o. Son aylar, siyasal yaşama hazırlıkla geçiyor.
'İlerde heryerekon edebiyatı doğarsa şaşmam!'
- Zulümdar neyin turnusol kâğıdı en çok? Ne tür insan manzaraları sunuyor? Öğretmeni, tüccarı, askerin yaşamlarına da minik öyküleri eşliğinde konuk oluyoruz okurken. Sonra Kaybetmez kardeşler de var' İçeri tıkılan polisler var, Fecemaat var bir de'
- O küçük küçük öykülerin tümü bütünün parçası. Aslında her biri ayrı roman konusu. Belki ilerde ayrıca yazılacak onlar. Bu anlamda yakın gelecekte bir 'Heryerekon edebiyatı' doğarsa şaşmamak gerekir. Olayın öylesine farklı boyutları var ki içine giren kaybolur, dışarıdan bakan ürker. Ben, içine girip dışarıdan bakmaya çalıştım. Bu ülkede iktidar sadece Heryerekon etrafında olanlarla da anlatılamazdı. O nedenle öteki alanlardan da en az Ergenekon hukuksuzluğu kadar önemli motifler koydum.
- 'Hepbaşkan'ın bir heykel için 'tez zamanda yıkıla' konuşmasının ardından devreye konan 'toplum parçalandı' tartışmasıyla öne çıkan endişe katmanlarını da sıralıyor romanın ana kişisi. Burada da dile getirir misiniz o kırık dökük bir mozaik halindeki endişe katmanlarını? Bir de romandaki Heryerekon örgütünün 'tostoparlak' bir tanımı var o tarifi de alabilir miyiz?
- Klasik bir tanım var ya; böl-parçala-yönet. Zulümdar'ın kahramanı Hepbaşkan bunu; böl-parçala-yok et, şeklinde uyguluyor. Hepbaşkana karşı çıkan kesimlerdeki bölünmeyi doğrusu karikatürize de etmeden olabildiğince gerçekçi anlatmaya çalıştım. Heryerekon ne yerde ne gökte. Bir numarası da belli değil son numarası da. Tarifi verip bağlayıcı olmak istemiyorum. Bakarsınız okur, başka tarifler geliştirir.
- 'Zulümdar', 'Herbaşkan'a neredeyse eşbaşkan bellediği medyaya da afili bir çakıyor deyim yerindeyse. Neler diyor mesela?
- Az önce her bölüm ayrı bir roman olabilir demiştim ya; medya da onlardan biri. Hepbaşkan, medyayı yüzde 99 bile değil yüzde 100 kendisini destekler konumda istiyor. Bir-iki muhalif kalabilir demeye hazırlanan danışmanlarına da, 'güzel bir tencere düşünün, her tarafı sağlam ama, dibinde küçük bir delik var. O tencere işe yarar mı, yaramaz' karşılığını veriyor.
'Ülke böyle yönetici görmedi!'
- Hepbaşkan'ı her fırsatta konuşturuyorsunuz, hani dış sesi bir dinlenmeye çekip' Romanda Hepbaşkan'la yapılan kurgusal söyleşiler de müthiş! Epey cart curt ediyor, kavramları ha babam çarpıtıyor ve seri halde ama ustaca saçmalıyor! Karşısındaki gazetecinin de hali duman! Sonra kitabın sonunda Süperdanış'ının tozunu silkelenmesiyle nihayetlenen bir diyaloglar zinciri var ki bu kadar olur! Değil mi? Neler söylersiniz bu konuda ve romanın psikolojik atmosferi konusunda?
- Her şeyden kendisine pay çıkaran, birbiriyle zıt ortamlara bile ustaca ayak uyduran, densiz denecek ölçüde çıkarcı kişiler için kullanılan şöyle bir deyim vardır: Kurtla bir olur, kuzuyu yer. Döner koyunla bir olur kuzuya ağlar. Bu söz çok güzel bir tariftir. romanda da kullandım zaten. Hepbaşkan'ın pek çok özelliğinden biri bu. En çok bu özelliğini vurgulamaya çalıştım. Aslında salt Hepbaşkan'ın bu psikolojisi üzerine bile ayrı roman yazılabilir. Ülke buna benzer yöneticiler gördü ama böylesini görmedi. Her hal ve şartta kendisini haklı gördüğü için mantığı da ona göre çalışıyor.
- Bir tek güce inanan ve Allah için ele de haylice geçiren Herbaşkan'ın yapmadığı ne kalmıştır ve onun için neyin gerisi teferruattır?
- Bir önceki soruyla birleştirerek yanıt vermek gerekirse Hepbaşkan ülkedeki her şeyi zapteder ama kendini zaptedemez. Bu yola girdiğiniz an sonu yoktur. Çok ihtiraslı siyasetçiler gördüm. Hepbaşkan gibisini görmedim. Makyavel, Hepbaşkan ve danışmanlarını tanısaydı bütün tezlerini gözden geçirir, yenilerdi.
'Kin ve intikama hiç yüz vermedim'
- Öfkeli bir roman değil Zulümdar, acıyor gibi de düpedüz roman kişisi Herbaşkan'a, 'Süperdanış'a, o taifeye' Değil mi?
- Aynen öyle. Hapisteki duygularla ilgili bir sorunu yanıtlarken her türlü duyguyla sıfır noktasındasın demiştim. Arada bir uğramak isteyen kin ve intikama hiç yüz vermedim. İçimde hiç o tür duygular yok. Bu sanırım romana da yansıdı. Hepbaşkan iktidarının sona ermesini elbette istiyorum. Onu sonraki söyleşide konuşuruz.
- Son soruda demokrasi inanca nasıl dönüştürülür diyor roman?
- Demokrasinin inanca dönüştürülmesi kanımca, tartışılacak bir kavram. Bu konuda çok da mütevazı olmayacağım; bence iktidarı, iktidar mantığını, Hepbaşkan'ın iktidardan gitmeme dayatmasını özetleyen bir kavram. Bir başka beklentim de kitabı okuyanların üretecekleri gerçekler.