Murat Sabuncu'nun gazetecilik serüvenini arkadaşları anlattı: Rotası hep haberdi

Gazetemizin tutuklu Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu'nun gazetecilik serüvenini arkadaşları anlattı.

Nazan Özcan

“Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni odasında 2 ay oturabildim. İlginç bir manzarası vardır. Odanın bir tarafı mezarlığa, bir tarafı adliyeye bakar. Türkiye’deki gazetecilik serüveninin kısa bir özetidir.” Cumhuriyet davasının 24 Temmuz 2017’deki ilk duruşmasında Murat Sabuncu böyle demişti. Sabuncu yarın tutuklu Akın Atalay, Ahmet Şık ve tutuksuz diğer sanıklarla 6. kez mahkemeye çıkacak. Sabuncu’nun gazetecilik serüvenini biz de yakın çalıştığı gazeteci arkadaşlarına sorduk.

İpek Özbey - Murat çıkacak ve yine yazacak

Tanıştığımızda bayağı küçüktük. Adlarımız Mesut (Yar), Murat (Sabuncu), İpek (Özbey) ve Nihan’dı. Bizi gazeteciliğe başlatan üstadımız Tanju Cılızoğlu’nun gençleriydik. Aylık bir dergi çıkarıyorduk, adı Söyleşi’ydi. Sonra onlara yeni yayınlar eklendi. Mesela Yıldırım Aktuna –ki o zaman Bakırköy Belediye Başkanı’ydı- için ‘Kutup Yıldızı’ diye bir gazete çıkarmaya başlamıştık. Sonra biz büyüdük ve kirlendi dünya... O kirlenirken bizse hâlâ idealist gençlerdik. O kadar idealize etmiştik ki mesleğimizi, Aktuna’nın gazetesinde Aktuna’yı eleştiren haberler yapıyorduk. Yayın yönetmenimiz Cılızoğlu, bize haberin peşinden koşmayı öğretti. Sonra da hepimizi ‘piyasanın orta yerine’ bıraktı. Hepimiz çalıştık, çabaladık, işten atıldık, kavga ettik, haberlerimiz kullanılmadı, bunlar sıradan şeyler. Ama Murat’ınki öyle olmadı. Hayat onunla pazarlığı, özgürlüğü üzerinden yapmayı sürdürüyor. Ama inanıyorum ben, Murat çıkacak ve yine yazacak. Tüm gazeteci arkadaşlarımız gibi. Sevgili Eylem de aşkına kavuşacak...

Doğan Akın-Her dakikası için utanacaklar

Zamanın salıncağında ben Murat Sabuncu’nun gazetesine, Milliyet’e gelmiştim, Murat da benim gazeteme, Cumhuriyet’e gitti. Haziran 1999. Ankara yıllarımdan tanıyordum elbette, ancak Murat’la yüzyüze tanışmamız bu tarihe rastlıyor. Gazetede, dergide, televizyonda, internette; bu mesleğin bulabildiğimiz her yolunda yan yana çalıştık Murat’la. Gustave Flaubert, Kasım kitabında, “Üzerinde uyuduğumuz, ama rüyalarımız hakkında hiçbir şey bilmeyen yataklarımızdan” söz eder. Zamanla haşır neşir serüveninde insan da öyle sayılır. Takvim yapraklarında sözüm ona ölçtüğünü sandığı zamanı kavrayamaz. Nihayet insan geçer, zaman kalır!” Zamanın aynı karede bir kez daha donakaldığı memleket hikâyelerinde bu kez Murat da var. Zamanla yarışırken kabına sığmayan; değil hapsedildiği ayları, dakikaları bile sayan sabırsızlığıyla biteviye koşturan Murat. Cumhuriyet’le görülen bir kan davasında, Cumhuriyet’in kurumları marifetiyle gazetecilik yapmaya çalışırken hapsedildiği Silivri’de ihtimal özgür bir ülkenin rüyalarına uyanan Murat. Dört duvar dışında bir iktidarı kalmayanlar; Nâzım Hikmet’lerin, Sabahattin Ali’lerin, Uğur Mumcu’ların, İlhan Selçuk’ların, İsmail Beşikçi’lerin, Ahmet Şık’ların ve daha nicelerinin ardından bu kez Murat Sabuncu’nun dört duvar arasında kıydıkları her dakikası için utanacaklar. Montaigne der ki, talihin sopası altında kan revan içinde ama dimdiktir başım benim. İnsanları görüşleri nedeniyle hukuksuz zamanların kör karanlığına hapsedenler hep geçtiler, yine geçecekler. Gazetecilik ise, hep olduğu gibi, kalacak. Ve talihin sopasını elinde tutanların -İlhan Selçuk’un deyimiyle- kendilerine nasıl ucube bir heykel yonttuklarını yazacak.

Aram Ekin Duran- Onlar var oldukça gazeteciler her zaman olacak

Neredeyse 500 gündür Silivri zindanında aklın ve kalemin namusu için gün dolduran Murat Sabuncu, Ahmet Şık ve Akın Atalay, Türkiye basın tarihinde müstesna bir yerin sahibi oldular. Kendilerini destekleyen ve bir an önce özgürlüklerini talep eden yüzlerce, binlerce haberci için de bir sembol haline geldiler. Bu kara iklimin içinde bir yerlerde, ‘doğru haber’ uğruna kalem oynatan herkesin gözü, 9 Mart’taki Cumhuriyet davasında olacak. Murat Sabuncu’nun artık en kısa zamanda özgürlüğüne kavuşup gazetenin başına geçeceği günü iple çekiyorum. Zira memleketin özlediği, ihtiyaç duyduğu haber anlayışının bu dönemdeki en önemli temsilcilerinden biri Sabuncu. Ayrıntılara olan takıntılı tutkusu, haberin tüm taraflarına ulaşma inadı, kamu yararı için iktidar odaklarını rahatsız etmekten kaçınmayan bir gazeteci cesareti... İşte bu özellikleri, bugün Murat Sabuncu’nun gazeteciliğine toplum olarak ne kadar muhtaç olduğumuzu bize bir kez daha gösteriyor. Sevgili Murat Sabuncu, yaşamını ‘haber’in ritmine göre ayarlayan, ailesinden, sevdiklerinden feragat ederek ömrünü ‘haber’in çizdiği rotada yaşamayı mesleki sorumluluk olarak gören bir gazeteci. Murat Sabuncu’nun temsil ettiği gazetecilik anlayışı, bu ülkede tek adam saltanatının, ifade özgürlüğü önündeki yasakların, barış haykırışlarını susturmanın ve pervasız bir yolsuzluk ağının önündeki en büyük engel. Bu nedenle rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Türkiye’de tiran olma heveslileri oldukça, Murat Sabuncu gibi ‘doğru haber’in ve ifade özgürlüğünün bedelini ödemeye hazır, namuslu gazeteciler de her zaman olacak.

Fatih Polat - 'Kardeşim' demesini özledim

Murat Sabuncu’yu doğrudan tanımam basın dayanışmaları sayesinde oldu. Üç sene önce, dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bir televizyon programında 24 Temmuz Basın Özgürlüğü gününde Evrensel ve Özgür Gündem gazetelerini “Bunlar suç makineleri” sözleriyle hedef göstermişti. Arınç hakkında suç duyusunda bulunanlar arasında Murat Sabuncu da vardı. Bölge illerinde baskı altındaki gazetecilerle dayanışmak için yaptığımız Haber Nöbeti’ne Murat’ı da çağırmıştım. Yoğunluğuna rağmen geldi. Sonra Murat tutuklandı. Tutukluyken de sağlam ve dayanışmacı tutumundan bir milim bile taviz vermedi. Cumhuriyet davalarını izlerken Murat’ın pek çok önemli cümlesi yanında şu iki vurgusunu hiç unutmayacağım: “İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Musa Anter, Hrant Dink, Metin Göktepe’nin yolundan dönmeyiz.” “Bu dava okullarda okutulacak. Ve biz 10.5 ay daha da yatsak, gazeteciliği ve ifade özgürlüğünü savunmaya devam edeceğiz. Sadece kendimiz için değil, tüm gazeteciler için.” Bir de “kardeşim” deyişini özledim. Ben onun gibi “kardeşim” diyen görmedim.

Uğur Gürses- Gel ve belgeseli tamamla

Ahmet Şık ve Nedim Şener bundan 7 yıl önce tutuklanıp Silivri’ye gönderildikleri dönemde Murat’la SKY360’da sabah programı yapıyorduk. Murat politik gündemi, ben ekonomik gündemi değerlendiriyor, ikimiz de en çok “hukukun üstünlüğü”, “adalet”, “demokratik değerler” vurgusu yapıyorduk. Dışarıda tam da Avrupa’da Yunanistan krizinin patlak verdiği zamanlar, içeride ise gazetecilerin “Ergenekon” bahanesiyle hapse atıldığı, susturulmaya çalışıldığı zamanlar. Murat bir yandan programda gazetecilerin haklarını savunurken, bir yandan da her Çarşamba program sonrası toplanıp Silivri’nin yolunu tutuyordu. Nedim Şener’in düzenli ziyaretçisi idi. Hatta yaşananları kayda geçirilip tarihe iz bırakmak için bir belgesel çalışmasına da girişmişti. Şimdi Kafka romanlarına benzer bir sürecin içine düştü. Arkadaşını kriz anında tanırmış insan; Murat dürüstlüğü, ahlakı ve meslek namusu ile örnek biridir. Herkese “dostum” diye yaklaşan, en önemlisi tüm bu siyasi ve hukuk dışı süreçlerde vicdanı hatırlatan bir duruşu vardı; hâlâ da öyle. Aradan altı yıl geçtikten sonra, şimdi olağanüstü koşullarda Silivri’de zorunlu ikamette bir yıl geçirdi. Bir yılı aşan tutukluluk altında bir duruşma salonunda onun nasıl olacağını soracakken, atik davranıp “Nasılsın dostum?” diyebilendir Murat; ışıltıyla gülen yüzüyle... Bu yılbaşında, Eylem’in Twitter mesajı düşüyordu akışa; Eylem’e gönderdiği güllerin fotoğrafı var, altında da “Murat gelmese de kokusu gelir” yazıyordu. Yılbaşı gibi günlerde yeni umutlar, yeni başlangıçlar dillendirilir. Ben de İnstagram hesabımda, geçen nisanda çektiğim Japon eriklerinin fotoğrafını paylaştım yılbaşında; altına da şu sözleri ekledim “Ne de olsa kışın sonu bahardır”. Malum İstanbul’da baharın ilk fışkıran çiçeği sarı mimozalardır; şimdi yavaştan sarmaya başladı bile. Bekliyoruz Murat; gel ve şu belgeseli tamamla.