Müjdat Gezen: Tek isteğim hayattan göreyim sistemin değiştiğini
Müjdat Gezen, "Ben nasihat vermeyi sevmem yaşadıklarımdan anladıklarımı yazmaya çalıştım onun dışında kimseye verecek bir öğüdüm yok, şunu söyleyebilirim, geminin gittiği istikamete baksınlar orada daima umut vardır" diyor.
Hilal KöseUsta tiyatrocular Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’ın "Cumhurbaşkanı'na hakaret" iddiasıyla yargılandıkları davada yarın karar çıkması bekleniyor. Savcı iki usta için 4'er yıl 8'er ay hapis cezası istiyor. Tüm Türkiye iki ustanın yanında. Onlarsa davaya değil, ülkenin bu durumlara düşürülmesine üzülüyor. Müjdat Gezen’le hem davayı hem de çıkar çıkmaz ikinci baskıyı yapan kitabı “Çocukluğumu Bindirdim Tramvaya O Gitti Ben Kaldım Yaya” yı konuştuk. Üçlemenin ikinci bölümü "Normal Olacak Kadar Anormal Değililm" baskıda, üçüncüsü "Kendine Yalan Söyleme" tezgahta! Gezen, “Ben hayatım boyunca iyi insan olmak için çalıştım. Okul açıldıktan sonraki ilk derste 40 senedir hep ‘iyi insandan iyi bakkal, iyi manav, iyi aktör, iyi doktor, iyi politikacı çıkarmak kolaydır önce iyi insan olun sonrası çorap söküğü gibi gelir” derim” diyor.
- Nasılsınız? Geçmiş olsun, doktorunuzla gittiniz adliyeye…
Bel fıtığım var, ağrılarım var birazcık. 13 yıldır çekiyorum ben bunu, doktorlar ‘yapmayacağız’ deyip, ameliyat masasından kaldırdılar beni. İdare ediyoruz, sırt üstü yatıyorum şu an… Ağrı gidericiler de mideye dokunuyor ama ben bunlarla yaşamaya alıştım, çok mesele etmiyorum.
O gün (duruşma günü) doktorum sakinleştirici verdi bana, o biraz iyi geldi. Hiç olmazsa sinir sistemimi yumuşatsın diye. Eskiden beri taaa Kenan Evren devrine gidin, ondan eskiye gidin, politik tiyatro yapmaya başladığımız andan itibaren bunların hepsiyle karşılaştık ama hiçbir dönemde bu kadar ağır baskı olmamıştı.
- Düşünceleriniz nedeniyle bu baskı…
Okulumu yaktılar, orada insanlar, veliler, çocuklar günlerce nöbet tuttu ‘aman bir şey olmasın’ diye… Biz bu halka hiçbir zaman kötü davranmadık, yanlış yapmamak için özen gösterdik, hayatımıza dikkat ettik. İnanın bana şu an Çin radyosundan, Alman ve Fransız televizyonundan, İsveç televizyonundan, Amerika’dan o kadar çok söyleşi talebi var ki. Ben onların yaptıkları gibi kendi ülkemi dışarılara şikayet etmekten hoşlanmıyorum, anlatabiliyor muyum? Su akar mecrasını bulur diye idare ediyoruz. Bu bir dönem. Bu da geçer diyoruz, hakikaten de geçecek. Benim bütün arzum göreyim, ben de hayattayken göreyim bu sistemin değiştiğini…
Gezen, Kırmızı Kedi’den çıkan son kitabında kendini anlatıyor, anılarını, dostlarını, Hollanda’da yaşayan kızı Elif’i, köpeklerini, öğrencilerini, Atatürk ve tiyatro aşkını, annesini, babasını... Hiç sıkmadan, sohbet eder gibi...“İçinde üç kâğıt yok” diyor.
SEVGİSİZ TOPLUM OLMAYA KARŞI ÇIKMAYA DEVAM
- Duruşma nasıl geçti, istediğiniz gibi konuşma fırsatınız oldu mu?
Genç bir hakim vardı, beni hiç ayağa kaldırmadı. Ben hep oturdum. Bir ara çok sıkıntı geldi, ağrım durmuyor, ‘istediğiniz anda çıkabilirsiniz’ dedi. Sonuna kadar kaldım. Biz beraat bekliyorduk, savcı hapis cezasında ısrar edince ayın birine kaldı duruşma. Metin Akpınar’la ben vareste tutulduk. Herhalde karar günü olacak ayın biri. Ya beraat edeceğiz, ya hapis cezası çıkacak. Türkiye’nin içinde bulunduğu bu koşullarda… Bakın ne kadar güzel her şey. Pahalılık yok, sıkıntı yok, demokrasi var, adalet sistemi çalışıyor, herkesin maaşı yatıyor, iş yerleri kapanmıyor filan ve Müjdat’la Metin’e dört sene sekiz ay istiyorlar. Keşke benim ilk dediklerim olsa da biz mizah yapamasak. Keşke benim ülkem öyle olsa da… Valla gülü seven dikenine katlanıyor, bu benim mesleğim. Mesleğimden vazgeçecek değilim ama sevgisiz toplum haline getirilmeye, demokrasinin elden gitmesine sonuna kadar karşı çıkacağız. Bu bizim işimiz. Ben sanatçı olmasam da ki ortalama vatandaşım zaten çok şükür…
- Çok da mütevazısınız…
Yok, yok… Memur çocuğuyum, babam da sıkıntı çekmiş, ben de sıkıntılardan geldim. Metin de öyle. Küçücük yerlerden gelip sonra saraylarda yaşayan tipler değiliz ki biz. Gönlüm de rahat. İnsanların bu kadar sahiplenmesi de; ben bir tarlaya fidan dikmişim, orası orman olmuş yani… Onun farkına varınca insan ’Allah allah ne kadar lezzetli bir şey bu’ diyor.
BANA DOKUNAN ŞU:
- Çoğu kişi ‘Müjdat Gezen bizim kahramanımız’ diyor…
Sanat zaten öyle bir şey değil mi? Sanat soyut bir şey değildir, halkla iç içe yapılır. Hele tiyatro… Seyircinin hiç gelmediğini düşün böyle bir tiyatro olabilir mi? Ben Kanada’da meşhur olmadım ki, burda doğdum, burda yaşıyorum, burda öleceğim. Doğmakla ölmek bizim elimizde değil. O arada kalan bölümü iyi yaşamak, alnının akıyla, onurlu, yararlı… Topluma moral verebiliyorsan, faydalı olabiliyorsan bitti gitti. Zaten hayat nedir ki? O kadar kısa ki… Milyarlarca yıl yaşındaki dünyada ne kadar az bir süre yaşam. İnsanın kendini kocaman kocaman görmesine çok şaşırıyorum. Avustralya’dan Çin’e geçiyordum uçakla, Güney Yarımküre’den Kuzey Yarımküre’ye geçerken atmosferin yuvarlaklığını görüyorsunuz. Dedim ki ‘Acaba Türkiye’ye görebilir miyim?’ Tabii öyle bir şey yok, dedim ki ‘İstanbul zaten görünmez. Ya Kadıköy?’ Biraz yükseldiğiniz zaman aşağıya bakınca insan toz kadar ufak. Anlatabiliyor muyum? O kadar zerreyiz ki. Ben bunu hayat felsefesi olarak kabul etmişim, onun için bunlar bana hiç dokunmuyor, bana dokunan şu; biri bu lafları rahatlıkla söyleyebilir bir şey olmuyor, siz söyleyince hapsinizi istiyorlar. Öyle bir şey olamaz.
- İnanılır gibi değil gerçekten…
Kimse de inanmıyor. Ben AKP’lilerden de telefonlar aldım. ‘Haddini bil dediniz diye beş seneye yakın hapis olur mu’ diye…
HADDİNİ BİL DEDİM ÇÜNKÜ
- Yargı açısından durum içler acısı aslında. Kimse bunun gerçek bir dava olduğuna inanmıyor.
Bir televizyonda Metin’le bir eleştiri yapıyoruz, kimse de sormuyor ‘bu adam durup dururken mi haddini bil’ dedi diye. Ben onun hakaretlerine karşılık haddini bil dedim. “Kadıköy’de oturanlar” dedi, oy alamadığı diğer semtleri de saydı, “memleket parçalansa bunların kılı kıpırdamaz” dedi. Ben de “sen benim vatanseverliğimi sınayamazsın, ben bu hakkı kimseye vermiyorum, ona buna parmak sallıyorsun, ‘haddini bil’ diyorsun sen haddini bil” dedim. Bunda ne var? Mahkeme de ‘haddini bil’ suç olsa Cumhurbaşkanı söylemez dedim.
- Aynen öyle. Birilerinin de konuşması gerekmiyor mu? Herkes sussun mu?
Bu tip iktidarlar eleştiriden hoşlanmazlar. İsmet İnönü’den başlayarak kimi sayarsanız sayın hepsinin taklidini yüzlerine karşı yaptım, hepsi alkışladı. Kimi mektup yazdı takdir bildirdi, kimi jest yaptı. Kenan Evren bile 21 yıl hapsimi isteyen adam, programıma geldi. Ben Kenan Evren döneminde Çizgilerle Nazım Hikmet kitabını yazmaktan, ayağımdan ve elimden zincire vuruldum, prangaya. O devirde bile ben böyle baskı görmedim, bu iyi bir durum değil bir ülke için. O dönem ilk duruşmada beraat ettim. Basının bir bölümünü, medyanın çok büyük bir bölümünü elde etmiş olmakla bir şey olmuyor. İnsanlar onlara da inanmamaya başlıyorlar. Pazarlar toplanırken karanlıkta yerlerden sebze meyve toplayanları gördüğümde ben ağlıyorum, bu gerçekler varken bunlarla mı uğraşacak Türkiye? Neymiş Müjdat Gezen haddini bil demiş, Metin Akpınar eleştirmiş…Netice itibariyle demişler ki saçın ak mı kara mı, bekle önüne düşünce görürsün. Ayın birini bekleyeceğiz göreceğiz.
BUNA KİMSENİN GÜCÜ YETMEZ
- Nasıl bir his var içinizde sonuca dair?
Beraat olmalı tabii ki. Gencecik bir hakim, gencecik bir savcı. Baskı altındalar tabii. Belki de bir buçuk yıl hapis verip paraya çevirecekler. Öbür tarafa da ‘efendim, siz böyle böyle dediniz biz de ceza verdik ancak paraya çevrildi’ diyecekler. Öyle olursa istinaf mahkemesine gideriz, Anayasa Mahkemesi’ne oradan da AİHM’e. Ondan sonra bana gelen yabancı basın mensuplarına da anlatırım. Onlar bizden daha iyi takip ediyorlar bu işi. Bu olsun istemem. İnsan ‘haddini bil’ dedi diye hapis yatar mı? Ben 78 yaşına gelmişim, 80 küsür yaşında hapisten çıkacağım. Buna hiç kimsenin de gücü yetmez onu da söyleyeyim. Böyle bir güç yok.
- Yeni kitabınızda da sıklıkla üzerinde duruyorsunuz, kendinizde önce Türkiye’yi düşünüyorsunuz, ülkenin düşürüldüğü durumlara üzülüyorsunuz.
Benim ülkem. Bu halk bana emek verdi, ben de geri çevirmedim, okulumu bedava yaptım… Halka borcumu taksit taksit ödedim, onlar da beni her gördüklerinde alkışlarını, sevgilerini gösteriyorlar. Kötü konuşmak istemiyorum, ben dünyaya pozitif bakmayı seviyorum. Birazcık tebessümle, Nasrettin Hoca gibi Konfüçyüs gibi bakmayı seviyorum. Onlar baskı yapıyorlar diye fikirlerimizden ödün veremeyiz ki. Bana diyor ki “Beni eleştirme!” Sen beni eleştiriyorsun, “sanatçı müsveddesi” diyorsun… Kanunlara göre de siyasetle uğraşanların eleştiriye daha toleranslı olmaları gerekiyor.
KİN İNSANIN YÜREĞİNE YÜKTÜR
- Okulunuzun davası ne oldu?
Ona (sanık) da üzüldüm, avukatım Celal (Ülgen) aradı, “Çocuk sana çay içmeye gelmek istiyor” dedi. “Ne yapalım.” “Yasaklar kalksın, okul açılsın içeriz ne olacak” dedim. Kin, nefret… Ben o kepenkleri kapayalı çok oldu. Bu duyguları unutalı yıllar oluyor. Kin insan yüreğine yüktür. Çirkinleşir kindar insanlar, bakın yüzlerine. Anlatabildim mi ne demek istediğimi? Onlar kindar ve dindar nesil diyor.
- Kitabı okuyunca iyice anladım, kindar olmak ne kelime, siz bal gibia de sulu gözlüsünüz.
Ben çocukluğumdan beri öyleyim. Hırka-i Şerif’te doğdum büyüdüm, ramazanda Hz. Muhammed’in hırkası ziyarete açılır, o sırada da Anadolu’dan da çok dilenci gelir. Altı yedi yaşındayım, öğlen yemeklerine dilenci kadın götürürmüşüm. Bir keresinde annem çok kızmış, bağırmıştı meğerse evde yemek yokmuş! “Misafire menemen ikram ettim senin yüzünden” dedi. Köpeğim ölüyor günlerce ağlıyorum gözlerim şişiyor, sulu gözüm ben ama mantığı da elden bırakmam. Ben MSM’yi duygularımla açtım, dünyada örneği yok 30 yıldır.
KORKSAM NE OLACAK YAŞLANIYORUZ
- Ya yaş almak…
Sadık Şendil çok büyük bir komedi yazarıydı, bana bir gün ’evladım sakın ha yaşlılarla arkadaşlık etme’ dedi, “niye” dedim “Genç kalabilmek için, genç arkadaşların olacak” dedi. Benim arkadaşlarım öğrencilerim. Ama 78 yıllık arkadaşlarım da var onlarla daime toplanır yemek yeriz. Her şeyden vazgeçerim mahalleden vazgeçemem, mahalle kültürü en önemli şeydir.
- Yaşlılık demişken, yaşlanmaktan korkuyor musunuz?
Korksam ne olacak? Yaşlanıyoruz… Annem de ‘evladım sakın ihtiyarlama’ demişti. “Anne bir gün yaşlanacağım ama” dedim, “Ben sana yaşlanma demiyorum, ihtiyarlama diyorum” dedi.
- Çok güzel… Annenizle ilişkiniz çok güzelmiş değil mi?
Annemle, babamla, ablamla… Yarın gideceğim ablama ziyarete, 88 yaşında ablam. Ben aileyi çok severim, aile her şeydir. Ağabeyim öldü karısı bana emanet, yeğenlerim emanet, Savaş Dinçel’in karısı Sumru onu da Etiler’den buraya (Kadıköy) taşıdım.
- Savaş Dinçel’in yeri ayrı sizde…
60 sene… Konservatuvardan sıra arkadaşımdı. Elimde öldü savaş benim.
- Pandemi bitince yeni bir oyun var mı sahnelenecek?
Kızım Elif Hollanda’da. Günde iki kez görüntülü konuşuruz. Bir oyun yazdık baba kız, benim şiirlerimi bestelemiş, bayıldım. Elif, Mimar Sinan’da müzikhal, opera, şan, ritmik Amerika’da müzikhaller tarihi, Londra’da psikodrama bitirdi.
- Harika!
Hollanda’da kadınlar korosu yönetiyor. İnşallah bu yaz oynamayı çok istiyoruz. Tiyatronun bir salonunu öğrencilere verdim, ben de artık yönetmenlik, oyun yazarlığı öyle şeylere yöneleceğim. Bu yaştan sonra ne olacak meşhur mu olacağım yani…(gülüyor)
- Tabii ya 60 yıldır meşhursunuz!
Çok şükür bu halka mutluluk vermek istedim onlar da beni çok mutlu ettiler, çok, çoook… Çin’den telefon geldi, Amerika’dan, Almanya, İsveç, İsviçre, Hollanda, biraz evvel Belçika’dan bir aile arardı. Eski bir ANAP’lı bakan aradı. Ben bu insanlara hiç kötülük etmedim, çok dikkatli yaşadım yalnız.
"Bu tip iktidarlar eleştiriden hoşlanmazlar. İsmet İnönü’den başlayarak kimi sayarsanız sayın hepsinin taklidini yüzlerine karşı yaptım, hepsi alkışladı. Kimi mektup yazdı takdir bildirdi, kimi jest yaptı. Kenan Evren bile 21 yıl hapsimi isteyen adam, programıma geldi. Ben Kenan Evren döneminde Çizgilerle Nazım Hikmet kitabını yazmaktan, ayağımdan ve elimden zincire vuruldum, prangaya. O devirde bile ben böyle baskı görmedim, bu iyi bir durum değil bir ülke için."
İSTANBUL SEÇİMLERİNİN GİZLİ KAHRAMANLARI
- Metin beyle size gelen bu destek çok mutlu etti, adliyede olanlar hem üzüyor, hem de çaresiz hissettiriyor insanı bazen...
Sakın ha! Aman ha! Çaresiz hissetmiyorum kendimi, aleyhimize kampanya açtılar o sırada İstanbul seçimleri yapıldı. ‘Seçimin gizli kahramanları’ diye çıktı gazetelerde. Biz İstanbul’da doğduk, yaşadık… Bu insanlar onlar için yaptıklarımızı görüyorlar. Filmlerimiz oynuyor ara ara televizyonlarda. Geçen gün Gırgıriye’yi oynattılar. Hep o insanları mutlu etmek için çalışmışız.
- Eski filimleri tesadüfen görünce ne hissediyorsunuz?
Tesadüfen görmüyorum, telefon ediyorlar aç aç filimin oynuyor diye. Kanallar şimdi çok oynatmıyorlar, ben yasaklıyım. Size bir şey söyleyeceğim. Bulmacalarda 150 kişilik kara liste var orada birinci sıradayım ben.
- Ona kadar düştüler yani.
Evet…
- Siz bulmaca tutkunusunuz ama...
Ben bulmaca çözmeden güne başlamam en çok sevdiğim çengel bulmaca, kolay, beni fazla yormuyor, arada bir ateş böceği Ercan’a telefon ediyorum şu ne demek diye. O bulmaca kralıdır biliyorsunuz, bulmaca hazırlıyor.
Gırgıriye afiş...
GIRGIRİYE'Yİ İZLERKEN AĞLADIM
- Filmleri izlerken ne hissediyorsunuz peki?
Ya dün çok ağladım. Bir sahne açıldı, yedi kişi ölmüş. Münir Özkul, Ayşen Gruda, Adile Naşit, Tevfik Bilge, Yavuz Şeker, hepsi gitti. Bir baktım Perran Kutman, Gülşen Bubikoğlu, ben, Şemsi İnkaya ayaktayız. O kadar üzüldüm ki o kadar değerli sanatçılar ki, 40 sene olmuş o filmleri çekeli, oyunlarına baktım, ne kadar güzel oynamışlar, benim hikâyemdir o… Dört tane yapmıştık, kapalı gişeydi.
- O zaman kendinize çok çok iyi bakın!
Bakmaya çalışıyorum (gülüyor.) Diyabetim, tatlıyı tamamen unutmuş durumdayım, diyabet çikolatalarım var yalnız…
- Tatlı sever miydiniz?
Anlatamam… Ama hiç ağzıma koymuyorum, çayı şekersiz içiyorum, dikkat etmeye çalışıyorum, bir kere geliyoruz dünyaya… Doğuyorsun ölüyorsun, insanın en büyük bahtsızlığı ne biliyor musun? Öleceğini bilmesi, hayvanlar, bitkiler bilmiyor, ağaçlar, çiçekler, kedi, köpek… Bundan daha büyük acı verilemez insanoğluna… Yararı var mı var. Ölene kadar güzel ilkeli işler yapabilir miyiz? Bunun sınırlarını zorlayalım.
- Üçlemenin sonuncusunun ismini söyleyince aklıma geldi siz hiç kendinize yalan söylediniz mi?
Düşünüyorum, kendime değil ama ilk eşime eve çok geç geldiğim bir zaman söylediğimi hatırlıyorum. Yüzüne bakamıyorum, o da üstelememişti. Sonra dedim ki zaten yalanın ömrü kısa, bir de bir başladın mı... Eski siyasi bantları tiyatroda oynatıyorum zaman zaman bugün söylediğinin tam tersini, ama tam tersini ertesi gün söyleyen, bir tane iki tane değil, onlarca.
- Bizim siyasetçilerde huy bu.
Çok kötü bir huy ama insan bu kadar yalanı üst üste nasıl söyler ya… Derler ki hakikat çıplak dolaşır. Yalan neyin altına saklanırsa saklansın tık diye bir yerden belgeyi çıkarıyorlar…
DÜNYA SİYAH BEYAZ DEĞİL
- Nasıl söylüyorlar sahi?
(Gülüyor) Söylemeyelim, ayın birinde dava var! Ben hayata Nasreddin Hoca gibi bakmayı başarabilmişlerden bir tanesiyim. Nasreddin Hoca’nın sen de haklısın sözünü hatırlarsınız. Bir konuda birden fazla haklı olabilir. Dünyayı siyah beyazlara sıkıştırdığın zaman… İnek kutsal bir hayvan mı değil mi? Domuz eti haram mıdır?
- Kime göre neye göre?
O zaman biraz daha perspektifi açıp dünyaya daha geniş yerden bakmak lazım. Ben Avustralya ya gittim merak ettim Aborjinleri, 'ilkel' topluluk değil mi, çölü geçmeleri üç ay sürüyormuş su koydukları kırbaların içine minik su birikintilerden su dolduruyorlar ama o suları bitirmiyorlar, kendilerin sonra geçecek hayvanlar için. Biz medeniyiz değil mi? Ne kadar görece, uygar olmak. Aborjinler kol saat kullanmıyor, zamanı durdurabilecek misin neyi değiştireceksin diyorlar. Perspektifi biraz açtığın zaman hakikaten insanın hayatı daha şenlenir onu söyleyeyim.
- Neşeyi bulur diyorsunuz?
Bulur.
KARA GÖRÜNDÜ DER BİRİ MUTLAKA
- Biraz okumak yazmak alt yapıyı sağlam tutmak lazım değil mi?
Şu an üç kitap birden okuyorum, benim tuvalet kitabım da ayrıdır.
- Hiçbir anınız boş geçmiyor...
Gence sor der ki benim vaktim çok, ben derim ki benim vaktim yok. Ama küçükken de okurdum, 10 yaşında Doğan Kardeş çocuk dergisine abone yapmışlardı her perşembe gelirdi, ilk şiirim orada yayımlandı, oynatıyorum zannettim. "Her perşembe gününü ben dört gözle beklerim, Doğan Kardeş sen nerdesin diye seni özlerim, yazı doludur içi, resimleri çok cici, dergilerin içinde Doğan Kardeş birinci." Ya… Bu dergi bende var. İşte böyle… Okuyorsun filan, bir de profesörün biri çıkıyor AKP’li "nefret ederim okuyandan ben cahil severim" diyor bu olacak şey mi?
- Müjdat Gezen bunu duyunca ne yapsın?
Adama söylenecek laf malum ama yeni bir dava konusu çıkar. Şu Boğaziçili çocuklara yapılan reva mı? Bir toplum sokaklardan yemek toplarken bir liralık ekmek kuyruğunda 230 kişi duruyorken Boğaziçili öğrencilerle uğraşılır mı? Bu da geçer, bu da geçer!
- Geçmek zorunda…
Tabii. Demokrasi bir yere kadar hazmediyor bir yerden sonra da senin yaptığın demokrasi değil diyor. Benim gemici ehliyetim var. Tekne kullanabiliyorum. Hep biri çıkar siren direğine, "kara göründüüü" der o laf bir umuttur, yemeği bitmişse, suyu bitmişse o kara göründü dediği yerde vardır mutlaka.
"Ben dünyaya pozitif bakmayı seviyorum. Birazcık tebessümle, Nasrettin Hoca gibi Konfüçyüs gibi bakmayı seviyorum. Onlar baskı yapıyorlar diye fikirlerimizden ödün veremeyiz ki. Bana diyor ki “Beni eleştirme!” Sen beni eleştiriyorsun, “sanatçı müsveddesi” diyorsun… Kanunlara göre de siyasetle uğraşanların eleştiriye daha toleranslı olmaları gerekiyor."
BENİ ZEKİ ALASYA KURTARDI
- Gemi ehliyeti nereden geldi?
Panik atak yüzünden. Doktor, deniz tavsiye etmişti... Mustafa Alabora’ya diyordum gel gri tur yapalım diye. Giderdik Çınarcık'a oradan Avşa Adası'na oradan Marmara Adası'na sonra dönerdik. Marmara'da suyun rengi gri ya…
- Panik atak çok işgal etti mi hayatınızı?
Beni Zeki Alasya kurtardı. "Oğlum sen doğru ilaç almıyorsun" diye Serdar Serdaroğlu'na götürdü, onun yazdığı ilaç beni hayata döndürdü. Panik atak, evden çıkmak istemiyorsun, canın sıkılıyor küçücük bir şeyi büyütüyor kafa...
- Çok çalışmaktan mı oluyordu acaba?
Evet, çok yoruldum gerçekten, yorgun düştüm. Ben, 10 yaşında tiyatroda sahneye çıktım, 16 yaşını bitirdiğim gün anneme ilk maaşımı götürdüm, 61 yıldır durmadan çalışıyorum ben.
- Siz duracak biri değilsiniz…
11 aydır evden çıkmıyoruz, okulda ders veriyorum, okulun yönetimi ile ilgileniyorum, tiyatroya gidiyorum oyun koyuyorum, en son oyunumun kadrosu 117 kişiydi, şimdi bunların hiçbiri yok. Olmayınca ne yapayım 3 kitap kitap yazdım, ilki altı günde 2. baskıyı yaptı.
Zeki Müren, ilk plağını babası Necdet Gezen’le yapmış, kitaptan özetle: “Zeki Abi bana küstü, bir gün ‘Müjdat benim tak- lidimi yapıyorsun, haydi benim hatırım yok, Necdet Abimin de mi hatırı yok? Lütfen artık yapma’ dedi. O günden sonra yapmadım.” “Demek ki alınmış” deyince gülüyor: “Çok benzetiyordum da ondan!”
DURURSAK DÜŞERİZ!
- Yoruldum demek şikayet etmek yok o zaman...
Şöyle yani aramızda konuşuyoruz (gülüyor)
- Üretmeden duramayacaksınız...
Durursak düşeriz… Durursam düşünce de durur düşünce durdu mu kelimeleri karıştırmaya başlar insan unutkanlık gelir beyne, ben üç bulmacayı çözmeden sokağa çıkmam, gazetelerimi okurum, sonra bulmacalarımı çözerim ona göre ayarlarım randevularımı…
- Pandemi süresince en çok özlediğiniz ne oldu?
Okulu, öğrencileri, öğretmen arkadaşlarını insan özlüyor. Hop dedi sahneden indik biz. Yılmaz Özdil’in Mustafa Kemal oyununu oynuyorduk, oratoryo gibi yapmıştım ben onu, kapalı gişe, insan sudan çıkmış balığa döner ama ben hemen kanalize ettim kendimi, resim yapmaya başladım, kışlık eve geldik bir daktilo var önümde, hayatımı yazmaya başlıyorum, anekdotlar halinde, sıçramalar halinde… Riya yok içinde, üç kağıt yok… Benim ne hırsım oldu ne hedeflerim her şey kendi kendine oldu...
TÜRKİYE'Yİ HIRS BU HALE GETİRDİ
- Nasıl oldu peki?
Ben fazla hırsın insanı kötüye yönelteceğine inanırım, hırs Türkiye’yi bu hale getirmiştir onu da size söyleyeyim. Onun yerine bilinçli çalışmak, emek. Emekle hırs çok farklı şeydir ben mesleğime emek verdim.
- Peki genel olarak hayata nasıl bakıyorsunuz?
Hayatın güzel yanlarını cımbızlıyorum ben, bugünkü havanın güzelliğine bakın mesela… Yarın atlayıp ormana gideceğiz, karavanım var… Ne yapayım hayatım, zaman azaldıkça daha ekonomik davranalım. Yaşamayı seviyorum. Başucu kitaplarım var. Sabahleyin Konfüyüs'ü elime aldım, "Seçkin kişi, iyi insan, nefsini aklıyla idare eder ve gerçek cesareti ödevlerini sarsılmadan yerine getirmekte bulur, bayağı adam nefsiyle aklını yönetir ve gerçek cesareti saygısızlıkta bulur" diyor. Ben de bunu yeni kitabıma aldım. Ekleyecek bir şeyi yok.