Mollaların Gölgesinde/ 6
İran'dan Avrupa'ya eğitim için ilk öğrenciler 1815'te gönderildi. Devlet tarafından Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi İranlı soyluları da harekete geçirdi. Avrupa'ya eğitim için giden öğrenci sayısı hızla artarken İran'da modern eğitim veren okullar birbiri ardına açılmaya başlandı.
cumhuriyet.com.trBir yandan yeni okullar açılırken bir yandan da Batılı eserleri tercüme hamlesi eşzamanlı yürütüldü. İran’da gazetelerin çıkışı da aynı döneme rastlar. Bütün bu eğitim hamlesi ve Batılılaşma çabalarının sonucunda Osmanlı’daki Jön Türklere benzer muhalif bir aydın sınıfı ortaya çıktı. Devlet tarafından desteklenen ilk dönem aydınların hedefleri sadece Batı’daki bilim, teknoloji ve eğitim alanındaki yeniliklerin İran’a getirilmesi ile sınırlıydı. Batı’da eğitim görenlerin sayısı arttıkça köklü değişim talepleri dillendirilmeye başlandı.
İran ve Türkiye’nin modernleşme süreci, neden sonuç ilişkisi açısından büyük bir paralellik gösterir. İki ülkede de uzun süren savaşlar sonucunda yaşanılan toprak kayıpları, ülke coğrafyasındaki demografik yapı değişiminin getirdiği göç dalgası, galip devletlere antlaşmalar yoluyla verilen imtiyazlar ve ekonominin dışa bağımlı hale gelmesi hem devlet yönetimini hem de aydınları, bu çıkmazdan kurtulmak için arayışlara yöneltmiştir. İşe, “Savaşlarda neden yeniliyoruz” sorusuna yanıt aramakla başlanmış ve ordunun ıslahı öncelikli sorun olarak görülmüştür. Yeni ordu, bu ordunun yeni silahlarla donatılması ve yeni silahların üretimi için yetişmiş insan gücüne ihtiyaç vardı. Ordunun modernleşmesi çalışmalarını eğitimin modernleşmesi çalışmaları izledi.
Avrupa’ya eğitime gittiler
İran’dan Avrupa’ya eğitim için ilk öğrenciler 1815’te gönderildi. Devlet tarafından Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi İranlı soyluları da harekete geçirdi. Avrupa’ya eğitim için giden öğrenci sayısı hızla artarken İran’da modern eğitim veren okullar birbiri ardına açılmaya başlandı. İlk modern okullar, Osmanlı’da olduğu gibi misyonerler eliyle açıldı. Ancak daha sonra devlet, başta darülfünun olmak üzere Batılı eğitim veren pek çok okul açtı. Bir yandan yeni okullar açılırken bir yandan da Batılı eserleri tercüme hamlesi eşzamanlı yürütüldü. İran’da gazetelerin çıkışı da aynı döneme rastlar. Bütün bu eğitim hamlesi ve Batılılaşma çabalarının sonucunda Osmanlı’daki Jön Türklere benzer muhalif bir aydın sınıfı ortaya çıktı. Devlet tarafından desteklenen ilk dönem aydınların hedefleri sadece Batı’daki bilim, teknoloji ve eğitim alanındaki yeniliklerin İran’a getirilmesi ile sınırlıydı. Batı’da eğitim görenlerin sayısı arttıkça köklü değişim talepleri dillendirilmeye başlandı. Fransız Devrimi’nin etkisiyle eşitlik, özgürlük söylemiyle yola çıkan ikinci aydın grubu, egemenliğin, gerçek sahibi olan halka verildiği, yönetimin ve ulemanın yetkilerinin sınırlandırıldığı, yabancıların elini çektiği bir ülke hayali kuruyordu. Batılı değerleri savunmalarına karşın milliyetçi olan ve dinin halk üzerindeki etkisini göz ardı etmeyen aydınlar, gizli örgütler ve basın-yayın yoluyla muhalefet cephesini genişletmeye çalıştılar. Ancak ulemaya göre halka ilişkileri daha zayıf olduğundan kitlesel eylemlerde öncü rolünü oynadıkları pek söylenemez.
Bu dönemde ulema sınıfının yapısında da önemli değişimler gözleniyordu. Yönetime karşı mesafeli olan ve biat eden ulemanın yerini, siyasete daha aktif katılmak isteyen, yönetimi eleştiren yeni bir din adamları sınıfı almıştı.
Örf ve Şar mahkemeleri
Kaçar Hanedanlığı döneminde iki başlı olan yargı sistemi de ulemanın toplumsal konumunu güçlendiren etkenlerden biriydi. Yargı sisteminde “Örf” mahkemeleri devlete karşı işlenen suçları ele alırken, Ulema’nın denetimindeki “Şar” mahkemeleri sivillerin uyuşmazlıklarına bakıyordu. 19. yüzyılda ticari faaliyetlerin artmasıyla “Şar” mahkemelerinin önemi ve iş yükü arttı. Buna paralel olarak ulemanın nüfuzu da daha önemli hale geldi.
Ulema, Kaçar Hanedanlığı döneminde rüştünü ilk olarak, Rus savaşı öncesinde yaptığı “cihat” çağrısının halktan karşılık bulmasıyla ispatlamış oldu. Şah Fetih Ali, seferberlik çağrısında bulunması için ulemanın desteğini istedi. Şahın talebi üzerine ulema, Rusya’ya karşı cihat ilan etti ve halkı savaşa çağırdı. Yönetim ulemanın jestini karşılıksız bırakmayarak kıdemli müçtehitlerden oluşan bir Danışma Meclisi kurdu ve Muhammed Bağer Şefeti’yi Hüccet’ül- İslam unvanıyla ödüllendirdi. Aslında Kaçar hanedanları halk nezdinde meşruiyet kazanmak için ulemayı kullanırken, ulema da bu sayede sosyal ve siyasal gücünü pekiştiriyordu.
Kaçar Hanedanlığı’nın otoritesinin zayıflaması nedeniyle daha çok hareket alanı bulan ulema, geleneksel pazar erbabı olarak tanımlanan esnaf ve tüccar sınıfından da destek görüyordu. Hanedanlığın ilk döneminde devlet tarafından ithal ikameci politikalar ve vergi muafiyetleriyle desteklenen tüccar, toplumda aydınlar ve ulemanın yanında üçüncü bir güç olarak ortaya çıkmıştı. Ancak yabancılara tanınan imtiyazlar nedeniyle ciddi bir kan kaybı yaşayan tüccar sınıfı, toplumsal olaylarda ulema ile birlikte ön saflarda yer almıştır. Tüccarlar, örgütlü gücü ve hızlı organize olma yetenekleri nedeniyle toplumsal hareketlerde her zaman fitili ateşleyen sınıftır. Kepenk indirme protestoları en sık başvurdukları protesto eylemidir.
İki muhalif sınıf sıkıştırıyordu
Yeni dönemde Kaçar Hanedanlığı iki muhalif sınıf tarafından sıkıştırılıyordu. Bir yanda Batı’dan aldığı eğitimlerin etkisiyle sekülerizmi savunan milliyetçi bir aydın sınıfı, diğer yanda mevcut yönetimi “gayrimeşru” sayan ve ulemanın tek yetkili olduğu bir düzeni savunan ulema. Esnaf ve tüccar sınıfı ise bu iki sosyal sınıfın arasında bir yerde konuşlanmıştı. Dinsel anlamda muhafazakâr, ancak Batılı yaşam tarzına da sıcaktılar. Ancak farklı beklentileri olsa da bir çok antiemperyalist eylemde bu üç grubu yan yana görüyoruz.
Ulemanın ilk baskısı
Ulemanın, siyasi erk üzerinde en etkili baskı unsuru olduğunun farkına vardığı ilk olaydır tütün boykotu. 1890’da İran’da tahtta Nasrettin Şah bulunuyordu. Gösterişli yaşamı seven ve sık sık yurtdışı seyahatlerde bulunan Nasrettin Şah, İngiltere ziyareti sırasında İngiliz yönetiminin isteği üzerine tütün üretimi, işlenmesi, satışı ve ihracat hakkını 50 yıllığına G.F. Talboot firmasına devretti. İran’da izinsiz tütün üretimi ve satışı yasaklandı. Tütün tekelinin bir İngiliz firmasına verilmesi, tütün üreten, işleyen ve satan geniş bir kesimin işini kaybetmesi demekti.
Tütün tekelinin Talboot firmasına verilmesi haberi İran’da duyulunca tüccar ayaklandı. Birçok ilde toplu protesto gösterileri yapıldı. İsfahan’da esnaf tütün depolarını ateşe verdi ve ulemanın öncülüğünde ayaklandı. Tebriz’de de benzer durum yaşandı. Tahran’da Hacı Mirza Hasan Aştiyani tütün içilmesini ve satılmasını boykot eden fetva yayımladı. Şah, tütün boykotu için fetva yayımlayan Aştiyani’yi sürgüne göndermekle tehdit etti. Halk, Aştiyani’nin evi önünde toplanarak Şah’ı protesto etti. Ancak Aştiyani’nin fetvası sınırlı bir etki yaratırken Necef’te oturan en kıdemli müçtehit Mirza Hasan Şirazi’nin, ebedi cehennem azabı cezasıyla tütün tüketimini ve satışını yasaklayan fetvası halk üzerinde çok etkili oldu. Şirazi, fetvasında “Bugün tütün kullanımı İmam-ı Zaman’la muharebedir” diyordu. Fetva, İran’a ulaşınca Hacı Muhammed Kazım Melek’ül Tüccar tarafından halka duyuruldu.
Şah yönetimi sıkıştı
Şah ve yakın çevresi, bu fetvanın Mirza Hasan Şirazi’ye ait olmadığını, Mirza Kazım Melek’ül-Tüccar tarafından yazıldığını ve Aştiyani’nin emriyle yayımlandığını öne sürdü. Büyük müçtehitler, Şirazi’ye telgraf çekerek fetvanın doğruluğunu sordular. Şirazi fetvanın kendisi tarafından verildiğini açıklayınca Şah yönetimi köşeye sıkıştı.
Boykota ülke çapında uyuldu. Fiyatı düşen tütünü bulmak zorlaştı. Saray bile tütün bulamaz duruma geldi. Şah’ın hizmetçileri, nargileleri kırıp Şah’ın hareminin önüne yığdılar. Boykot başarıya ulaşınca Nasrettin Şah, İngiliz firmasına 5000 sterlin tazminat ödeme pahasına tütün tekelini veren anlaşmayı feshetmek zorunda kaldı.
1906 Anayasa Devrimi
Tütün boykotu, ulema ve esnafın daha sonra gerçekleşecek ortak eylemlerinin ilk nüvesini oluşturur. Orta sınıfı oluşturan esnaf kesimi ile ulema arasında işbirliği dinsel temellere dayanıyordu. Mütedeyyin bir kitle olan esnaf ve tüccar sınıfı, ulemanın en önemli finansörüydü. Dinsel törenleri de finanse eden bu kesim, aynı zamanda ulemaya yüksek oranda “humus” ödeyen kesimi oluşturuyordu. Esnafın verdiği zekâtlar sayesinde güçlü bir ekonomiye hükmeden ulema, bu nedenle esnaf ve tüccarın yabancılara verilen imtiyazlar nedeniyle mağdur edilmesine sessiz kalamazdı.
Esnaf-ulema işbirliği tütün boykotu ile başlayıp 1906 Anayasa devrimine kadar artarak sürdü. 1890’dan 1906’ya kadar geçen sürede bu iki grup, yönetime ve yabancı tekellere karşı birçok eylemde işbirliğini sürdürdü.
Nasrettin Şah’ın 1896 yılında iflas eden bir esnaf tarafından öldürülmesinden sonra da İran’da durum değişmedi. Tahta çıkan Muzafferüddin Şah (1896-1906), halk üzerindeki baskı ve sansürü bir nebze azalttıysa da ekonomideki çöküşü durdurmadı. Tam tersine esnaf üzerinde vergilerin artırılması, yabancılara petrol çıkarma izni ve yollardan geçiş ücretlerini toplama gibi imtiyazlarının verilmesi bu dönemde gerçekleşti.
1905 yılına gelindiğinde İran’da esnaf, aydın ve ulema sınıfının, Kaçar Hanedanlığı’na karşı tepkileri doruğa çıktı. Bazergân denilen esnaf ve tüccar sınıfı, ağır vergi yükleri ve yabancı şirketlere tanınan imtiyazlar nedeniyle yönetime diş bilerken, ulema kendilerine ait gördüğü yönetimde daha çok söz sahibi olmak, aydınlar ise eşitlik ilkesinin ve kuvvetler ayrılığı prensibinin yasal güvenceye kavuşturulması için mücadele ediyordu. Bu üç grup ilk kez meşrutiyetin ilanı ve anayasanın hazırlanması için güç birliği yaptılar. Ancak meşrutiyete giden yolun kilometre taşlarını döşeyen kitlesel eylemlerde esnaf ve ulema yine ön saftaydı.
Üç büyük eylem daha
Yönetime karşı verilen mücadelede tütün boykotu ile ilk raundu kazanan esnaf ve ulema, bu olaydan sonra anayasa devrimine giden süreci başlatan üç büyük eyleme daha girişti. Bunlardan ilki, İran Gümrük Müdürü Mösyö Noz’un görevden alınması için yapılan eylemdi. Tüccarlar, kendileri aleyhine ağır gümrük tarifeleri uygulayan Belçika asıllı Mösyö Noz’dan yaka silkiyordu. Ancak onu görevden aldırmak için yaptıkları girişimler sonuçsuz kalıyordu. Mösyö Noz’un bir partide molla kıyafetiyle nargile içerken çekilen resim basında yer alınca, halk ayaklandı. Şah, ayaklanmayı bastırmak için Mösyö Noz’u görevden almayı taahhüt etti. Bu sözünü yerine getirmese de sorunu uzun vadeye yayarak kamuoyunun tepkisini soğutmayı başardı.
Esnaf ve ulemanın sahneye koyduğu ikinci eylem, bir Rus bankasının yıkılması olayıdır. Tahran’da Ruslara banka yapılması için kiralanan binada yeni öldürülmüş kişilere ait cesetlerin, bu kuyuya atılması nedeniyle halk, camideki vaizin konuşmasından etkilenerek bankaya saldırarak binayı yıktı.
Bu dönemde yaşanan üçüncü kitlesel eylem, daha önceki eylemlere karışan tüccarların sadrazam tarafından makama çağrılarak fahiş fiyatla mal sattıkları gerekçesiyle sopalanmasına karşı gelişti. Tüccarların falakaya yatırıldığı duyulunca esnaf önce camilerde toplandı ardından da sokağa döküldü.
İran halkı artık kendi gücünün farkına varmıştı. Ulemayı arkasına alan tüccar sınıfı, yönetimin keyfi uygulamalarına karşı her fırsatta sokağa döküldü. Yirminci yüzyılın başlarında tüccar-ulema işbirliği ile yapılan üç eylem daha var ki, Kaçar hanedanının da sonunu hazırladı denebilir. Bunlardan ilki “Küçük hicret”, ikincisi “Büyük hicret” diye anılır. Şah’a karşı öldürücü darbe niteliğindeki son eylem ise İngiltere Büyükelçiliği’nin kuşatılmasıydı. Şimdi bu eylemleri kısaca anımsayalım.
Küçük Hicret: Tüccarların yakınmaları üzerine harekete geçen büyük müçtehitler ve öğrencileri, greve çıkma kararı alarak binlerce kişiden oluşan kalabalık bir grupla Rey’e doğru yürüyüşe geçti. Başlarında Ayetullah Tabatabai ve Ayetullah Behbahani olmak üzere yürüyen ulema ve esnaf, Şah’a elçi göndererek Gümrük Müdürü Mösyö Noz ile Başbakan Ala’nın görevden azlini, esnaf üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi, adil bir düzenin kurulması ve İslami yasaların uygulanması yönündeki isteklerinin acilen yerine getirilmesini istedi. Şah, bu istekleri yerine getireceği sözünü verince eylem sona erdi.
Büyük Hicret: Şah, verdiği sözlerin yerine getirilmesi için Sadrazam Eynüldevleh’i görevlendirmişti. Ancak sert tutumuyla tanınan Eynüldevleh, işi ağırdan almakla kalmayıp, eylemcilerden bazılarını, hapis ve sürgünle cezalandırınca ülkede yeni bir gerginliği başlatmış oldu. Tutuklanıp askeri hapishaneye atılan ulemadan Şeyh Muhammed’i kurtarmak için halk hapishaneye saldırdı. Bu eyleme esnafla birlikte öğrenciler de katılmıştı. Askerlerin halkın üzerine ateş açması sonucunda bir öğrenci öldü. Ancak eyleme son vermeyen kalabalık, Şeyh Muhammed’i hapisten kurtardı. Olayda yaşamını yitiren öğrenci defnedildikten sonra halk camilerde toplandı. Ulema, protesto için Kum’a yürüme kararı almıştı. Bu yürüyüşte ulemaya binlerce kişi eşlik etti. Çıkan çatışmalarda 22 kişi öldü. Yürüyüşü başlatan ulema liderleri arasında Seyit Cemal Afgani, Seyit Muhammed Tabatabai, Mirza Abdülkasım, Ayetullah Behbahani de bulunuyordu.
İngiltere Elçiliği’nin kuşatılması: Kum kentine yürüyen ulemanın geri getirilmesi için on binlerce kişi İngiltere Büyükelçiliği önünde toplandı. Göstericiler, eyleme son vermek için Kum’a göçen ulemanın geri getirilmeye ikna edilmesi, Sadrazam Eynüldevleh’in azli, hapishane önünde öldürülen öğrencinin katillerinin cezalandırılması, adil bir düzenin kurulması ve meşrutiyetin ilan edilmesi koşullarını öne sürdüler.
Çaresiz kalan Şah Muzafferüddin, eylemcilerin koşullarını kabul etmek zorunda kaldı. Sadrazamı görevden aldı. Yerine atadığı Mirza Nasrullah Han’ı Kum kentine göçen ulemayı Tahran’a davet etmekle görevlendirdi. Eyleme katılan Batı’da iyi eğitim görmüş aydınların teşvikiyle halkın da istediği Meşrutiyet’in kurulması için İngiltere Büyükelçiliği’nde müzakerelere başlandı. Eylemcilerin kararlı tutumu sonuç verdi ve 3 Ağustos 1907’de İngiltere Büyükelçiliği’nin bahçesinde Meşrutiyet ilan edildi.