Modernleşme hikâyemiz-2
Yenilgiler Osmanlı’da değişim ve reform çağının başlamasını dayatıyordu. Bu reform çağının önemli padişahları III. Selim (1789-1807) ve II. Mahmut’tur (1808-1839). En önemli konu askeri yenilgileri durdurmak olduğu için, askeri alanda teknik gelişmelerin izlenmesi ön plana alındı ve barut üretimi, top dökümü, donanma, tersanelerde gemi yapım konularına yoğunlaşıldı. Kısa bir özet verelim...
Alev CoşkunIII. Selim ve II. Mahmut DEVİRLERİ, osmanlı’da reformların başlama dönemidir
III. SELİM
1795’te Askeri Mühendislik Okulu “Mühendishane-i Berr-i Hümayun” kuruldu. III. Selim’in birinci önceliği, Nizam-ı Cedit (Yeni düzen) adında modern bir ordu kurmaktır. Bu isim, sonradan, III. Selim’in tüm reformlarının genel adı oldu.
II. MAHMUT
Osmanlı İmparatorluğu’nun 30. padişahı II. Mahmut, içe dönük kargaşalar ve isyanlar, dışta başarısız savaşlarla dolu bir dönemde 30 yıl, 11 ay padişahlık yaptı. (28.7.1808- 1.7.1839)
BİR REFORMCU OLARAK II. MAHMUT
II. Mahmut, Batılı gözlemciler tarafından bir yüzyıl önceki Rus Çarı Büyük Petro ve kendi zamanındaki Mısır Hıdivi Mehmet Ali ile karşılaştırılmıştır. Mahmut, Avrupalı kralların giysilerine benzer bir kılıkla, kavuğunu, kürkünü, sorgucunu çıkararak, sakalını kısaltarak halkın karşısına çıkan, hatta halkın içine geziler düzenleyen ilk Osmanlı padişahıdır.
Mahmut, Osmanlı merkezi yönetiminde ilk kez yer alan üç meclis kurdu. Bunlar:
- Hükümet Şûrası (Dar-ı Şûrayı Bab-ı Âli).
- Adliye İşleri Yüksek Kurulu (Meclis-i Ahkâm-ı Adliye).
- Askeri Şûra Dairesi (Dar-ı Şûrayı Askeriye).
Mahmut, Şeyhülislamlığı merkezi hükümet yönetiminin dışında bıraktı, adeta “Dinsel Hukuk Genel Müdürlüğü” denilebilecek bir niteliğe getirdi.
Prof. Berkes’e göre, “eski totaliter din-devlet birleşiminde ilk çatlama, ilk ikilenme böyle başladı.”
Mahmut döneminden, ileriye dönük miras olarak geçecek en önemli terimler, “maarif”, “fen” ve “nafia” terimleridir.
II. Mahmut zamanında “fen”terimi, yeni bilgi ve teknikler için eski dönemin ulemasından ayrılmak amacıyla kullanılmaya başlandı. “Nafia” yani “yararlı işler” terimi yerleşti. Ayrıca, yararlı işler Meclisi (Meclis-i Umur-u Nafia) oluşturuldu.
Medrese sistemine karşılık, yeni ve bilinmeyen bilgilerle uğraşmak için “maarif” (eğitim) terimi önem kazanmaya başladı. Bu terimin arkasından “münevver” (aydın) terimi ortaya çıktı.
Padişah ilk kez elçiliklerde verilen davetlere katılıp opera ve balolara gitti. Padişahın resminin devlet dairelerine asılması geleneği yerleştirildi.
FES - CEKET - PANTOLON
II. Mahmut, 3 Mart 1829’da devlet memurları için fes, ceket ve pantolon giyilmesi mecburiyetini getirmişti. Fese karşı çıkanlar oldu. Sonraları, fes Osmanlı’nın haline geldi. Fesin Osmanlı toplumunda kabul edilmesi, 1925’te şapkanın getirilmesi gibi sancılı olmuştur.
EĞİTİM REFORMLARI
Mahmut zamanında özellikle askeri sistem ve donanma güçlendirildi. Askeri üniforma olarak ceket, pantolon ve potin giyilmesi kabul edildi. 1827 yılında Tıbbiye (Tıbbiye-i Şahane), 1831 yılında Mızıkayı Hümayun (Askeri Müzik Okulu), 1834’te Harbiye (Harp Okulu) kuruldu.
Tıbbiye’nin açılış töreninde Padişah II. Mahmut, bizzat hazır bulundu ve bir açılış konuşması yaptı. Bu önemli konuşmadan alınan kimi cümleler çarpıcıdır:
“Bu okula, insan sağlığının korunması gibi kutsal bir ödeve kendini verecek bir okul olacağı için önem verdim...
FRANSIZCA
Bu okulda tıp öğrenimi Fransızca yapılacaktır.
...Fransızca öğrenmenizi istemekten maksadım, onu sırf bu dilin hatırı için öğrenmeniz değil, tıbbı öğrenmeniz ve bu bilimi adım adım kendi dilimize kazandırmanızdır.”
II. Mahmut’un Tıbbiye’de Fransızca eğitimini zorunlu kılması, tıp okulunu açarken yaptığı açılış konuşması, onun dini kuralların yoğun olarak okunduğu “ulema” yetiştiren klasik din okullarından uzaklaşıp laik eğitime önem verdiğini gösteren çok önemli bir adımdır.
1834’te devlet memuru ve tercüman yetiştirmek için iki orta dereceli okul, Mekteb-i Maarif-i Adliye (Memur Yetiştirme Okulu) ve Mekteb-i Ulumu Edebiye (Edebiyat Bilimleri Okulu) adında okullar açtı. İstanbul’da Müslüman ailelerin çocukları için ilkokul zorunlu hale getirildi.
- 1831’de nüfus sayımı ve emlak yazımı yapıldı; 1834’te Posta Teşkilatı kuruldu.
- Kılık ve kıyafette reform yapılarak memurlara ceket, fes ve pantolon giydirildi.
- Diğer önemli bir kurum, merkezi yönetimde dışişleriyle ilişkili olarak kurulan Tercüme Odası’dır.
Bu Tercüme Odası’ndan geleceğin en az bir Avrupa dili öğrenmiş aydınları yetişmeye başladı. Burada öğrenilen Fransızca aracılığıyla Türk toplumunda, Fransız edebiyat ve düşün dünyası ile ilişki başladı. Divan Edebiyatı’ndan Tanzimat Edebiyatı’na geçiş de bu Tercüme Odası yoluyla gerçekleşti.
- 1831’de ilk Osmanlı gazetesi Takvim-i Vekayi ve Le Moniteur Ottoman yayımlanmaya başladı.
REFORMLAR
III. Selim’le başlayan ve II. Mahmut’la süren dönem Osmanlı devletinde reformların başlama dönemidir. Dinsel eğitim alanından, çağdaş ve laik eğitim alanına geçiş çalışmalarının başlamasıdır.
Ancak geleneksel eğitimden birden uzaklaşılmamıştır. Az çok eğitim görmüş kişi, bir yandan dini geleneğe dayalı ilköğretimi alacak, sonra da laik okullara gidebilecektir. Bu nedenlerle geleneklerine bağlı halk, II. Mahmut’a “Gâvur Padişah” adını vermişti.
BATI’DA GELİŞMELER
Osmanlı’da bunlar yaşanırken, kısaca Batı dünyasına da bakmakta yarar var... Batı dünyasında yüzyılları aşkın bir süre “karanlık ortaçağ” adı verilen bir dönem yaşanmıştır.
Bu dönemde insan aklı, dogmaların kalıplarının baskısı altında yaratıcılıktan yoksun ve başarısız olmaya mahkûm edilmişti.
Uzun süren ve bir yandan kralların otoriter yapılarına, öte yandan da kilisenin dinsel baskılarına karşı Batı dünyası Rönesans (Yeniden Doğuş) ve Reform (Dinsel Devrim) yaparak akıl çağına ulaşabildi.
Düşünsel gelişme açısından Batı’nın uygarlık tarihi genel olarak: Ortaçağ Öncesi Dönem, Ortaçağ’ın Karanlık Dönemi ve Akıl Çağı olmak üzere üç döneme ayrılır.
Ortaçağda, Avrupa’da siyasal iktidar, dinsel iktidarı temsil eden Kilise ile birlikteydi. Kralların “meşruiyet” kazanması da kilisenin onlara taç giydirmesine bağlıydı. Ortaçağda yaşam aslında Kilise tarafından denetim altına alınmıştı.
Papalığın, Tanrı’yı temsil ettiği, Tanrı’nın papaya yalnız evrensel kiliseyi değil, tüm dünyayı yönetme yetkisini verdiği kabul ediliyordu. Bu egemenlik ilke olarak 1789 Büyük Fransız İhtilali’ne kadar sürdürmüştür.
BÜYÜK FRANSIZ İHTİLALİ
Tarihte “The Grand Revolution”, Büyük İhtilal olarak kabul edilen 1789 Fransız Devrimi eşitlik, özgürlük, kardeşlik, adalet kavramlarıyla doğdu ve o tarihten sonra bütün dünyada toplumsal hareketler üzerinden etkili oldu.
Aydınlanma felsefesinin Fransa’daki öncüleri arasında yer alan Voltaire, J.J. Rousseau, Diderot ve Montesquieu gibi düşünürlerin yapıtlarında savundukları düşünceler toplum içinde hızla yayılıyordu. Bu düşüncelerin temel noktaları şunlardır:
- Aklın öne çıkması,
- Hurafeye değil, pozitif bilime olan inanç,
- Bireysel ve toplumsal hak ve özgürlükleri üstün tutma ve bu temel düşünceler üzerinde yükselen özgürlük, eşitlik, adalet ve milliyetçilik düşünceleri...
1789 Fransız Devrimi dört yüz yıllık büyük bir toplumsal gelişmenin ürünüdür. Bu toplumsal gelişimin kökeninde “Rönesans” ve “Reform” hareketleri vardır.
RÖNESANS
Rönesans’ın dünya görüşü, “hümanizm” (insancıllık) düşüncesinin dışavurumudur. Ortaçağlarda düşünce yaşamına egemen olan “skolastik felsefe”yi din adamları yaratmıştı. Hümanizma (insancıllık) akımı ise, Kilise dışındaki kültür adamları tarafından başlatıldı. En önemli temsilcilerinden bazıları Dante, Petrarca, Leonardo Bruni, Erasmus, Leonardo da Vinci ve Bellini’dir.
Rönensans bu nedenle toplumsal, siyasal ve ekonomik değişimlere yol açan ve yüzyıllarca süren insancıl değerlere dayalı bir bilim, edebiyat, felsefe ve sanat akımıdır.
REFORM
Latince ve Fransızca kökenli reform kelimesinin sözlük anlamı “bir şeydeki aksaklık ve eksiklikleri düzelterek daha iyi duruma getirmek için işler, yenilikler”dir.
Reform, temelde 16. yüzyılda Avrupa’da Kilise içinde ve Kilise’ye karşı gerçekleşen bir harekettir. Bu hareket, Hıristiyanlık dininde, iki ana kolun (Ortodoks ve Katolik) yanında Protestanlık akımının ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Protestanlık, mevcut Kilise düzenine karşı çıkmak, protesto etmek anlamındadır ve en büyük önderleri Martin Luther ve Jean Calvin’dir.
Katolik mezhebinin sert “taassubuna” , bağnazlık ve fanatizme karşı verilen bir savaş söz konusudur. Bilimsel araştırmaya ve sonuçlarına karşı çıkan ve Kilise’ye karşı, pozitif bilimin ve eleştirel aklın başarılı olmasının mücadelesi yürütülüyordu.
Temelde Rönesans ve Reform, Avrupa’da feodal yapıya, soylulara, kralların despotik yönetimlerine ve Kilise’nin mutlak otoritesine karşı verilen savaşın sonuçlarıdır.
Gerçekten, 16. ve 17. yüzyıllarda, Avrupa’da mezhep akımları arasındaki savaş çok çetin geçti, çok kan aktı. “Yüzyıl Savaşları” ve “Otuz Yıl Savaşları” adı verilen savaşlar aslında din ve mezhep savaşlarıdır.
AYDINLANMA ÇAĞI
18. yüzyıla gelindiğinde Avrupa’da Aydınlanma Çağı adı verilen çok önemli bir döneme ulaşıldı.
18. yüzyılda İngiltere’de başlayan ve giderek bütün Avrupa’ya yayılan “sanayi devrimi” ekonomik yönden yepyeni bir toplum düzeni, kapitalizmin gelişmesi kentlerde yaşayan ve “burjuva” adı verilen yeni bir sınıfın doğmasına yol açmıştı.
İNSAN HAKLARINA DAYALI BİR DÜZEN
1789 Büyük Fransız İhtilali ile başta Fransa olmak üzere bütün Avrupa’da toplum ve devlet yapısında, yepyeni bir toplumsal düzen, “Tanrı’nın hakları” sistemi yanında “insan haklarına” dayalı yeni bir düzen egemen oluyordu.
Görüldüğü gibi, Fransız İhtilali, Aydınlanma hareketinin ürünüdür. Feodal düzene, bağnaz Kilise yönetimine, kısaca karanlık ortaçağ düzenine karşı aydınların, bilim insanlarının, sanatkârların öncülüğünde gelişmiş ve burjuva sınıfının da katılımıyla ihtilale dönüşmüş bir özgürleşme hareketidir.
Fransız İhtilali tam anlamıyla özümsenmeden, 20. ve 21. yüzyıldaki toplumsal gelişmeler anlaşılmaz ve doğru çözümlere ulaşılamaz.
1789 Fransız Devrimi’ni aşağıdaki cümle tam anlamıyla özetler:
“Fransız Devrimi, entelektüel ifadesini tamamen kutsal din kurallarının dışında bir söylemde bulan, Avrupa’daki ilk büyük toplumsal ayaklanmadır.”
ISKALANAN SANAYİ DEVRİMİ
Batı dünyası bu dönemde, Sanayi Devrimi’ni yakalamıştı. Buharla çalışan makinenin keşfi, bütün dünyadaki ekonomik ve sosyal yapıyı altüst etmişti.
Osmanlı Devleti, Sanayi Devrimi’ni ıskalamıştı. Gelişen yeni hayatı görememişti. Görmesi de olanak dışıydı.
Bir yanda Balkanlar’da hız kazanan bağımsızlık hareketleri, öte yanda Batı’nın gerek askerlik gerekse ekonomi alanında artan gücü karşısında, Osmanlı çaresiz kalıyordu. Yukarıda belirtilen Osmanlı’nın reform hareketleri, Batı’daki gelişmenin hızı karşısında başarısız kalıyordu.
Her şeye karşın, III. Selim, II. Mahmut ve Sultan Abdülmecit’in toplam 75 yıl süren saltanatları boyunca reformlar sürdürülmüştür.
Osmanlı toplumu üzerinde çalışan Batılı sosyal bilimci Prof. Jan Zürcher’in belirttiği gibi, Tanzimat döneminde en önemli gelişme aslında eğitim alanında görülür. Bürokrasi ve ordu için mesleki yükseköğretim okullarının kurulmasına özen gösteriliyordu. Kuşkusuz bunların en önemlisi 1859’da kurulan “Mekteb-i Mülkiye”dir.
İlkokullardan mezun olan erkek çocuklar için, “rüştiye” adlı laik okullar kurulmuştu. 1855’ten itibaren ordu, kendi askeri rüştiyeler ağını genişletti, bunları önemli garnizon kentlerindeki “idadi” okulları izledi.
1869’da Galatasaray Lisesi ve 1873’te Aksaray semtinde Müslüman öksüz ve yetimler için “Darüşşafaka” kuruldu.
1876’da ilk anayasa ilan edildi, yapılan seçimlerde ilk Osmanlı Meclisi 1877 yılı sonunda açıldı. Ancak 5 Şubat 1878’de Meclis, Abdülhamit tarafından kapatıldı ve anayasa, 33 yıl rafa kaldırıldı.
İlk anayasayı hazırlayan Mithat Paşa da idam cezasına çarptırılarak, Taif zindanlarına gönderildi ve orada boğularak öldürüldü.
İSLAM DÜNYASINDA, OSMANLI’DA DURUM
İslam dünyası 18. ve 19. yüzyıllarda yoğun dinsel etkiler altındaydı. Fransa’da gelişen devrimin ve “...bu laiklik hareketinin Müslümanlar için çekici hiçbir yönü yoktu.”
Ancak Saray, Avrupa’da olup bitenleri anlayabilmek için 1789 yılında Reisülküttap Ahmet Atıf Efendiye Fransa ile ilgili olarak Divan’a sunulmak üzere bir raporu hazırlattırıyor ve rapor Fransız Devrimi’ni “fitne ve fesat ateşi” olarak değerlendiriyordu.
Raporu yazan Atıf Efendi, tüm insanların “hür ve eşit haklara sahip olarak doğduğunu” ilan eden İnsan Hakları Beyannamesi’ni, insanı hayvanlar derecesine indiren bir söylem olarak” görüyordu. Kuşkusuz, bu zihniyet tam bir “cehalet” örneğiydi.
LAİK NİTELİK
Osmanlı Devleti padişahını ve padişaha bağlı yönetim kadrolarını rahatsız eden asıl nokta, Fransız Devrimi’nin laik niteliğiydi. Devlet ile Kilise’nin birbirinden ayrılması, bütün dinsel doktrinlerin terk edilmesi ve aklın öne çıkarılmasıydı. Bu kabul edilemez görülüyordu...
19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Batı dünyasındaki gelişmeleri yakalayabilmek için Fransız Devrimi’nden 50 yıl sonra 1839’da Gülhane Hattı Hümayunu, 1856’da Islahat Fermanı, 1868’de yürürlüğe giren Mecelle, bu açıdan değerlendirilmelidir.
ŞERİATA GÖNDERME
1839’da yayımlanan Gülhane Hattı Hümayunu (GHH) bir padişah fermanıdır. Bu fermanın ilk paragrafı şöyle diyor:
“Yüce devletimizin, kuruluşundan beri Kuran ve şeriat ilkelerine uygunluğundan saltanat güçlü, halk da mutlu olmuştur. 150 yıldan beri ise bunun tersi yapıldığından zayıflık, yoksulluk ve çöküş baş göstermiştir. Oysa şeriat kurallarına uymayan devlet payidar olamaz.”
Bu fermanın yukarıya alınan ilk paragrafı günün koşullarını ve Osmanlı Devleti’nin ruhunu çok güzel özetler.
Osmanlı’nın geri kalmışlığı “şeriat” hükümlerinden ayrılmaya bağlanıyordu. Oysa, olay tamamen tersiydi. İktidarın laikleşmesi, teknik buluşların kabul edilmesi, din-devlet ilişkilerinin birbirinden ayrılarak aklın öne çıkarılması gerekiyordu.