Modern şizofreni çağı!

Sabah çevrimiçi atölye çalışması yaptım, öğlen saatlerinde kızımın konserini ekrandan izledim, derken akşam televizyon yayınına yine bu yolla bağlandım. Ev içinde tüm dünyaya ulaştım sandım. Dönüp bakınca debelenmenin dışında elimde ne var diye düşündüm. Yeni döneme uyum sağlamak şart mı?

Enver Aysever/Kurşunkalem

1 Gençlikte yılbaşı kutlamalarına heyecanla hazırlanırdık. Arkadaş evinde toplanmak için fırsat kollayan gençlerdik.  Kızlı erkekli eğlenmek pek kolay değildi. Ailelerimiz yanında isterdi bizi. Geç saatlere dek dışarıda olmak kaygılandırıyordu. 

Yılbaşı yemeklerini ailelerimizle yer, sonra kimin ev koşulları uygunsa orada toplanırdık. Dans eder, şarkı söyler, çakırkeyif olur, gün aydınlanana dek sürdürürdük eğlenceyi. Yeni yıl, temiz sayfa demekti, bir öncekinden kalan düşlerin gerçekleşeceğine inanılırdı. Genç insanın uçsuz bucaksız düşleri vardır, hepimiz gönlümüzü birine kaptırmış halde olurduk. Karşılık bulduysak tadını çıkaracak düşler kurardık, eğer tersiyse vaziyet, kavuşmayı dilerdik…

2 Melih Cevdet “Kişi yaşlı olduğunu bilmez” der. Hakkı var. Aksi halde yaşama tutunmak mümkün müdür? Şu ya da bu şekilde, büyük oranda güdülerimizle, soluk almaya devam etmek isteriz. İnsanın garip özelliklerinden biri de hiçbir felaketin, kötülüğün başına gelmeyeceğini sanmasıdır. Geçen yıla baktım, bildik, ortak sorunlar dışında, benim için ayrıca zorlu geçmiş. Ardı ardına ameliyatlar, derken yakınların ölüm haberi, başka hastalıklar… Tuhaf, o güç hastane günleri çok uzak gelir, hatta yaşanmamış gibi, bulanık.

Dostoyevski “İnsan öyle aşağılık yaratıktır ki her şeyi unutur” demişti. Bazı kaynaklar “alışır” diyor. Yaşama tutunmak, ayakta kalmak için başka seçenek var mı? Yaşlılığı bilemeyiz, “yaşlı” saydığımız kimselerle kendimizi yan yana koyduğumuzda, nedense fotoğrafta diri duran hep kendi suretimizdir. Başkasının gözünden görmek lazım o fotoğrafı. Şu “hiç değişmemişsin”  cümlesi her derde deva görünür,  oysa değişiriz, hem de çokça!

3 Yılsonunda basın neler olupbitti diye döker önümüze. Giderek iyi haberlerin azaldığı, felaketlerin çoğaldığı duygusuna kapılıyoruz. Hakikaten böyle mi? Yaşam dünden daha kötüye mi gidiyor, yoksa hep aynı da, içinde bulunduğumuz zamanın duygusundan mı bu umutsuz, karamsar halimiz. 

Sabah çevrimiçi atölye çalışması yaptım, öğlen saatlerinde kızımın konserini ekrandan izledim, derken akşam televizyon yayınına yine bu yolla bağlandım. Ev içinde tüm dünyaya ulaştım sandım. Dönüp bakınca debelenmenin dışında elimde ne var diye düşündüm. Yeni döneme uyum sağlamak şart mı? 

Alışkanlıklarıma daha çok sahip çıkmaya karar verdim.

4 Korona ile boğuştuk, gelecek yıl kurtulacak gibi değiliz bu dertten. Bilimciler benzer salgınların artarak devam edeceğini öngörüyor. Denilen şu: “Artık çevrimiçi, maskeli, mesafeli olmaya alışın!” Dünya “yeni normal” kavramını da tartışıyor. Doğrusu bunca değişime benim makinem uygun değil. Bedenim, aklım kavramakta güçlük çekiyor. Sanal meyhane kurup kadeh kaldıranlara katılmam mümkün değil. Pek insan canlısı sayılmam ama tamamen sanal ortama ayak uyduracak halim de yok.

İnsan varoluşa dair sorularını çeşitlendiriyor. Öz hep aynı, yıkıcı, ürkütücü yabancılık hali! 

5 Kadın cinayetlerinin/düşmanlığının tahammül edilemez seviyeye geldiğini ibretle görüyoruz. Sene biterken vahşet sürüyor. Her eğitim seviyesinde, iktisadi koşulda şiddet sürüyor. Katliam desek daha doğru! Mücadeleyi bırakmak istemiyor insan, neticede umut kırılıyor, direnç azalıyor. Teslim olacak halimiz yok, lakin “yeni olan yıl güzellikler getirecek” temennisi pek ikna edici değil. Bazen kimselere söylemezsin ama içinde tedirginlik büyür, karanlık kaplar ruhunu… 

Temel sorun toplumun geniş kesimlerinin sağırlığı, körlüğü. Dar aydın, entelektüel çevre dışında “kadın” meselesi pek de tartışılmıyor. Gericilik azgın saldırısını sürdürüyor. Hayat dolu kadınları toprağa vererek girildi yeni(!) yıla!

6 Bu yıl da astrolog, guru, çakra açıcı, kişisel gelişimci tacirlerin eline düştü insanlık. Bilimsel bilginin yanına “kadim bilgi” denen zevzeklik kondu. Okumuş kimseleri nasıl kazıklıyorlar! Bu “modern gericilik” felaketimiz olacak. Kendine “yaşam koçu”  diyen ahmaklardan geçilmiyor ortalık. Ahali dünyanın parasını ödeyip bunlardan randevu alıyor,  yer bulursa elbette. Herhangi bir orta zekâlının, sırdan metinlerden öğreneceği ağdalı lafları kusuyorlar ortalığa bu şarlatanlar. Pusula bu işte!

İşin ilginç yanı “misyon”, “vizyon”, “insan odaklı” lafları havada uçuşurken, “hakikat” gizleniyor. Modern şizofreni çağı bu! 

Ürkütücü… 

7 Görsel saldırı altındayız. Otuz saniye bile katlanamıyor insanlar herhangi bir konuya. Düşünmenin sonlandığı günlerdeyiz. Artık sanılar,  kanılar, uydurmalar ve yalanlar üzerine inşa ediliyor her şey. Sosyal medya cehenneminde, söz kolayca yayılıyor. Can Yücel’e ait olmayan binlerce dize dolaşımda mesela. Nasıl düzelecek ki? Hal böyle olunca şair sormaz mı: “Madem benim dizelerimi tahrip edeceksiniz, ne gerek var bana?” diye.

Yılın son günlerinde,  yine,  inatla yazıya sığınıyorum. Kitaplarım var, okumaya niyetlendiğim, okuduğum, ertelediğim, sıraya koyduğum.  Şunu öğrenmek gerek, herkese derdimizi aktarmak zorunda değiliz. Bizi işitmeye niyeti olanı bulur yazdıklarımız. Ya da bulmaz… 

Gelecek nedir?

Bazı okurlar “umutlu yaz” diyorlar, neden yalan söylemeliyim? Kim için?