Modern düşüncenin prensi!
Guillaume Apollinaire’in otuz sekiz yıllık kısa ömrü, düşüncelerini sistematik bir doktrine dönüştürecek olanağı vermedi ona, ancak çağdaşlarına ve aralarında Türk şairlerinin de olduğu sonraki kuşaklara “modernist” bir şiir mirası bıraktı.
Kemal ÖzmenXIX. yüzyılda, Fransa’da, Nerval ve Baudelaire’in mirası üzerinden Lautréamont, Rimbaud, Verlaine ve Mallarmé’nin modern bir şiir dilinin yaratılmasına yönelik katkıları çağdaş dünya şiiri için de yol açıcı oldu. XX. yüzyılın başlarında gücünü yitirmiş görünse de, idealist bir metafiziğin belirlediği bu simgeci vizyonun sanat ve edebiyatta yenilikçi arayışlara zemin hazırladığı da bir gerçektir.
1905’ten başlayarak, eski temsil biçimlerine, “figüratif” ve “gerçekçi” sanat geleneğine savaş açan bir dizi avangard hareket, yaratıcılığa yeni perspektifler sunan soyutlamacı yaklaşımlarla sanatın sınırları, dili ve anlatım olanaklarının genişlemesi hız kazandı.
Bu yoğun düşünce mayalanması içinde, yazar André Billy’nin söylemiyle “Modern düşüncenin prensi”, şair, oyun yazarı, romancı, sanat eleştirmeni Apollinaire çok sayıda avangardist sanat ve edebiyat hareketinin öncüsü ve destekçisi olarak öne çıktı.
MODERNİST ŞİİR MİRASI
Sanat eserinin özerkliğini ilk savunan; “üstgerçeklik” (“surréalité”) ve “gerçeküstücülük” (“surréalisme”) kavramlarını ilk kullanan; yüz yıldır unutulan Marquis de Sade’ı ve “erotik roman”ı edebiyat gündemine taşıyan; Afrika, Uzakdoğu, Amerika kökenli “primitif sanat”ı tanıtan da odur.
Geçmişin şiir gelenekleriyle “Yeni ruh” arasında bir “düşünce kavşağı” işlevi gören ve 1918’de Paris’te İspanyol gribinden ölen bu yetenekli sanatçının 38 yıllık kısa ömrü, düşüncelerini sistematik bir doktrine dönüştürecek olanağı vermedi ona, ancak çağdaşlarına ve aralarında Türk şairlerinin de olduğu sonraki kuşaklara “modernist” bir şiir mirası bıraktı.
1880’de Roma’da Polonya kökenli bir anne ile, kimliği sonradan ortaya çıkacak İtalyan bir babadan doğan Wilhelm Apollinaris de Kostrowitzky, başarısız lise eğitiminden sonra 1900’de Paris’e yerleşti. Fransızcanın dışında İtalyanca ve Rusça konuşan bu genç “otodidakt” hayatını kazanmak için çeşitli mesleklere girip çıktı; dergilerde ilk şiirleri ve sanat yazıları yayımlandı; anarşizme ilgi duydu. Marquis de Sade çizgisinde erotik bir roman olan “Mirely”yi 1900’de yazdı ama roman kayboldu.
1901’de Almanya’da (Ren bölgesi) geçirdiği birkaç ay düşlem dünyasını derinden etkiledi, şiir duygusunu pekiştirdi. Burada tanıdığı İngiliz Annie Playden’e duyduğu karşılıksız aşk çok sayıda şiirinde bir “aşk kırgını”nın lirik ezgileri olarak yankı buldu. 1903’ten itibaren Delaunay, Derain, Dufy, Braque, Matisse, Picasso, Jacob, Duchamps, Léger gibi dönemin yenilikçi ressamlarıyla dostluk kurdu; yeni ortaya çıkan ”kübist estetik”le ilgili denemeler, sanat eleştirileri yayımladı.
“MIRABEAU KÖPRÜSÜ”
1907’de tanıştığı ressam Marie Laurencin ile yedi yıl süren fırtınalı ilişkisi, başta “Mirabeau Köprüsü” olmak üzere çok sayıda şiirine kaynaklık etti. İlk düzyazı şiir kitabı “Kokuşmuş Büyücü” 1909’da Derain’in gravürleriyle yayımlandı; 1910’da “Dinsiz ve Şürekası” adlı Rabelais tarzı öyküleri çıktı.
1911’de yayımladığı “Hayvan Öyküleri ya da Orfe Alayı” ilk şiir kitabıdır; Dufy’nin desenleriyle süslenen kitap yalınlığı, alegorik ve görsel dili, parçalı kompozisyonu, erotik değinmeleri ve otobiyografik göndermeleriyle yeni şiir estetiğinin ipuçlarını verir. Aynı yıl, adı “Mona Lisa” tablosunun Louvre’dan çalınmasına karışır; bir hafta gözetim altında tutulup serbest bırakılır.
“ALKOLLER”
1913’te XX. yüzyılın “Şiir Sanatı” olarak nitelendirilen “Alkoller”inin yayımlanması edebiyat çevrelerine bir meteor gibi düşer. Marinetti’nin sanayi ve kent uygarlığına bir övgü olan “Fütürizm Bildirgesi” (1909) “Alkoller”de geniş ölçüde yankı bulmuşa benzer. Aylak ve melankolik bir “yalnızgezer”in, iflah olmaz bir “aşk kırgını”nın, esrik bir “kâhin”in, ateşli bir fütüristin gözünden betimlenen Paris, geleneksel ile modernin, gerçeklikle düşselin, süreklilik ile kopukluğun, kaybolmuş ya da imkânsız aşkların nostaljisiyle uyarıcı ve kışkırtıcı bir modernliğin iç içe yaşandığı “mitolojik bir kent”tir.
Kitabın, iç yaşamdan lirik izler taşıyan parçalı, düzensiz, yer yer düzyazıya kaçan ve sürekli anılar, izlenimler, çağrışımlarla kesilen noktalamasız dizeleri modern çağın hızını, karmaşasını, bitimsiz ve parıltılı akışını yansıtır. “Alkoller”in özgünlüğünü tam da bu noktada; modern hayatın esinlediği imgelerin alışılmamış, şaşırtıcı yeniliği ile bu imgelerin geleneksel biçim ve temalarla, söyleyiş tonlarıyla birleştirilmesinde aramak gerekir.
Aynı yıl içinde yayımladığı “Kübist Ressamlar” denemesi de kübizmin bildirgesi olarak değerlendirilir. Gerçekliğin saklı ve gizil boyutuna nüfuzu kolaylaştıracak yeni bir dil ve yazım tekniğiyle şiirde “üstgerçeklik”e, “gerçeküstücülük”e giden yol açılmıştır artık.
SAVAŞ YILLARI
Büyük Savaş’ın patlak vermesi “vatansız” şairin yenilikçi atılımlarının hızını kesmez. Gönüllü olarak orduya katılmasına karşın, iki yıllık beklemeden sonra ancak 1916’da Fransız vatandaşlığına kabul edilir. Savaş sırasında şiir ve sanat yazıları yazmayı sürdürür. 1916’da, cephede alnından bir şarapnel parçasıyla yaralanınca Paris’e geri gönderilir; birkaç ameliyat geçirir. Aynı yıl, kendi ölümünü hissedercesine “Katledilen Şair” adlı sembolik ve otobiyografik öykü kitabını yayımlar. 1917’de yayımladığı “Trezias’ın Memeleri” ilk “sürrealist oyun” olarak Paris’te sahnelenir. Oyun Tzara, Artaud ve Breton gibi dadacı ve gerçeküstücü yazar ve sanatçılar tarafından övgülerle karşılanır.
1918’de, ölümünden yedi ay önce, “Savaş ve Barış Şiirleri” alt başlığıyla yayımlanan “Kaligramlar”ının yazılış gerekçesini bir mektubunda şöyle açıklar:
(Grafik ya da görsel şiir olarak) “Kaligramlar’a gelince; onlar serbest şiirin bir idealizasyonu; tipografinin çağını tamamladığı, sinema ve gramofon gibi yeni röprodüksiyon araçlarının ortaya çıkmaya başladığı bir dönemde tipografik bir vurgu olarak yazıldı”.
Bu dönemde aşk ve ölüme (savaş) adadığı başka şiirleri ise, “Lou’ya Şiirler” başlığıyla ancak 1955’te yayımlanabilecektir.
Apollinaire’in vakitsiz ölümü derinden etkiler sanat ve edebiyat çevrelerini. Gerçeküstücülüğün kurucusu Breton onu “manevi babası” olarak görürken, Soupault, Eluard, Aragon, Cocteau gibi çok sayıda gerçeküstücü şair de onun yenilikçi mirasını geliştirerek sürdürürler.
Ancak, Apollinaire’i geçmişle tam bir kopuş yaşayan Büyük Savaş’ın bu isyankâr genç kuşağından farklı ve daha kalıcı kılan bir şey vardır: Modern çağın yenilikleri ile geçmişin şiirsel mirası arasında gerçekleştirdiği bireşim.
Klasik kültüre, ortaçağ romanslarına, romantizmin evrensel lirizmine, simgeciliğin müziğine, mitlerine, halk şarkılarının dokunaklı tınılarına karışan modern dünyanın makinaları, savaşları, kâbusu, hızı, çalkantısı, parçalanmışlığı, aylaklığı, bohemi, erotizmi, mitolojisi bir arayıştan fazla bir şeydir onda.
“Şiir her şeyden önce halk için vardır ve onun dilinde ifadesini bulur” derken, temel bir gerçeğe de dikkat çeker. Yüz yıl sonra hâlâ ilgiyle okunuyor olmasını başka nasıl açıklayabiliriz ki?
Ah Sevgilim! / Hazırlayan: Fahri Özdemir / Islık Yayınları
İki Kıyının Avaresi / Çeviren: Nihan Özyıldırım / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Kübist Ressamlar - Estetik Düşünceler / Çeviren: Alp Tümertekin / Janus Yayıncılık
On Bir Bin Kırbaç / Çeviren: Hurşit Gara / Hades Yayınevi
Tiresias'ın Memeleri “Sürrealist Dram” / Çeviren: Ayberk Erkay / Mitos Boyut Yayınevi