Moda esarettir

38. İstanbul Film Festivali’nde iki film: ‘Lanetli Kumaş’ ve ‘Peterloo’...

Emrah Kolukısa

Festival başlamadan önce en heyecanla beklediğim filmlerden biri Peter Strickland imzalı “Lanetli Kumaş / In Fabric” idi. Önceki iki filmini de (“Berberian Sound Studio” ve “The Duke of Burgundy”) çok sevmiş ve özellkle ikinci filmine hayran olmuştum. Bu yüzden yüksek beklentilerle izledim “Lanetli Kumaş”ı. Öncelikle şunu belirteyim, filmin çıkışında duyduğum ve okuduğum yorumlardan hareketle söyeleyebilirim ki son yıllarda izleyiciyi bu kadar net bir şekilde bölen az film olmuştur. Küfür edecek derecede filmden nefret eden de var, yere göğe sığdıramayacak şekilde öven de... Bu iyi bir şey kanımca. İnsanları tartıştıran, zihnine meydan okuyan bir film “Lanetli Kumaş” kesinlikle ve hâlâ böyle filmlerle karşılaşmak sevindirici. Daha ilk karelerinden itibaren İtalyan korku sineması geleneği ‘giallo’ya selam çakan, özellikle de Argento estetiğine göz kırpan filmin Guadagnino’nun Argento remake’i “Suspiria” ile aynı sıralarda izleyiciyle buluşması da ayrıca ilginç bir mukayesenin önünü açıyor. Ben şahsen Argento’nun sadece dramatik örgüsünü ele alıp kendince bambaşka bir estetik bütünlüğe yönelen Guadagnino yerine, görsel dilinden dokusuna, renk tonlarından müziğine kadar Argento’ya yakın duran ama içine girmesi alabildiğine zor bir film kotaran Strickland’ı tercih ederim. Son tahlilde “Lanetli Kumaş” karanlık mizahıyla ve alttan alta süregiden tüketim toplumu eleştirisiyle ve modayı bir esarete indirgeyen bakış açısıyla zor bir film, kabul, ama mutlaka izleyip sinema üzerine düşüncelerinizi de test etmeniz gereken deneysel bir iş. ‘Katil elbise’ gibi korku türü açısından son derece dişi bir konuyu bu kadar aykırı bir şekilde ele alarak zor yolu tercih etmesi ve izleyiciyi bölen neredeyse felsefi bir film ortaya koyması bile takdire şayan.

Peterloo vakası
Mike Leigh belki de kariyerinin en ayrıksı işine imza attığı “Peterloo” ile batıda eleştirmenleri çok fazla tatmin edemedi belki ama Hollandalı ustaları andıran tablo özelinde resimleriyle ve retorik sanatının perdede vücut bulmuş en sağlam sahnelerden bazılarıyla bezeli film uzun süresine rağmen akıllardan kolay kolay silinmeyecek kanımca. 16 Ağustos 1819’da Manchester’daki St. Peter’s Meydanı’nda askeri süvarilerin miting için toplanmış halkın arasına girerek katliam yaptığı ve Waterloo’dan mülhem Peterloo adıyla tarihe geçen gerçek bir olaydan hareketle çekmiş Mike Leigh filmini. Filmin son yarım saatine yayılan katliama kadar geçen bölümde hem reformcuların kendi aralarında yaptıkları ve çoğu bir topluluk önünde yapılan münazalarından oluşan konuşmalarla hem de onların bir devrim planladığından korkan hükümet yetkililerinin nasıl olup da bunu engelleyeceklerini tartıştıkları sahnelerle filmini kurgulayan Leigh zaman zaman tekrara düşüyor belki ama odağını ve hedefini hiç şaşırmıyor. Öte yandan Ken Loach bu konuyu çekse nasıl çekerdi diye de soruyor insan doğrusu, o denli politik bir içeriği var zira. Tabii filmde kötüleri ya da yanlışları temsil eden otorite unsurlarının yer yer karikatüre düşen tasvirleri izlerken rahatsız etmiyor değil ama onun dışında özellikle işlemeyen bir bölüm yok ve anlatılan olay da, özellikle İngiltere gibi demokratik gelenekleri köklü olan bir ülkede yaşanması babında, gerçekten akıllara durgunluk verici, izlemekte yarar var.