‘Mizah tehlikeli bir şey’

Bu hafta vizyona giren ‘Sofra Sırları’nda, kara mizah ön planda. Filmin yönetmeni Ümit Ünal ve başrol oyuncularından Alican Yücesoy ile söyleşi yaptık.

Emrah Kolukısa

Ümit Ünal’ın yönettiği “Sofra Sırları” sıradan bir ev kadınıyken tehlikeli bir seri katile dönüşen Neslihan’ın hikâyesini kara mizah yoluyla anlatan bir film. Ünal’ın güçlü diyalogları, akıcı senaryosu ve ustalıklı anlatımı kadar oyuncu kadrosunun başarılı performanslarıyla da öne çıkan film bu yıl Demet Evgar’ı izlediğimiz ikinci film (Adana’da Altın Koza alan “Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok”u da sayarsak üçüncü!). Ümit Ünal’a da ilk onu sorarak başlıyoruz.

-Başrolde yer alan Demet Evgar rol için biçilmiş kaftan sanki...

Ümit Ünal: Bu rol için çok oyuncu alternatifi vardı. Rol zaten zaman içinde çok değişti. İlk yazdığım hali bir parça daha yaşlıydı, 50 yaş üzeri bir kadındı. Fakat yazdıkça gelişti ve daha genç bir karaktere dönüştü. Demet’le çalışmaktan çok memnunum. İyi ki Demet’i bulmuşuz, o da bizi beğenmiş, senaryoyu beğenip gelmiş (gülüyor). Çok çok mutluyum. Ama filmdeki herkesle çalışmaktan çok mutluyum.

‘Yeniden çalışırım’

-Mesela Alican ilk tercihiniz miydi o komiser rolü için?

Alican Yücesoy: Dürüst olalım şimdi. Bunlar konuşulsun...

Ü.Ü: (Gülüyor) Komiser’de bir parça komik efekte mi gitsek diye düşündüğüm oldu açıkçası. Öyle de düşündüğümüz insanlar oldu. Fakat sonra Komiser’le Neslihan arasında bir elektrik olsa dedik ve böyle çok çekici bir adam olsun aslında, komik birisi değil, komikliği şaşkınlığında olsun. Yani kendisi komik olmasın, çok yakışıklı, çekici bir adam olsun ve sanki seyirciye de ufak bir Neslihan’la Komiser arasında bir şey olacak mı beklentisi uyansın istedim. Bu, filmde çok altı çizilmeden belli belirsiz geçiyor ama neden olmasın diye düşünsün istedim seyirci yani. Alican’la da çok güzel çalıştık. Aslında kadrodaki herkesle, daha önce bir röportajda da söylemiştim, kadrodaki herkesle gözüm kapalı çalışırım yeniden.

-Şimdi Komiser de bayağı aslında dingin, duruma hâkim, kontrollü bir tipleme. Fakat yer yer kadınla arasında şaşırdığını, bir şeyin yolda gitmediğini hissedip duraladığını görüyoruz. Burada nasıl bir ilişki düşündünüz siz kafanızda?

A.Y: Şöyle söyleyebilirim. Bana sorarsan biraz ezberi bozuluyor adamın. Geldiği yer büyük bir şehir değil, büyük bir şehrin merkezi bir ilçesi falan değil. Küçücük bir yere gidiyor. Orada aslında bence ezberi bozuluyor. Beklemediği bir yer, aslında bir kadından cinayet ya da bu tip bir seri katil durumu beklemediği bir şey. Öyle gibi geliyor bana.

-Burada erkeklik hallerinin çeşitli yansımalarını görüyoruz o karakterler vasıtasıyla. Komiseri nasıl düşündün sen Alican, nasıl bir erkeklik halini temsil ediyor?

A.Y: Buna cevap vermek biraz zor benim için. Şu anlamda zor; iki taraflı zor. Şu anda cevap veriyor olmak açısından söylüyorum bunu. Bunu çok düşünmüyorum galiba oynarken çünkü. Birazcık da bu film özelinde söylemek gerekirse karşılıklı o anki ilişkiyle alakalı. Hani, Ümit’in az önce söylediği şey var ya, “Ben aslında bir yandan bir şey olsun hissinin uyanmasını istedim” diye... Bunu çok küçük küçük konuştuk o anda. Yani uygulama sırasında. Fakat aslında benim ön tarafımda canlanan bir şey değil, ama biliyorum. Bu bilgiyle bir şey yapıyorum. Ama merkezime oturtmuyorum bunu ya da bunun üzerine bir yapı kurmuyorum. Oyunculuğu bunun üzerine kurmuyorum. O yüzden çok düşünerek yaptığım bir şey olduğunu söyleyemem.

'Kocanızı öldürün demiyoruz’

-Peki, size soralım buradaki erkeklik hallerini... Erkek karakterler nasıl var oluyorlar Neslihan ile ilişkileri çerçevesinde? Komiser örneğin?

Ü.Ü: Aklı temsil ediyor Komiser benim için. Sherlock Holmes’ten beri insan aklı bütün bunları çözebileceğini düşünüyor, dünyanın kargaşasını çözebileceğini düşünüyor. Komiser de hayat boyu ona inanmış birisi ve çözemiyor. Sonunda da filmin en hoşuma giden, seyircinin de en çok tepki gösterdiği diyaloglardan biri “Ben anlamadım, bir yardım et” diyor, kadın da “Herkes her şeyi anlayacak diye bir şey yok” diyor. O, karışan aklı temsil ediyor.

-Bu filmi daha çok kadınların seyretmesini mi istersiniz ya da kadın-erkek hiç fark etmez mi?

Ü.Ü: Bence kadın-erkek hiç fark etmez, herkesin seyretmesi lazım. Ben kadın hikâyesinden çok, hırslar ve açgözlülük üzerine olduğunu düşünüyorum. Elbette baş kahramanı kadın, fakat filmin asıl meselesi açgözlülükle ve birbirimizin değerini bilmemekle. Şimdi baktığımda bunun hikâyesini anlattığımı düşünüyorum. Sadece bir feminist bakış açısından değil, filmin asıl parmak basmaya çalıştığı noktalar, hep insanların açgözlülüğü ve insanların birbirini kazıklıyor olması. Filmin derdi daha çok bunlarla. Kadının da derdi, kadın olduğu için ezilmek değil yani. Çok değer verdiği insanların ona hak ettiği gibi davranmaması. Asıl derdi bu ve filmde Neslihan haricinde yine çok açgözlü ve kadir bilmez kadınlar da var. Filmdeki her kadın melek değil yani.

-Siz, ne olursa olsun kadınlara biraz daha merhametli yaklaşıyor gibisiniz...

Ü.Ü: Öyle diyelim (gülüyor).

-Peki şu da var mı, haksızlığa uğrayan, şiddet gören ya da duygusal şiddet gören kadınlar içn çıkış yolu mu öneriyorsunuz?

Ü.Ü: Yok, haşa (gülüyor).

A.Y: Eyvah, eyvah.

Ü.Ü: Kimseye kocanızı öldürün kurtulun demiyoruz. Bu tamamen hayali bir hikâye. Gerçek hayatta hiçbir şey buradaki gibi kolay değil. Ölüm çok ciddi bir şey. Hikâye anlatmak demek, bir şey uydurup onun üzerinden acaba böyle olsa nasıl olur diye tartışmak yani. Hiçbir zaman gerçek hayatla kıyaslamamak lazım.

‘Herkes açık değil’

-Tek mesele, bunu yaparken bir yandan birtakım eleştirilere çok fazla tahammül edemiyor insanlar, ona çok giremiyorsun, değil mi?

Ü.Ü. Mizah tehlikeli bir şey bir yandan. Yani suya sabuna dokunmadan hikâyeler anlatmak dururken, mizah yaptığında mutlaka birilerini tedirgin ediyorsun. Çok güzel bir karikatür vardı; sarayın soytarısı bir danışmanı çekmiş kenara, “Yaptığım her espriden sonra ‘şaka şaka’ diye bağırmam şart mı?” diye soruyor, içeride de çok kızgın bir kral oturuyor. Çünkü şaka her zaman kızdırıyor insanları. Herkes mizaha açık değil.

'Arkadan geçen adamı da oynarım’

-Bir oyuncu olarak, özellikle sinemada, oynayacağın filmleri nasıl seçiyorsun Alican?

A.Y: Buna en doğru cevap şu olur herhalde: Bir meseleyi gerçekten ya da toplumsal bir meseleyi bir şekilde anlatıyor olmasıyla ilgili. Mesela, o toplumsal meselenin içinde hangi rolde olduğunla ilgili değil bu. Arkadan geçen adamı oynayabilirim ben. Öyle toplumsal meseleyi illa ben anlatacağım gibi bir derdim yok. Ama bir şeyi, bir yerinden, bir şekilde anlatıyor olması lazım. Daha doğrusu bu ana meselelerden biri. Artı, şunu arzuluyorum tabii ki biraz, bence ülke olarak da buna ihtiyacımız var, ironisi sağlam olan, ironiye yaslanan işler, bu iş öyle bir iş bence bir yandan. Ama ironiye bir şekilde yaslanan işler görmek istiyorum meslek hayatımda artık. Bu nasıl olur bilmiyorum tabii ki.

-İroni ve kara mizah bizde çok fazla belki seyircinin anladığı şeyler değil diye düşünülüyor galiba ama kesinlikle bunları anlayan genç bir kitle var bence.

A.Y: Şöyle bir şey söyleyeyim; bana sorarsan bizim topluma en çok uyan iki şey bu: İroni ve kara mizah. Bizim geçmiş mizah anlayışımıza da çok yatkın.

-Nasreddin Hoca örneğinde olduğu gibi.

A.Y: Kesinlikle.Biz uzunca bir süredir, sinemada bunu çok rahatlıkla söyleyebilirim, orada da yüzümüzü batıya dönmek gibi bir hatamız var. Bu ülkenin de bir ironi anlatım şekli var ya da kara mizah öğeleri var. Bence bunlardan beslenebiliriz. Çok birikti çünkü. Artık taşacak.

'Müthiş bir potansiyel var burada'

-Mizah yapmak da git gide güçleşiyor Türkiye’de sanki.

A.Y: Onun yöntemi sanırım daha sık yapmak gibi geliyor bana da. Daha sık yapıp orayı daha çok itelemek aslında. Öbür türlü bu da bir konuşulmaz ve yaptığın zaman sivrildiğin garip bir şeye dönüyor aslında.

-Gezi Direnişi zamanında inanılmaz bir mizah anlayışının olduğunu da gördük.

A.Y: Kesinlikle. Müthiş bir potansiyel ve bugün bu topraklara ait bir potansiyel. Başka topraklarda bu çeşitlilik, böyle bir mizah göremeyebiliriz. Biz ona çok müsaitiz, çok şey yaşadık çünkü toplum olarak ve bunun bizdeki etkisi mizahla da çıkıyor.