MİT’in, Kaynak’ın, ‘Madanoğlu’ darbe davası fiyaskosu

Cumhuriyet devrimleri, kazanımları, birikimlerinin üzerine, 27 Mayıs Anayasası, yasaları ile gelen düşünce, siyasal, sosyal, sendikal, ekonomik örgütlenmeler özgürlüklerinin katkılarıyla Türkiye’nin yaşadığı sol ağırlıklı toplumsal gelişme patlamasının kırılmasına, sağdan Demirel, AP’nin sivil iktidar gücü yetmemişti.. İç ve dış odaklı tepkilerin ürünü, 12 Mart askeri darbesiyle, 27 Mayıs’ın tüm yaşam alanlarına dönük kazanımlarının tasviyesi gündemdeydi..

Şükran Soner

Operasyonlar, işkenceler, sıkıyönetim icraatları, yargılamalar yetmedikçe, yeni hedefler gündeme alınıyordu. Cumhuriyet gazetesi özelinde, Nadir Nadi’nin başyazar, siyasi sorumluluğundaki 26 yıllık yönetimine operasyon ile yetinilmemişti.. İlhan-Turhan Selçuk kardeşler aydınlanmacıların simge isimleri olarak, işkencede de odak oldular. Madanoğlu, TSK’deki sol birikimi tasviyeye dönük, senatörlükten alınarak açılan darbe davasının birinci sanığı yapıldı.

Askeri sivil darbelerin acımasız yargılamaları ağırlıklı davaların, iddianamelerinin kitap olarak yayımlanması, duruşmalar, savunmaların haberlerinin yayımlanması bile, ülkemizde, insan hakları, demokrasi, hukuk devleti savaşımı kapsama alanlarının içine girer.. Uçurumun kenarındaki Türkiye serisi içinde 4. sırada 1973 yılında, Töre-Devlet yayınları kapsamında yayımlanmış Madanoğlu Dosyası kitabından, iddianame tutanaklarının sayfalarını tarıyorum.. Meraklıları davanın 1. sırasında yer almış Madanoğlu kimliği üzerinden, iddianamede “sosyalist paşa” vurgulaması ile yapılmış suçlamaları okuyabilirler.

Sonuç olarak Madanoğlu, dönemin ordu içindeki kadrolarına ulaşmaya dönük darbe yaptırma girişimi ile suçlanmaktadır. Çevresinde sık sık görüştüğü kişiler olarak asker kökenli yardımcısı gibi Hıfzı Kaçar, TÖBDER’den Cengiz Ballıkaya, Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal, İlhan Selçuk isimleri öne çıkarılmıştır. Türkiye için galiba ilk örnek, MİT’in üst görev yönetici kadroları içinde yeri olan, ordudan atılmış Mahir Kaynak’ın ismi, iddianamenin yıllarla birbirlerini hiç görmemiş sanıkları ile çoğunlukla İstanbul ve Ankara’da yapılmış birkaç kişilik özel görüşmelerin hepsinin içinde yer almıştır.

Bir bölümün bant kayıtları da iddianameye konulmuş, ek başka istihbarat görevlilerinin tanıklıkları da eklemlenmiş, delilere dayalı, sonuç olarak idam cezası ile açılmış bir dava söz konusudur..

DAKİKA BİR, GOL BİR HAMLE..

Eve yerleşilmiş ilk gecelerden birinde. Engin Dağıstanlı, Oktay Arayıcı, Bozkurt Nuhoğlu gibi 68 kuşağının çok yakından tanıdıkları isimler, Ahmet Ketenci’nin lise yılllarından gelmişler, TMTF, Devrim Ocakları başkanlıkları dönemlerinin de en zorlu günlerini paylaşmış en can dostları arasında.. Gecenin bir yarısından sonra tam adres almamış olarak aşağıdan bağırarak seslendiklerinde alt kattan Mahir Kaynak duymuş. Üst katın zilini işaret etmiş. Onların gürültülü içeri girmeleri üzerinden dakikalar geçmemişti ki.. Zil bir kez daha çaldı. “Elinde kocaman bir tepsi, dolaptan derlenmiş yiyecekler ile içki, ‘Sizin hazırlığınız yoktur, desteğe geldim’ ” diyerek içeri girdi. O giriş..

EVLİLİK GELENEĞİ YEMEĞE DAVET ETTİĞİM DOSTLAR GRUBU SOFRASI, NASIL OLDU DA ‘GİZLİ ÖRGÜT, BANT BİR DELİLİNE DÖNÜŞTÜ?’

Toplumsal yaşanmışlıkların uzun soluklu deneyimlerine dayalı olarak, yaşam boyunca hiçbir kişiye dönük, “ajan provokatör” ya da “sucu, bucu” suçlamalarını, ortaya çıkmış gerçek kanıtlar olmadan ciddiye almamayı yeğlemişimdir. Laf aramızda uzun soluklu siyasal, toplumsal yaşanmışlıklar içinde, insanların kendi içlerindeki değişimleri de olumlu ve olumsuzlukları da yaşanmışlıkların bütünlüğünün süzgecinden geçirmeden, tek başına ağır yargılamalar konusu yapmaktan yana değilimdir.

1964-66 İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, Gazetecilik Ensititüsü öğrencilik yıllarımda arkadaşlarımızla kurduğumuz, Fikir Kulübü’nün üyesi olarak, 1968 sürecinde, Mahir Kaynak’ın yönettiği Fikir Kulüpleri Federasyonu birleşme toplantısına da katılmıştım. Ne havayı, ne de geçmişini sorgulayarak, toplantıdaki bize göre sekter görüşleri nedeniyle sevmediğimiz Mahir Kaynak’ın yanında, birçok temsilci örgütün önerilerini sevmediğimizden, bağımsız kalmayı seçmiştik.

Kaynak, net tanımla üstün zekâlı, iktisat fakültesinde bilim insanı, asker kökenli, başka bilim alanlarına dönük olarak da çalışmaları ile dikkat çeken, her zaman, her yerde olabilmesi sürpriz olmayan kişiliklerden; ataktı..

Kiralık ev ararken, bilmeden sahibi olduğu dairenin üst katını bulmuştuk.. Benim içime oturmuş, aklımca İlhan Selçuk ile sevdiğini bildiğim yakın dostlarını bir araya toplamayı seçtiğim epeyce gecikmiş bir düğün yemeği davetim vardı.

Madanoğlu davası iddianamesi belge notlarını hızla tarayarak, çoğu İstanbul ve Ankara’da birkaç kişiyi geçmeyen, nedense hepsinde birden Mahir Kaynak’ın içinde olduğu, sohbet gibi, sol literatürde “Türkiye’nin kurtarılması” olarak tanımlanan türünden, tarihleri, isimleri, yerleri kayıtlı.. toplantıları hızla geçtim. Sözünü ettiğim içime dert olan düğün davetimin isimlerinin geçtiği yemeği, sonradan dostların benle dalga geçtikleri, “gizli örgüt, bant bir delil bir senin düğün yemeğin” dedikleri metni kolayca buldum.

Evlilik tarihinden 9 aylık bir rötarla ancak sözü geçen yemeği örgütleyebilmişim. Bana göre yemeğe davet ettiğim isimler arasında İlhan Selçuk; Raif Ertem, Cengiz Ballıkaya, Ali Sirmen kesin vardılar. Gerisini unutmuşum, masam on kişiden fazlasını almadığı için en fazlasıyla 8 kişi olabilir. Yemekleri bir gece öncesinden hazırlamış, koşa koşa konuklarımdan önce gelmek için merdivenleri çıkarken, Mahir yolumu kesti. “Telaşlanma, senin dolaptaki yemekleri bizim eve taşıdık. Adaşın Şükran sofrayı kurdu. Tesadüfen bana da Madanoğlu ve arkadaşları gelmişti.

Aynı çevrelerin insanları birlikte olalım dedik. Ama fazla erkek var. Siz, bizim çocukları da alıp, konuklarına hoş geldiniz dedikten sonra sizin eve geçin..” türünden cümleli açıklamaları içime oturmuştu. Ne garip değil mi, en kalabalık banta alınmış gizli örgüt toplantısının adresi kendi evi olarak geçen tek kaydı bu. Ama MİT kuralları gereği uygun görülmemiş olmasından mıdır bilemem. Zorunlu hoş geldiniz dediklerim arasında olan Madanoğlu ile bilemediğim birkaç kişinin ismi o tutanaklarda yoktu. Taktik, stratejisini bilebilmek benim haddimi aşıyor..

AKBAL, KÖŞESİNDEKİ ONURLU ELEŞTİRİSİ İLE NUN DARBESİ YÖNETİMİNİN İLK İŞTEN ATTIĞI YAZAR OLUYOR

Geçen haftaki tanıklıklar söyleşimizde Nadir Nadi’nin aile içi darbe ile 26 yıllık başyazar ve Cumhuriyet’in kuruluş ilkeleri doğrultusunda yayınlarından sorumlu kişi olarak görevden alınmasının operasyonunu özetlemeye çalışmıştım. Olağanüstü yönetim kurulu toplantısı kararı ile darbe 5 Temmuz’da yapılmıştı.

Nadir Nadi çalışan yazarların, yöneticilerin atılmaması koşulu ile, annesinin ricası ile barışçı çözüm üretmeye dönük, yıllık izin gerekçeli, “Bizim Kuşak” başlıklı, 11 Temmuz tarihli anlamlı değerlendirme yazısı ile, yakın dostları ile bir anlamda vedalaşmıştı. Nun yönetimi, çalışanlara dönük sözlerinde durmayınca da 6 Ağustos’ta yayımlanan veda yazısı ile okurlara ayrılışını duyurmuştu.

Arada 1 Ağustos tarihinde yayımlanan yazısı nedeniyle Oktay Abal’ın ilk işten çıkarılan yazar konumuna düşürülmesi var. Kuşkusuz onurlu, edebiyatçı kalemi ile, Nadir Nadi’nin gerçekten çok değerli “Bizim kuşak” başlıklı etik sorgulamasından yola çıkmış. “Cumhuriyet” denilince.. başlıklı 1 Ağustos tarihli köşesinde çıkan yazısı “Cumhuriyet hiçbir zaman mürekkepli bir kâğıt parçası olmayacak, onu böyle görmek isteyenler yanılacak” vurgusu ile noktalanıyor. Elbette Nadir Nadi’li yönetimin geri dönüşüne kadar okuruyla vedalaşmış oluyor..

ÜLKEMİZ AYDINLANMACILARINI TESLİM ALMAYA DÖNÜK 12 MART’IN İŞKENCELERİNDE DE HEDEF TAHTASINDA İLHAN-TURHAN SELÇUK KARDEŞLER, 12 MART’IN SORGULANMASI SÜRECİNDE DÜNYA MEDYASININ DA ODAĞINDA..

12 Mart’ın en kitlesel operasyonlarını yapmaya dönük, sokağa çıkma yasağı getirilen ünlü paCumhuriyet devrimleri, kazanımları, birikimlerinin üzerine, 27 Mayıs Anayasası, yasaları ile gelen düşünce, siyasal, sosyal, sendikal, ekonomik örgütlenmeler özgürlüklerinin katkılarıyla Türkiye’nin yaşadığı sol ağırlıklı toplumsal gelişme patlamasının kırılmasına, sağdan Demirel, AP’nin sivil iktidar gücü yetmemişti..

İç ve dış odaklı tepkilerin ürünü, 12 Mart askeri darbesiyle, 27 Mayıs’ın tüm yaşam alanlarına dönük kazanımlarının tasviyesi gündemdeydi.. Operasyonlar, işkenceler, sıkıyönetim icraatları, yargılamalar yetmedikçe, yeni hedefler gündeme alınıyordu. Cumhuriyet gazetesi özelinde, Nadir Nadi’nin başyazar, siyasi sorumluluğundaki 26 yıllık yönetimine operasyon ile yetinilmemişti.. İlhan-Turhan Selçuk kardeşler aydınlanmacıların simge isimleri olarak, işkencede de odak oldular.

Madanoğlu, TSK’deki sol birikimi tasviyeye dönük, senatörlükten alınarak açılan darbe davasının birinci sanığı yapıldı. Mahir Kaynak, 3 Mayıs 1973 tarihli duruşmada soruları yanıtlıyor zar günü, 23 Mayıs akşamı seri operasyonlarında alınanlar arasında, öncelikli ve ağırlıklı işkence gören Turhan Selçuk, kaburgalarının kırıldığı, göğüs kafesinin yapıştığı, bir gözünün ömür boyu toparlanamadığı ağır kayıplar sonrası, ülke kamuoyuna dönük hak arama savaşımı, hukuk yollarını kullanmakla yetinmemişti.

Dünya medyasından kendisinin de aranarak yapılmış röportajları da dosyalar halinde arşivlemiş.. Yerimizin elverdiği ölçeklerde birkaç önemli, anlamlılarını seçerek sözlerle paylaşıyoruz. Türkçeleştirilmiş el yazısı notları kendisine aittir..

ÖLÜM TEHLİKESİ YARATAN KARİKATÜRLER

Pardon Dergisi (Almanya) 1972 Ocak, Jürgen Roth röportajı

İLHAN SELÇUK, 12 MART DARBESİ BATI MEDYASININ GÜNDEMİNDE

İlhan Selçuk ise 12 Mart’ın Cumhuriyet gazetesinin 10 günlüğüne kapatılmasına da konu olan, bir dizi yargılamanın kapsamında hedef tahtasına alınmış olarak, çoğunluk içeride en ağır koşullarda tutuklu, yargılananların başında yer alan, bütün aydınlanmacıları da yıldırmayı hedef alan mağduriyetleri yaşadı.

Sonra yaşayacağı ikinci etap ağır işkence cabası olacaktı. Bu sayfamızda yine yerimiz el verdiği ölçeklerde İlhan Selçuk için dünya medyasından değerlendirmeleri paylaşacağız. Galiba öncelik Stern’in 23 Temmuz tarihli sayfalarında geniş yer almış, 12 Mart’ın geniş analizine yer verilen yayını olmalı. Randolp Braumann’ın haber ve yorumu ile, dünya savaş fotoğrafçılığında çok ünlü çok ödül almış ismi Fred İhrit’in fotoğraflarını paylaşmak istiyoruz.

Türk generallerin kendi rejimlerine karşı gelenleri susturmak amacıyla başlattığı Askeri Mahkeme süreçlerinin ikincisinde gazeteci İlhan Selçuk da bulunuyordu. Davacı dosyasına göre İlhan Selçuk, bir yarbayın bölgesinde bulunan gençleri şiddete yönlendirmek ve ülkenin güvenlik görevlilerine hakaret etmekle suçlanıyordu. İlhan Selçuk bunu yapmamalıydı. Türkiye’de orduyu eleştirmenin cezası bulunuyor, çünkü ordu devleti yönetiyor.” Ordu bunu Türkiye’de çok daha zekice yapıyor. Demirel’i çekilmeye zorladıklarından beri, Genelkurmay Başkanı Tağmaç yönetimi altındaki 4 general, Türkiye’de nasıl bir politika izleneceğine karar veriyorlar..” cümleleri yazarın Başbakan ile yaptığı söyleşiden alıntılar olarak yer alıyor..)

Görselini verdiğimiz birinci sayfanın spotlarında; “Portekiz ve Yunanistan’dan sonra bir NATO üyesi ülke daha demokrasiyi oyun dışı bıraktı. Türkiye’de askeriye yönetime el koydu ve muhalifleri parmaklıklar arkasına gönderdi. Adam orada kafeste gibi oturuyordu. Sandalyesinin yer aldığı bölüm mahkeme salonunda kalın bir iple ayrılmıştı. 3 süngülü asker hemen arkasında onun her hareketini izliyorlardı. Silahlı bir çavuş ipi kontrol etti. Süngülü askerler mahkeme kapısını bloke etmişlerdi ve koridorda devriye geziyorlardı. Dinleyenlerin oturduğu ilk sırada bir bayan ağlıyordu. Kışla girişinde pasaportlarımızı bırakmak zorundaydık” cümleleri yer alıyor. Sağda kalan spotta ise: “Biz sertiz ama temiziz”. Türk generalleri tüm gerillaları idam etmek istiyor.. vurgulamaları yer alıyor. Diğer paragraflarda; (Türkiye, Yunan modelini sadece biraz sadeleştirerek taklit etti.. Generaller Gürler, Eyidoğan, Eken devlet içinde karar verme gücüne sahipler..Röportajda Başbakan Erim -Atatürk resminin altında-bu durumu çok normal olarak değerlendirdi.. “Askeriye beni destekliyor..” dedi..

NOT: Bir önceki Tanıklıklar’da Nadir Nadi’nin Yeniköy’deki evine kapandığı günlerde çekilmiş fotoğrafta Aykut Sağnak’ın adı, yanılsamayla yeğeni Kaan Sağnak olarak çıkmıştır. Düzeltir özür dileriz.