Mısır darbesinden Libya’ya: Türkiye-BAE çatışması bugüne nasıl geldi?

Birleşik Arap Emirlikleri ile Türkiye arasındaki siyasi anlaşmazlık, iki ülkenin Libya iç savaşında siyasi ve askeri pozisyon almasıyla zirvesini bulsa da aslında daha uzun bir geçmişi var.

cumhuriyet.com.tr

Hem doğrudan hükümet yetkililerinin ağzından, hem de hükümete yakın haber ajansları ve diğer yayınlarda, Birleşik Arap Emirliklerine (BAE) yönelik sert açıklamaların giderek artması dikkat çekiyor.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu son olarak salı günü Akit TV’de katıldığı canlı yayında, “Bölgede kim kaos yaratıyor derseniz, hiç şüphesiz Abu Dabi’yi söyleriz. Bize açık açık saldırmaya çalışıyorlar ara ara ama en son hadlerini aşmamaları konusunda uyardık. Libya’yı da karıştıran bunlar, Yemen’i de mahveden bunlar” ifadelerini kullanmıştı.

BAE ile bu anlaşmazlık, iki ülkenin Libya iç savaşında hem siyasi hem de askeri pozisyon almasıyla zirvesini bulsa da daha uzun bir geçmişi var.

Son yıllardaki AKP hükümeti ile BAE yönetimi arasında yaşananlardan öne çıkanlara kısaca hatırlayalım.

HALK AYAKLANMALARI 

Birleşik Arap Emirlikleri, 1971 yılında kurulan, 7 emirliğin oluşturduğu ve anayasa ile yönetilen monarşik bir federasyon. Federal Ulusal Konsey'in bulunduğu ülkenin devlet başkanı Halife Bin Zayid el Nehyan. 10 milyonluk nüfusunun yüzde 80'den fazlası göçmen işçilerden oluşuyor. Dünyanın önemli petrol kaynaklarına sahip ülkeleri arasında. Başkenti Abu Dabi ve en önemli bölgesel müttefiği ise Suudi Arabistan.

Abu Dabi yönetimi ile AKP hükümeti arasındak ilişkiler 2010’lu yıllarda  bozuldu. Öncesinde, AKP hükümetinin bölgesel  yayılmacı planlarının sınırlı olması da etkiliydi. Bölge ülkelerindeki Müslüman Kardeşler (İhvan) varlığı ve örgütlenmesine karşı farklı pozisyon almış olmaları henüz bu ilişkiyi etkileyecek bir pozisyonda değildi.

2011 Arap halk ayaklanmalarının ardından durum değişti. AKP hükümeti ayaklanmaları İhvan’ın ve onun aracılığıyla kendi bölgesel etkisinin güçlenmesi için bir fırsat görüyordu. Mısır’da Mursi’nin ve Tunus’da en Nahda’nın güçlenmesi de bu olanağı yarattı. BAE ile Müslüman Kardeşler’e karşı pozisyonunu sürdürdü.

Ancak temmuz 2013’te Mısır’da, İhvan’ı temsilen iktidarda bulunan Mursi’nin askeri darbe ile devrilmesi süreci, durumu AKP açısından tersine döndürdü. AKP hükümeti sert tepki göstererek Mısır’la ilişkilerini keserken, BAE tam tersi olarak bu yeni rejimi mali ve siyasi olarak destekledi. Mısır, bölgedeki Suudi Arabistan-BAE ittifakına katıldı. BAE, 2014 yılında Müslüman Kardeşler’i “terör örgütü” listesine aldı.

FAHRETTİN PAŞA SOKAĞI

Aralık 2017’deki “Fahreddin Paşa” polemiği, iki ülke arasındaki diplomasi dilinin bozulması açısından önemli bir örnekti. BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed, AKP hükümeti için “Medine Kahramanı” olan Fahreddin Türkkan’ı “hırsızlıkla” suçlayan bir tweet paylaştı: “1916’da Türk Fahri Paşa’nın Medine halkının hakkına girdiğini ve onların mallarını çaldığını, onları kaçırdığını, Şam’dan İstanbul’a ‘Seferberlik’ ilan ederek, Medine’deki el yazması eserleri çaldığını biliyor muydunuz? İşte Erdoğan’ın dedelerinin Müslüman Araplarla ilişkisi buydu.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan çok kızdı, “Bu adam neyin şımarığıdır? Petrolün, elindeki paranın şımarığıdır. Benim ecdadım Medine'yi müdafaa ederken, be terbiyesiz, senin ecdadın neredeydi?” yanıtı verdi. Bir ay geçmeden Ankara’da BAE elçiliğinin bulunduğu sokağın adı “Fahrettin Paşa” olarak değiştirildi.

KATAR KRİZİ VE SURİYE

Türkiye’nin Müslüman Kardeşler üyelerine kapılarını açması, Suudi Arabistan-BAE liderliğinde Katar’a yönelik ekonomik ve diplomatik abluka siyasetinin devreye girdiği süreç ve sonrasında AKP hükümetinin Katar yönetimine açık destek vermesi;  bugüne boyutları oldukça genişleyerek geldiğine tanık olduğumuz ticari, siyasi ve hatta askeri ilişkileri, BAE ile uçurumu büyüttü.

Ayrıca BAE’nin son dönemde, Türkiye’nin Suriye’deki askeri operasyonlarına, güvenli bölge gibi planlarına karşı çıkması ve Suriyeli Kürtlere destek olması da bu sürecin önemli bir ayağı oldu. BAE Dışişleri Bakanı Enver Gargaş’ın şu sözlerini hatırlayalım: “Kürtleri destekliyoruz. Kürtler büyük bedeller ödedi. Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde Kürtlerin korunması gerekir” (Sputnik, 31 Ocak 2019) Türkiye basınında Suudi Arabistan ve BAE’nin Suriyeli Kürtlere maddi kaynak sağladığı haberleri de sık sık yer aldı.

"BAE CASUSLARI" MESELESİ

Bu arada “BAE casusları” olayını da atlamamak gerekiyor. 19 Nisan 2019’da, BAE adına casusluk yapmakla suçlanan iki kişi İstanbul’da gözaltına alındı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı şüphelilerin, “siyasi ve askeri casusluk” ile “uluslararası casusluk” suçlarından tutuklanmalarını istedi, mahkeme tutuklama kararı verdi. Bu iki kişinin ekim 2018’de Suudi Arabistan’ın İstanbul’daki konsolosluğunda gerçekleşen Gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetiyle bağlantıları olduğu iddiaları gündeme geldi.

28 Nisan’da ise iki şüpheliden Zeki Hasan, Silivri Cezaevindeki hücresinde ölü bulundu. Yetkililer intihar ettiğini açıkladı. Ailesi ise “İşkence sonucu öldürüldüğü”nü ileri sürerek uluslararası soruşturma istedi. Haziran 2019’da ise yine AKP yanlısı medyada, diğer tutuklu Semir Şaban’ın 15 Temmuz darbe girişiminden de “Önceden haberdar olduğu”nu ifadesinde belirttiği haberleri yayımlandı. BAE’nin darbe girişimine, AKP medyasının “BAE’nin maşası” olarak nitelendirdiği Muhammed Dahlan aracılığıyla mali destek verdiği iddiası sık sık dile getiriliyordu.

LİBYA VE DOĞU AKDENİZ

Bardağı taşıran damla olarak ise bugün iki yönetim, Libya’da bu kez askeri olarak karşı karşıya gelmiş durumda. BAE yönetimi Libya’daki iki ana iktidar odağından General Halife Hafter ve ordusunu açıktan destekliyor. Tıpkı AKP yönetiminin diğer iktidar odağı olan Fayiz Sarrac yönetimini açıktan desteklemesi ve hatta Suriyeli cihatçı grupları savaşmak üzere Libya’ya göndermesi gibi.

Bu iki zıt pozisyon, daha geniş bir alanda, Doğu Akdeniz üzerindeki ekonomik ve siyasi rant planlarında da karşı karşıya geliyor. Doğu Akdeniz’deki doğal gaz kaynakları konusunda ortak çalışan Mısır, Yunanistan, Güney Kıbrıs, Fransa, yanlarına BAE’yi de alarak birkaç gün önce Libya konusunda ortak bir bildiri yayımladı. Bildiride hedef Türkiye oldu.

Beş ülke, Türkiye yönetiminin Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz faaliyetlerinin “Uluslararası kanunlara aykırı olduğunu” belirttiler. Ayrıca Türkiye’nin Libya’daki müdahalesinin “Libya’nın komşuları, Afrika ve Avrupa’nın istikrarına bir tehdit oluşturduğunu” söylediler.

BAE’YE ÖZEL VURGU

Bildiri 5 ülkeye ait olsa da girişte alıntıladığımız Çavuşoğlu görüşü, AKP yönetiminin burada diğer ülkelerin arasında BAE’ye özel önem verdiğini gösteriyor.

Dışişleri Sözcüsü Hami Aksoy da bir açıklama yaparak, ortak bildiriyi “Takip ettikleri politikalarla bölgesel kaos ve istikrarsızlık peşinde koşan, halkların demokrasi ümitlerini darbeci diktatörlerin fütursuz saldırganlığına kurban etmekte beis görmeyen, ancak hesapları Türkiye tarafından bozulduğunda hezeyana kapılan bir grup ülkenin ikiyüzlülüğünün ibretlik bir örneği” olarak nitelendirdi.

Aksoy, yazılı açıklamasında BAE’ye de özel yer ayırdı: “Doğu Akdeniz’le hiçbir alakası olmayan BAE’yi ise diğer ülkelerle bir araya getiren, Türkiye düşmanlığından başka bir şey değildir. Bu ülkenin hem bize, hem Libya’ya karşı sabıkası bellidir.”

AKP yönetimi bölgesel yayılma planlarından geri adım atmadığı sürece, tıpkı kendisi gibi bölgedeki ekonomik ve siyasi rantta gözü olan, ancak kendisinden farklı olarak bu konuda daha güçlü çıkar ittifakları oluşturabilen diğer ülkelerle karşı karşıya kalmaya devam edecek.

BAE de bunlar arasında bugün açısından öne çıkan ülkelerden biri olmayı sürdürecek görünüyor.

Hiçbir tarafın planlarının ve müdahalesinin bölge halklarının çıkarına olmadığı gerçeği ise bu sürecin en net noktası denebilir. 


(EVRENSEL)