Milliyetçilik Nereye-9: Elde kılıç, fütuhat... Bu çağın işi değil!

Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz, milliyetçiliğin kucaklaşma ve ortak kültürü ifade ettiğini, bu kavramın da çağa ayak uydurması gerektiğini vurguladı.

Mustafa Balbay

TÜRK OCAKLARI GENEL BAŞKANI PROF. MEHMET ÖZ:

ELDE KILIÇ, FÜTUHAT... BU ÇAĞIN İŞİ DEĞİL!

Prof. Öz’le Türk Ocağı Caddesi üzerinde, 1999’da katledilen Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın adını taşıyan spor salonunun hemen altındaki Türk Ocakları Genel Merkezi’nde görüştük. 1912’de kurulan Türk Ocakları, tarihini Çanakkale ile başlatıyor. İlk üyelerinin çoğu orada şehit olmuş. Bugün 80 şubesi, 20 bin üyesi var. Gençlerin gelip gitmesine izin veriyorlar ama olabildiğince az genç üye kaydediyorlar. Nedenini şöyle açıklıyorlar: “Siyasal bir gençlik hareketine dönmesinden yana değiliz. Ülkenin geleceğine yön verecek güçlü insanlar yetiştirmek istiyoruz.” Prof. Öz sorularımızı şöyle yanıtladı:

-Türk Ocakları’nın temelinde Yusuf Akçura’lar, Halide Edip’ler var. Sizin milliyetçilik tarifiniz nedir?

Türk milletine hizmet etme davasıdır. Biz kendi tarihimize baktığımız zaman Türkçülüğün Esasları’nı yazan Ziya Gökalp’i hatırlamamız lazım. Gökalp, “millet ne sadece ırki ne sadece coğrafi ne sadece kan bağı kısaca millet ortak kültürü almış insanlar topluluğudur” diyor. Aynı zamanda ortak gelecek tasavvuru. Bizim milliyetçiliğimizin temeli bu. Gökalp, atlarda, hayvanlarda cins aranır der. İnsan için belli bir soydan gelmenin fazla bir önemi yoktur. Millet tarih içinde oluşan bir şey. Ortak kültür, ortak inançlar, ortak gelecek bir millet olma vasfına dayanır. Atatürk “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” der. Türk Ocakları bu ülkü ile kuruldu. Yusuf Akçura yayın organımız Türk Yurdu’nun kurucusu. Osmanlı’nın son döneminde Osmanlıcılık, İslamcılık denendi, birliği korumaya yetmedi. Bunların işe yaramadığının görülmesi üzerine Türk milliyetçiliğiyle bunu sağlamak hedefiyle Türk Ocakları kuruldu.

-Bir asır sonra birlik olma hedefi ne durumda?

Yeni çağın diliyle bazı şeyleri yeniden yorumlamak gerekiyor. Bir kere etnikçi ve mezhepçi yaklaşımlara hayır demek gerekiyor. Bizim bir sloganımız var; hep birlikte Türk milletiyiz. Bazıları aldı, siyasi olarak kullandı ama o sloganı biz ürettik. Biz 12 Eylül öncesini yaşamış nesiliz. Biri etnikçilik, tırnak içinde Kürt meselesi, PKK’nın araç olarak kullanıldığı bölücülük hareketi. Bir de mezhepçilik. Biz bu ayrıma karşıyız. Kuruluşta temel ilke var; Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk milleti denir. Biz bu anlayışı benimsiyoruz. Milliyetçilik anlayışını bu şekilde geliştirmek lazım.

-Türkiye dışındaki Türklerle bağınız nasıl?

Bakû ve Kerkük’te şubelerimiz var. Talep çok. Yardımlarımızı Türkmeneli, Turaneli adlarıyla öteki coğrafyalara yayıyoruz. Millettaşlarımızı düşündüğümüzü göstermemiz lazım. Türk dünyasının neresinde ne var, haberdarız.

İDEALİMİZLE GERÇEKÇİLİĞİN SENTEZİ

-Orta Asya ülkeleriyle kurulan bağlar ne ölçüde kurumsallaşabildi?

Devletlerin mazilerinden gelenler var. Bazı şeyleri gücünüz oranında yapabilirsiniz. Fincancı katırlarını ürkütmeden bunu yapmak lazım. Mesela Nursultan Nazarbayan çok büyük bir Türk milliyetçisidir. Doğu Türkistan’da post modern soykırım yapılıyor. İnsanlar toplanıyor, “doğrular” anlatılıyor. Çin, onlara eğitim verdiğini söylüyor ama bu post modern soykırımdır. Buna Türk dünyasından gerekli oranda ses yükselmemektedir. Biz dillendiriyoruz. Kimse devlet olarak Çin’i karşısına almak istemiyor. İdealizmle gerçekçiliğin sentezini yapmak lazım. Maceracılık başka, çıkarları korumak başka. Atatürk’ün en büyük özelliği budur.

-İç barışı sağlamak için ne yapmalı, bu konuda ne yapıyorsunuz?

Bu, kolay bir mesele değil. Gerçekçi olmak gerekir. Hem içten hem dıştan manipüle edilme durumu açıktır. Bu 100 yıl önce de böyleydi. Huntington, Medeniyeler Çatışması’nda Türkiye bölünmüş görünüyor. Laik-anti laik, Türk-Kürt, Alevi-Sünni şeklinde. Bunlar kullanıma açık... Acıları da ortak yaşadık. Örneğin 12 Eylül’de herkes işkence gördü. Tarihimiz ortak, en az bin yıllık. Biz ayrılıkçılığa karşıyız. Bu bakış ne Türke yarar ne Kürt’e. Cumhuriyet tüm vatandaşlarına eşit mesafede olmalı. Bir devlette bir resmi dil olur. Ama yurttaşlar istediği dili öğrenebilir, anadilini istediği gibi kullanabilir. Çeşitlilik zenginliktir, ama farklılık koymaya çalışmaya karşıyız. Bazı şubelerimizde Zaza vatandaşlarımız yönetimde.

-Bu çağ için Turan tarifiniz nedir?

Türklerin bulunduğu her yerle ilgilenmek. Bizim Turanımız budur. Elbette siyasi açıdan da işbirliği olacak. Türklerin ruh birliği çok önemli. Millet aslında bir ruhtur. Manevi bir varlıktır. Yoksa elde kılıç fütuhat bu çağın işi değil. Bu çağ bilginin, iletişimin önemli olduğu bir çağ. Buna uygun şekilde iletişimi artırmak gerekiyor. Sonra fikir birliği, işte birlik...

-Küreselleşme karşısında milliyetçilik ne durumda?

Türk milliyetçiliği kozmopolit küreselleşmeci anlayışa karşı. Vaka olarak küreselleşme tüm dünya köy olacak, devletler ortadan kalkacak... Öyle olmadığını gördük. Küreselleşme fakirlere felaketler getirdi. Milli devletleri parçalayarak daha kolay hegemonya istiyorlar. Küresel egemenlik mücadelesini bir veri olarak alıp güçlendirici önlemler almak gerekir.

SİYASAL İSLAM YANLIŞ PROJE

-Siyasal İslam akımına nasıl bakıyorsunuz?

Çok yanlış bir proje. Bu zihniyetin İslam dünyasına faydası dokunmamıştır. Türkiye’deki etkileri de olumlu olmadı. Din, millet kimliğimizin taşıyıcı unsurudur. Bunu din bezirgânlarının eline bırakmadan, iyi yetişmiş insanlar aracılığıyla gençlere anlatmamız lazım. Bu anlamda biz ilahiyatçı arkadaşlarımıza çok önem veriyoruz.

-İslam dünyasının çağın gerisinde kalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

En önemli etken Batı’daki zihniyet değişimini anlamamasıdır. Bu hümanizmayla başlıyor. Rönesanla, coğrafi keşiflerle... Bugün de en önemli mesele... Beka bilimdir, teknolojidir. Türkiye’de çok yanlış bir üniversite politikası var. Yaygın üniversite yerine meslek edindirmek lazım. Diplomalar işe yaramıyor. Bu yanlış. İngiltere’de yükseköğretimdeki öğrenci sayısı 2.5 milyon, Türkiye’de 7-8 milyon... Biz daha mı zenginiz?

TÜRKÇE DE ANADOLU’YU FETHETTİ

-Prof. Ahmet Taner Kışlalı, “1071’de Türkler Anadolu’yu fethetti Anadolu da Türkleri” diyor, katılır mısınız?

Anadolu Türkleşmesi, İslamlaşması ayrı bir konu... 1071’den çok önce de geldik. Ama 11’inci yüzyıldaki geliş kalıcı geliş. Devlet kurmak üzere geliş. Biz burayı Roma’dan aldık. Bizans ordusunda da Türk komutanlar var. Haçlılar geldi bu topraklara Türkiye dedi. Biz demedik. Güneydoğu’ya da Türkomanya derler, yani Türkmen yurdu. Biz geldiğimizde burada yaşayan unsurlar varlıklarını sürdürdü. Bir de Moğol istilasında Cengiz’in önünde gelenler oldu. Kültürel etkileşimde Kışlalı haklı. Şu da var; burayı Türkçe de fethetti. 13’üncü yüzyıl ikinci yarısından itibaren yazı, edebiyat dili oldu. Karşılıklı etkileşimdir.

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ TÜRK OCAKLARI TAKİPÇİSİ BATUHAN YÜKSEL:

‘SEN YANMASAN... BEN YANMASAM...’

Ankara Üniversitesi öğrencisi Batuhan Yüksel’le ilk 2019’daki Ankara Kitap Fuarı’nda karşılaştık. O gün telefon numaralarımızı paylaşmış özçekim yapmıştık. Kimliğini Türk Ocakları’nda bulduğunu söylemişti. Dizi kapsamında bir kez daha buluştuk. Sorularımızı yanıtladı...

-Kendini nasıl tanımlıyorsun?

Türk Ocakları’na gönül vermiş, milliyetçi bir ailede yetişmiş ve milliyetçilik duygusuyla beslenen bir insanım. Babam askerdi, çok şehir gezdik. Doğu Anadolu’da çok bulundum. Süryaniler, Kürtler, Bursa’da Balkan göçmenleri... Erzurum, Kars Terekemeler tanıdım.

-En çok kimden etkilendin?

Şırnak’ta bulunduğumuz yıllarda İsmail amca vardı. Köy korucusu... Muazzam bir Türk milliyetçisiydi. Bana Türk milliyetçiliğini aşılayanlardan birisi de o oldu.

-Kürt kökenli bir kişiden mi?

Evet, Şırnak Beytüşşebap mezrasında. 3100 rakımlı yer. Karayolu yok. Kışın yol kapanıyor. Bana en büyük milliyetçilik aşılamasını yaptı.

-Ondan aklında kalan üç cümle nedir?

Mücadele, vatan duygusu... Kardeşlik. Aynı sofraya oturduk... Bana babalık da yaptı diyebilirim.

-Onun Kürt kökenli olmasını nasıl değerlendiriyorsun?

Bu toprakların insanıyız. Kültürümüz bir. Yemeklerimiz bir. Acımız bir. Türk bizi birleştiren çatı. Aslen Samsunluyum, Samsun’da ne kadar acı varsa Şırnak’ta da acı vardı. O insanlar da aynı şeyi hissettiği için çok zor olmadı. İsmail amcanın oğlu Haşim’le de görüşüyoruz. Sonuçta armudun altına elma düşmez.

-İlk hangi kitapları okudun?

Namık Kemal, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura okudum ilk çağlarda. Zaten ilkokulda bunlar Atatürk’ün etkilendiği yazarlar olarak geçiyordu. Tırnak içinde sağ sol ayırt etmeksizin her şeyi okumak bilinçlenmek istedim. Kampusta farklı kökenlerden, siyasi düşünceden arkadaşlarla konuşuyorum ve ortak sentez oluşturmaya çalışıyorum. 1920’li yıllarda Atatürk nasıl bir çatı oluşturduysa, bunun geçerli olduğunu görüyorum. Ama biz o yıllardaki kadar heyecanlı, özverili insanlar değiliz maalesef. Onun için ayakta tutmakta zorlanıyoruz. Siyaset-tarikat-ticaret üçgeni ülkeyi deforme ediyor.

-Türk Ocakları’nda ne buluyorsun, ne yapıyorsun?

Vizyonu ve misyonu Türklük bilincini aşılamak. Türk dünyasına eğitim ve kültür aşılamak. Türk Ocakları bir partiye bağlı değil. Benim de en çok gitme sebeplerimden birisi bu. Kurulduğu 1911’den, Genç Kalemler, 190 Tıbbiyeli olaylarından itibaren her zaman Türklerin yanında... Vatan bilinciyle hareket etmiş. Bir partiye eleman yetiştirme kurumu değil. Tarikatlar gibi devleti ele geçirme düşüncesi yok.

-Hangi partiye yakınsın?

Düşüncemi tam anlamıyla temsil eden bir partinin olduğunu düşünmüyorum. CHP, MHP, İYİ Parti’den arkadaşlarım var. Partizan olmanın da manası yok.

-Türk milliyetçiliği sence nasıl bir güç?

Bir potansiyeli olduğunu düşünüyorum ama kullanma konusunda tökezlemeler yaşıyor. Türk Ocakları akademisyen çevresi çok geniş. En büyük temsilcilerimiz akademisyenlerimiz, edebiyatçılarımız olmak zorunda... Biz mükemmel bir altyapıya sahibiz. Ama bunu halka açamıyoruz. Biz açamayınca farklı örgütler, cemaatler, neyse işte onlar açılıyor.

-Sen neler yapmayı düşünüyorsun?

Bu vatanın neye ihtiyacı varsa yapacağım. Gerekirse kendimi yakacağım...

-Niye yakacaksın?

Şu anlamda yani; sen yanmasan, ben yanmasam... Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...

-Nâzım Hikmet’ten etkilenerek mi söylüyorsun?

Tabii ki...

-Nâzım Hikmet sence neyi ifade ediyor?

Her şeyden önce bu topraklarda yetişmiş, acı çekmiş bir insan. Her ne kadar düşünceleri milliyetçi camiada değer görmese de “Nâzım Hikmet Vatan Hainliğine Devam Ediyor Hâlâ” şiirindeki duyguları veren kaç şairimiz var? Kuvayi Milliye’yi yazan kaç şairimiz var?

-O şiir sende hangi duyguları canlandırıyor?

Yurtseverlik... Ben son yüzyılın en büyük milliyetçisi olarak Atatürk’ü görüyorum. Altı ilkeden biri. O dönemde çok çaba var; Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu hep bunun parçası... Bugün aydınların halka ulaşma sorunu var. Siyasiler zaten bu konuda zayıf.

-Erdoğan’ın yerli ve milli sözü sana samimi geliyor mu?

Kesinlikle samimi gelmiyor... Milliyetçiliği önce ayaklar altına alıyor sonra yerli ve milli diyor. Ama milliyetçilik bir siyasi partide temsil edilecek kavram değil.

-Şırnak’ta bulunmuşsun... O bölgenin sorununa ne ad koyuyorsun?

Kürt sorunu değil. Ne olmadığını biliyorum... Kürt sorunu biraz da yabancı ülkelerden... Değişim dilde başlar... Değişimi dilde başlatıyorlar, Kürt sorunu diyorlar ki çatıştırmak istiyorlar. Biz bu topraklarda beraber yaşamışız. Ayrımız, gayrımız yok... Belki çok klasik bir söz ama yaşadığım için böyle tarif ediyorum. Bundan 100 yıl önce olduğu gibi, Wilson prensipleri gibi dayatma... Benim Şırnak’ta, o bölgede en çok gördüğüm eğitimsizlik. Aşiret ve tarikat liderlerine teslimiyet var...

-Siyasal İslamla ilgili düşüncelerin ne?

Ümmetçilik başımıza belalar açmış bir şey. Açmaya da devam edecek... Filistin mi, Azerbaycan mı? Kutsal değerler ama... Ümmetçilikten fayda görmedik. İslam ülkelerine bakalım hangisinde insan haklarından söz edebiliriz...

ÜSTÜMÜZE GELMEYİN

-Z kuşağı ile ilgili tartışmaları izliyor musun?

Biraz, çoğu dile getiriliyor. Farklı yönlendirmelere tabi tutuluyor. Herkes bir yere çekmek istiyor. Sırf bu baskılardan dolayı apolitik olmaya sürükleniyor. Bir şeyi çok sıkarsanız elinizden kaçar ya... Üstümüze gelmeyin, kendi yolumuzu bulmaya çalışıyoruz.