Mersin’i sevmek için 10 sebep

Yollar, ışıklar, parklar, konserler, festivallerle Mersin farklı bir boyuta taşınmış. Herkes Mersin’e gitmiş, daha da güzeli, her giden ilk günden Mersinli olmuş.

Fatih Türkmenoğlu

Yani öyle kelime oyunu olsun, bak nasıl da yaratıcı başlık buldum havalarında değilim, inanın. Mersin’e yıllar sonraki gidişimde, ben bambaşka bir şehir gördüm. Yollar, ışıklar, parklar, konserler, festivallerle Mersin farklı bir boyuta taşınmış. Herkes Mersin’e gitmiş, daha da güzeli, her giden ilk günden Mersinli olmuş.

Bir Bosna atasözü “Seyahatin önündeki tek engel, kapının eşiğidir” der. Ben her eşiği atlarım, o yola giderim çok şükür... Bu sefer de her tür olumsuz durum üst üste bindi. Program çekmem lazım; ama tam kapanma var. Aşılarımı oldum, e devlet sitesine girip izin alamıyorum. Basın kartım var, ancak sitede iznim olmazsa uçak bileti satın alınamıyor... Neyse, istek varsa, bir yol her zaman bulunuyor. Ekiple o uçağa binmeyi başardım. Yıllar sonra, tekrar Mersin’deydim.

Almanya’daki bir Türk’le tanışırsınız. İlk sorusu “sen nerde kalıyon” olur. Yaşanmaz da, kalınır. Bindiğiniz her taksi şoförü nereli olduğunuzu sorar. “Biz de Esenler’e geldik, ev yaptık, otuz yıldır orada kalıyoruz” der. Bizim kültürde, özellikle daha kırsal olan kesimde, bir yerde kök salınmaz, adamakıllı yaşanmaz. Sadece kalınır. Kutsal olan, yüceltilen, tertemiz olan evlerin içidir. Dışarısı, sokaktır; sahiplenilmez, yaşamın içine tam anlamıyla bir türlü dahil edilemez.

Ama burada bambaşka bir kültür gördüm ben. Varoşuyla, köyüyle, uzak ilçesiyle, en zengin caddeleriyle, şehir birleşmiş ve birleştirmiş. Evlatlarını birbirinden ayırmayan bir ana şefkatiyle kucaklamış herkesi. Bunun karşılığında da, Mersin’de yaşayanlar, Mersin’i yaşar olmuşlar. Mutluluk ve yaşam kalitesinin yüksekliği, benim gibi her gideni derinden etkilemiş.

HERKES MERSİNLİ OLMUŞ

Mersin’e, Belediye Başkanı Vahap Seçer’le buluşmaya gittim. İki gün boyunca gezdik. Uzak köyleri, meydanları, parkları, yapılan her projeyi ziyaret ettik. Pandemi, tam kapanma, ramazan demeden dolaştık. Roman orkestrasının belediye sitesinden verilen konseri izledik. Onların danslarına, şarkılarına bir kez daha hayran kaldım. Kadın kooperatiflerinin ürettiği bahçelerde kendimi kaybettim.

Ah, yine çok heyecanlandım. Gördüklerimi, deneyimlerimi bir an evvel aktarmanın telaşıyla ellerim klavyenin üstünde uçuverdi. Başı sonu olmayan bir yazıyla olaya başladım. Affedin, bir şans daha verin, adam gibi, en başından anlatayım. Hatta “on maddede Mersin” anlatayım hadi. Hem daha kolay okunur hem de daha çok akılda kalır. Ne dersiniz?

- Mersin, müthiş bir Doğu Akdeniz şehri. İnce uzun bir coğrafya; bir taraf Toroslar, bir taraf Akdeniz. İnanılmaz renkli ve olaylı bir tarihi var. İlginiz varsa internetten oumanızı tavsiye ederim. Ama birkaç önemli noktaya dikkat çekeyim: İnanılır gibi değil, ama sahil şeridinin uzunluğu tam 321 km. Birçok yeri hala çok bakir, 148 km’lik kısmıysa doğal kumsal. MÖ 6. Yüzyılda, şehrin valisi kimmiş, biliyor musunuz? Ünlü felsefeci Çiçero! Hava enfesti, ancak unutmayın, Mersin ülkemizin ve Avrupa’nın en sıcak şehri. Yaz aylarında nefes alınmayacak kadar yoğun  nem var. Ama dert değil, kısa araba yolculuklarıyla Toroslar’daki yaylalara gidip soluklanmak mümkün. 

- Son yıllarda şehre çok sayıda yerleşen olmuş. Ülkemizin her yerinden, hatta yurt dışından. Yönetimin herkesi kucaklayıcı, barışçıl bir yaklaşımı var. Sebze meyve hali içinde, çalışanların çocukları için bir kreş açılmış. Pırıl pırıl, birçok imkanıyla adı sanı bilinen okulları aratmayan nitelikte bir öğretim kurumu. Halka her mahalledeki merkezlerde “3 TL’ye üç kap yemek” veriliyor. Durumu uygun olmayanların evlerine de bedelsiz olarak yemek dağıtımı var. “El bebek gül bebek” veya “Süt senin, gurur Mersin’in” gibi projelerle, bir nevi Kuzey Avrupa havası esiyor şehirde. El bebek’te doğum yapan annelere gönderilen paketlerin içinde yok yok. Çok etkilendim, siz de benim yerimde olsanız, aynı şekilde etkilenirdiniz.

- “Halkkart” diye bir başka proje yapmışlar. İşsiz kalan, geçimi olmayan evlere dağıtılan kartlara her ay belirli bir miktar para yükleniyor. Böylelikle alışverişler yapılıyor, evlerde bacalar tütüyor. Üniversite ve lise hazırlık dershanelerinin ücrestiz olanları var. Her üniversite öğrencisine eğitim yardımı yapılıyor. Yatılı okuyan, başka bir şehirde yaşayan öğrencilerin kirli çamaşırlarını yıkamaları ne büyük sorun olur, hatırlarsınız. Bedava çamaşırhaneler kurulmuş, bu sorun tamamıyle ortadan kalkmış.

- Mersin’de kadınlara pozitif ayrımcılık yapılıyor. Açık ve net olarak. Her iş kolunda, her mahallede, her projede bu böyle. Misal “Hadi gel köyümüe dönelim” diye bir çalışma başlatılmış. 60 tane üreticiye 25’er hayvan verilmiş. Üreticilerin neredeyse yarısı kadın. Üstelik hayvanların ilk sene tüm aşı ve kontrollerini belediye sağlamış. Yemleri de düzenli olarak gönderilmiş. Bir üreticinin evine gittim, yeni doğmuş kuzularını sevdim. Çoluk çocuk hayvancılık ve tarım yapan güneydoğudan göçmüş bir aileydi. Hayatlarından son derece mutlulardı... Sonra kadın kooperatifi kurulmuş. Şehrin park ve caddelerindeki tüm çiçek ve ağaçlar, seralarda, bahçelerde kadınlar tarafından yetiştiriliyor. Şimdi “bunların bir turist için anlamı ne” diyeceksiniz. Yok, öyle değil. Hayatta herşey ince iplerle birbirine bağlı. Mutlu ve güçlü bireyler, güzel aileler, temiz caddeler, gülen çiçekler falan. Kelebğin biri kanadını çırpmış hani, bilirsiniz hikayeyi...

- LPG’li otobüslerle şehir içi ulaşımı çok rahat. 500 şoför çalışıyormuş, 79 tanesi kadın. Otobüslerin ismini “Sarı Limonlar” koymuşlar. Birkaç ay içinde de yer altından ve yer üstünden geçecek metronun inşaatı başlayacak. Böylelikle Mersin’de ulaşım, tam anlamıyla batı ülkelerinin standartlarını yakalamış olacak.

- Bazı ilçeler, köyler, merkeze çok uzak. Beş saatte ulaşılan yerler var. Hani neredeyse uçarak gidilse daha iyi. Bir de dağ yolları, yokuşlar, keskin virajlar... Allah vermesin, bir ailenin en büyük derdi, acısı, çocuklarının hasta olması. “Dosthane” diye bir yer gördüm. Çocuğu, birinbci derece yakını hasta olan ailelein kalabildikleri misafirhaneymiş. Neredeyse çok yıldızlı bir konfora sahip. Para ödenmiyor. Bu çok zor zamanlarda, bir de hasta refakatçileri, yakınları, kendi dertlerini düşünmek zorunda kalmıyorlar.

- Ata tohumu prohjesiyle, çocukluğumuzun domateslerini yemek mümkün. Tabii ki büyük miktarlarda, tüm şehri, ülkeyi doyuracak boyutlarda değil. Ama olması de beklenemez zaten. O eski tohumlar, o bildik lezzetler, ağaçlarda tekrar meyve veriyorlar.

- Mersin, 41 çeşit halkın yaşadığı bir şehir. Yerlisi Türkmen ve yörük. Arap, Kürt, Ermeni, Ortodoks Rum, Katolik Levanten, Yezidiler, Maronitler, Protestanlar ve Museviler birlikte yaşıyor. Liman kentlerinin çok sesliliğe verdiği değer, o sonsuz hoşgörü havası, burada da hissediliyor. Bir mezarlık var, tüm dinler ve alt gruplarından Mersinli, sonsuz istirahatine burada çekilmiş. Aynen yaşamda olduğu gibi, sonsuz olan öbür dünyaya açılan uykuda da beraberler.  

- Yirmi küsur yıldır yapılan Mersin Uluslararası Müzik Festivali, genç sanatçılar için müthiş bir başlangıç imkanı sunuyor. İki sahnede oyunlarını sahneleyen Mersin Belediyesi Şehir Tiyatroları, çok güzel oyunlar sahneliyor. Opera ve Bale, ülkemizin dördüncü opera ve balesi. Dünyaca ünlü sanatçılar konserler veriyor, gösteriler yapıyorlar. Şu pandemiden kurtulalım, neler göreceğiz neler. Gerçi şimdi de Mersinliler, sanatçılarını radyo tiyatrolarında ve konserlerinde dinliyorlar. Özlem daha az oluyor, araya uzun bir zaman girmiyor böylelikle. 

- Benim Mersin’i sevmemdeki en önemli neden, dostluğundan gurur duyduğum Ahmet Yeşil. Ülkemizin yetiştirdiği en önemli ressamlardan biridir Ahmet Yeşil. 18 yaşında duş alırken felç oluyor. 50 yıldır tekerlekli sandalyesiyle hareket ediyor. Dünyanın her ülkesine gitti, en büyük galerilerde ayakta alkışlandı. Onu rengarenk halatları, Ahmet’i hayata bağladı belki. Beni de ona ve Mersin’e. İyi ki varsın güzel insan. Hayat gezince güzel, hayat Ahmet Yeşil’le en güzel!