Meraklarımın peşinde olacağım son nefesime kadar

Esin Eyüboğlu (73) ile Haliç’teki kürek kulübünde karşılaştık. Farklıydı. Bir kere ekipteki arkadaşları kendisinden bir hayli genç olmasına rağmen onun hızına yetişemiyordu. Çok da neşeliydi. Çok da bilgili. Şimdi size bu farklı ve oldukça şaşırtıcı insanı, merakları ve aile hikayesiyle anlatacağım.

Ersin Kalkan

ESİN HANIM'IN MANİFESTOSU

Dört değişik tepkiyle karşılaşıyorum: İlgi, merak, kınama ve şaşkınlık. Bu yaşta bir insanın tüm bunları yapması insanların ilgisini çekiyor. İlgilenmeye başlıyorlar, biz de yapabilir miyiz diye merak ediyorlar. Ayrıca sizi de merak ediyorlar, kimdir, neden kendini bu işlere vermiş, nasıl beceriyor, zamanını ne şekilde plânlıyor falan diye. Bu yaşlarda insanlar genellikle kendi köşelerine çekilir, dışa değil içe dönerler. Ama ben tam aksine dünyaya doğru açılıp saçılıyorum. Bu da insanları şaşırtıyor. ‘Neden bahçesinde çiçek yetiştirmez, hayvanlarla ilgilenmez de böyle it ayağı yemiş gibi dünyayı dolaşıp durur’ diye şaşkınlıkla bakarlar size. Bazıları da yaşını başını almış bir kadının böyle acayiplikler yapıyor olmasını kınar. Bunların hiçbiriyle ilgilenmiyorum. İlgilenirseniz kendinizi engellersiniz. Şarkın ruhunda vardır bu. Bu mahalle baskısı altında köşenize çekilir yavaş yavaş ölürsünüz. Zaten köşenize çekildiğiniz an ölmeye yatmış sayılırsınız. Son nefesinize kadar hareket edin. Bakışları etkilemesin insanların sizi, nazarlara gelmeyin. Hep yeni yerlere gidin, yolları çok sevin, okyanuslar kadar derin olan bilginin içinde gezinin, her gün yeni bir şeyler öğrenin, hangi yaşta olursanız olun. Meraklarınızın peşinden gidin.

ÜNİVERSİTE HOCALIĞI

Liseyi bitirince İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kazanmış. Okuldaki eğitimden, hocalardan çok memnun kalmış. Çok şeyler öğrenmiş burada. Şiirler, tiyatro oyunları ve başka edebiyat metinleri ezberlemiş. Charles Baudelaire, André Breton, Paul Claudel, Gérard de Nerval, Victor Hugo, Paul Éluard gibi büyük şairleri tanımış. Öğrendikçe mutlu olmuş. Üniversite bitince tüm ailesi ve yakın çevresi akademik kariyer yapmasını istemiş. Ama o bunu kabul etmemiş. Akademideki katı piramidal yapıyı reddetmiş. Hiyerarşiden hiç haz etmemiş. Asistanların hocaların çantasını taşımasını, onların önünde el pençe divan durmasını, bir akademisyenin geleceğinin ilgili hocanın iki dudağının arasında sıkışmasını kaldıramamış. Bu sebeple de düz bir öğretim görevlisi olarak yarım asır sürecek üniversite hocalığı başlamış.

 

HALDUN TANER'DEN TİYATRO 

Bu alanda derinleşmesini Haldun Taner sağlamış. Eyüboğlu üniversitede hocalığa başladığında Taner’le aynı odayı paylaşmış. O İstanbul Üniversitesi’nde tiyatro dersleri verirmiş ama kadrosu Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’ndeymiş. Haldun Taner’den tiyatroya dair çok şey öğrendiğini söylüyor. Bir gün Taner, Esin Hanım’ın babası Daniş Bey’le tanışmak istediğini söylemiş. Eve davet edip tanıştırmış. Ondan sonra da Esin Eyüboğlu’nun pabucu dama atılmış. Çünkü ev ziyaretlerinde Taner, Daniş Eyüboğlu ile çalışma odasına kapanır saatlerce sohbet eder, notlar alırmış.

 

6 YAŞINDAN BERİ TENİS VE GOLF

6 yaşındayken tenise başlamış ve hâlâ devam ediyor. Babasının arkadaşlarından golf öğrenmiş. Oynuyor ama pek sevmiyor. 

 

MOTOSİKLETLE SELANİK 

Motosikleti çocukluğundan beri çok severmiş ama bir motosikleti olmamış. Çünkü bisiklete binmesini bilmezmiş. Günlerden bir gün arkadaşlarından biri, motosiklet kullanmak için bisiklete biniyor olması gerekmediğini söylemiş. Bunun üzerine hemen harekete geçip 2004 yılında bir kursa yazılmış. Kısa zamanda iyi bir binici olmuş ve bir Harley-Davidson alıpmış yollara çıkmış. 2014’te onuncu yıl kutlaması için bir arkadaşıyla birlikte İpsala sınır kapısından çıkıp önce Dedeağaç’a, sonra Kavala’ya ardından da Selanik’e gitmiş. 

 

BİLARDO PEŞİNDE UZAKLAR

“Spinoza’nın, sınırlı alanda sınırsızlık, dediği şey bilardo olmalı. Üç topla sınırsız vuruşlar yapabiliyorsunuz, acayip oyunlara dalıyorsunuz” diyor. O kadar sevmiş ki bilardoyu, bu iş nerede en iyi yapılıyorsa oradaki turnuvalara doğru yola çıkmış. 

 

65'İNDE DALGIÇ

Çocukluğundan beri yüzermiş ama dalmaya pek cesaret edemezmiş. 65 yaşına vardığında denizlerin altını da görmesi gerektiğini düşünmüş. Ve karar verip bir dalgıç okulunda soluğu almış. Kısa zamanda dalmayı öğrenmiş. Önce Kaş’ta dalmaya başlamış. Luksor, Akabe, Petda, Saygon… Bilardo için gittiği bu yerlerin aynı zamanda dalış için de çok elverişli olduğunu fark etmiş ve denizin altındaki Japon bahçelerine uzanmış. Daldığı her noktada mavi kürenin sırları hakkında yeni şeyler öğrenmiş. Ve her seferinde yeniden ve bir kez daha şaşırmış. “Bu dünya sizi artık şaşırtamıyorsa, size şaşkın bir sevinç katamıyorsa aslında yaşayan bir ölü haline gelmişsiniz demektir” diyerek noktayı koyuyor.

 

PERKÜSYON ÖĞRENDİ

Bundan dört beş sene önce kollarında sinir sıkışması olmuş. Bir doktor ahbabı ona perküsyona başlamasını tavsiye etmiş. Önce bango çalışmış, ardından da bendire başlamış. Ama pek bir iyileşme olmamış. 

 

SIKI KÜREKÇİ 

Bir arkadaşı da ona kürek çekmesini önermiş. Neden kürek diye sorduğumuzda şu yanıtı aldık: “Çünkü insanın elleri içe dönük hareketler yapmaya meyilli. Yemek yemek, bir işi görmek, temizlik, el sanatları hep içe dönük hareketlerle yapılır. Kürek tıpkı yüzme gibi dışa dönüktür. Ama kürek yüzmeden daha zorlayıcıdır.” Hemen gidip Haliç’teki Forza Kürek Kulübü’ne üye olmuş. İki ay içinde bir mucize yaşanmış ve sinir sıkışması iyileşmiş. Şimdi kolları sapasağlam ve kulüpteki herkesten daha sıkı kürek çekmeye devam ediyor.

Adını Yahya Kemal Beyatlı koydu

Esin Eyüboğlu’nu daha iyi tanıyabilmek için önce aile geçmişine uzanmak gerekiyor. Tarihçiler Eyüboğlu ailesinin Selahattin Eyyubi’nin soyundan geldiğini belirlemişler. Eyyubi hanedanlığının yıkılmasından sonra Ortadoğu ve Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılan ailenin bir kısmı Hasankeyf ve Silvan’a yerleşmiş. O dönem Trabzon valisi olan Yavuz Sultan Selim 1507’de Eyüboğulları’nın bir kısmını yaşadıkları bölgelerden Karadeniz’e nakletmiş ve onlara Trabzon ve Bayburt arasındaki toprakları vermiş. Eyüboğulları’nın Karadeniz macerası da böylece başlamış. 

Eyüboğlu ailesinin önde gelenleri imparatorluk döneminde çok önemli görevlerde bulunmuş. Ama Sultan II. Mahmut’la başlayan modernleşme hareketine başından itibaren destek vermiş. Çocuklarının eğitimlerini daima önemsemiş, kız evlatlarını da okutmuşlar. 19. yüzyılın sonlarından itibaren de saltanatın sınırlandırılması ve kademe kademe ortadan kaldırılması fikrini savunmaya başlamışlar. Esin Hanım’ın dedesi Ali Galip Bey Osmanlı Meclis­-i Mebusanı’ndaki törenler sırasında imparatorluğu temsil eden üniformayı giymeyi reddetmiş. “Ben padişahın değil halkın mebusuyum” demiş. Onun oğlu Eyübzade İzzet Bey de babasının yolundan yürümüş ve Osmanlı meclisine seçilmiş. 

 

Daha sonra Kuvayı Milliye’ye katılan baba ve oğul İstanbul hükümetiyle irtibatlarını kesip Erzurum Kongresi’ne katılmış. Esin Eyüboğlu’nun amcası olan İzzet Bey, 23 Nisan 1920’de kurulan ilk Cumhuriyet meclisine mebus seçilmiş. Ata binip yanındaki maiyetle birlikte Ankara’ya doğru yol alırken Çarşamba civarında eşkıyaların saldırısı sonrasında 6 Mayıs 1920’de hayatını kaybetmiş. İzzet Bey’in küçük kardeşi Daniş Eyüboğlu ağabeyinden bayrağı devralmış ve 1927 yılında milletvekili seçilerek Ankara’nın yolunu tutmuş. Ailesini de İstanbul’a taşımış. 1950 yılına kadar milletvekilliğini sürdüren Daniş Bey 1974’te İstanbul’da vefat etmiş. 

Esin Eyüboğlu da işte bu Daniş Bey’in kızı. Aslında iki kızı varmış. Büyüğünün adı Sevin, küçük kızının ismi Esin. Bu iki kıza da isimlerini Daniş Bey'in yakın arkadaşı büyük şair Yahya Kemal Beyatlı koymuş. İki kız kardeş Taksim’deki eski Pastör Hastanesi’nin bitişiğindeki aile evinde dünyaya gelmiş. Sevin yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayıp 1950 yılında ölünce Esin Hanım evin tek kızı olarak büyümüş. 

 

Kızlarının eğitimine çok önem veren aile küçük çocukları yabancı dil öğrensin diye özel bir İngilizce öğretmeni tutmuşlar. Esin Eyüboğlu kısa zamanda İngilizceyi sökmüş. Altı yaşındayken Taksim İlkokulu’na başlamış. Ortaokulu da İngilizce eğitim veren bir kolejde okumuş. Lise çağına geldiğinde babası onun Arnavutköy Koleji’ne gitmesini istemiş ama o Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’ni tercih etmiş.  Sonradan pişman olmuş: “Eski okulumda biz sınıfa dalar ön sıraları kapardık. Her konuda konuşmamız, sorular sorup fikir beyan etmemiz serbestti. Çok rahattık. Dame de Sion katı bir rahibe okulu gibiydi. Ortaçağın Cizvit kolejlerindeki gibi eğitim verilirdi. Ben ilk derse girer girmez koşup ön sırada bir yer kaptım. Ama bu arada diğer öğrencilerin arka sıralara öncelik verdiği dikkatimi çekti. Coğrafya dersindeydik. Çok sert kadın bir hocamız vardı. Dersin ortasında bir soru sordu. Ben hemen kolumu kaldırıp elimi sallamaya başladım. Derin bir sessizlik oldu. Sonunda öğretmenimiz, "Esin Hanım siz de arkadaşlarınız gibi söz talebinde bulunur musunuz?" dedi. Arkama baktığımda onların ilkokul talebeleri gibi dirseklerini masaya dayayıp işaret parmaklarını kaldırdığını gördüm. Buna bir türlü alışamadım. Daha doğrusu böyle bir uygulamayı kabullenemedim. Uzun etekler giyerdik. Makyajın her türü yasaktı. Takı takamaz, koridorlarda bile neşeli kahkahalar atamazdık. Pazar sabahları Hıristiyanlar gibi günah çıkarırdık. Daha doğrusu hafta içinde yaptığımız irili ufaklı kabahatlerimizi itiraf etmek ve bundan pişmanlık duyduğumuzu belirtmemiz istenirdi bizden. Ben hiçbir zaman itirafta bulunmadım. Neşe de benimdi, kabahat de. Onlara neydi ki bundan? Bir birey olarak değil, sürünün sefil bir parçası olarak büyümemizi istiyorlardı. Bu sebeple de çok zor ve çatışmalı geçti lise hayatım. Ama yine de dereceyle mezun oldum."

 

Ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Sabahattin Eyüboğlu, Esin Hanım’ın babasının amca çocukları. Bir de onların kız kardeşi olan ünlü mimar Mualla Eyüboğlu var. Bedri Rahmi ile Mualla Hanım’ı tanımış.

Sabahattin Eyüboğlu ise onun için çok farklıymış. İki kardeş Fransa’da zorlukla eğitim görmüş. Burslarını birbirleriyle paylaşmışlar. Çalışarak okumuşlar. Esin Eyüboğlu, Sabahattin Eyüboğlu’nun bütün kardeşler ve aile üzerinde etkisi olduğunu belirtiyor. Bedri Rahmi’yi de sanata o yönlendirmiş. Tek bir dalla yetinmemesini önermiş ona. Ve bu sayede Bedri Rahmi yazma, gravür, seramik, heykel, vitray, mozaik, hat, serigrafi, litografi gibi birçok formlarda eserler üretip öncü bir Türk sanatçısı olarak farklılık yaratmış.