Meltem Cumbul Kafka'nın ölümcül aşkı ile sahnede
Meltem Cumbul, Tiyatro Festivali için hazırladığı oyunu Ben 'Sevgili Milena'yı ilk kez geçen hafta DasDas'ta sahneledi. Oyunu izledim. Hareketin, müziğin iç içe geçtiği ilginç bir çalışma olmuş. Pandemide tiyatroya giden insanlarla bir arada olmak da güzeldi...
Enver Ayseverİlk gençliğimizde, Bomonti’de pek de salonu andırmayan bir mekânda tiyatro yapmaya çabalıyorduk. Meltem o dönem çok ünlü popüler kültürün parçası genç oyuncuydu. Radyoda yıldız olmuştu, ardından televizyon, derken uçtu gitti.
İnanmadığı işlerden sakındı kendini. Düşünmeye, anlamaya, yaratmaya zaman ayırdı. İzimizi kaybetmiştik, bir süre yurtdışındaydı, dönünce oyuncuların emekçi olduğunu kanıtlamayı koyuldu bir grup arkadaşıyla. Baskı günlerinde sendika başkanlığı yaptı.
Akademik boyutla baktı oyunculuğa ve en önemlisi bu zor süreçte ifade özgürlüğü, insan hakları, kadın konusu başta olmak üzere hep ses verdi.
Popüler kültüre hızla mesafe koydun, kendini usulca inşa ettin. Şöhret, para, iktidar ne demek sence? Bu bilgi kirliliği karşısında insan nasıl bulur yolu, kendini nasıl ifade eder?
Aslında bu ülkede ben nasıl meşhur oldum? Sorusunu sana sormak isterim. Popüler kültür beni neden bu kadar bağrına bastı? Neden bu kadar çok merak ediliyorum? Bu sorulardan anlayacağınız gibi beyefendi çalışmaktan başka bir yol bilmem ben. Mesleğime tutkuyla bağlıyımdır ve gelişimi için bilgiye önem veririm. Bilgiye de kaynağından ulaşmak isterim. Müşfik Kenter, Oğuz Aral, Cihan Ünal, Zeliha Berksoy’la başlayan Tiyatro Oyunculuğu eğitimime Royal Shakespeare Company’de devam ettim. Ardı ardınca çektiğim filmlerdeki çalıştığım yönetmenler ve rol arkadaslarım doğru yolda yürümemi sağladı. Sanatla kendimi ifadelendirmeyi tercih ederim.
HEM CANLI HEM DİJİTAL TİYATRO OLABİLİR
Pek kimseler hesap etmedi ama tiyatro sanatı dönüştü, hele de bizde tam bir ifade özgürlüğü alanı oldu. Neredeyse her açıdan tıkanmışken, söz baskı altındayken, tiyatro sığınak oldu. Sen yoğun emek harcadın, şimdi de salgın var. Tiyatrocular ağır bedel ödüyor ve sen inatla sahnedesin. Anlatsana neler oluyor?
Her şeyden önemlisi Can güvenliği ve Can sağlığı. Iş ve Işçi sağlığı konusunda ülkemizde yaşanan felaketler, gerekli önlemlerin alınmaması ile ilgili deneyimler bir çok iş sektöründe yaşandı ve bunlar hep ‘kaza’ diye adlandırıldı. Pandemi sürecinde Tiyatrolar kapalıydı. Açıldıktan sonra da yarı kapasiteyle, oturma düzenleri, bilinçli Tiyatro yöneticileri tarafından düzenlendi. Tiyatro Festivali de aynı şekilde, eser seçimlerini dahi oyuncunun korunmasından yana kullandı. Ben “Sevgili Milena” da, Kafka rolünü seslendiren Mert Fırat ‘la yaptığımız kayıtlar için bile mesela Seslendirme stüdyoları arasından Melodika tarafımca seçimlendi, hijyenik ortam sağlayabildiği, fiziki mesafe korumayı önemsediği için. Yine bizim oyunda provaya Şirince’de yer alan Tiyatro Medresesi’ne, üç kişinin belli bir mesafede oturabileceği büyük araçla gidildi. Her gün kullanılan prova mekanı Dc Kozmos’da sahne günde iki kere temizlendi ve her gün dezenfekte edildi. Üstelik bu mekanlar böyle bir dönemde sponsor oldular. Bu önlemleri alamayacak yapımlar için zor bir dönem.
Neredeyse bir mesleğe emek veren herkes açlık sınırında yaşıyor. Süreç sanatsal açıdan da değişiyor, neler olacak bundan sonra sence?
Ödenekli Tiyatrolar’a girmemiş sanatçılar çoğunlukla bağımsız da çalıştıkları için parasal kaygıyla mesleklerini icra edemeyebilirler. Dayanışma önemli tabii. Tiyatro’nun dijital dünyaya adaptasyonuna da bakmak lazım: Avrupa ve Amerika’da belli başlı takip edilen en iyi tiyatroların en iyi oyunlarının iyi çekilmiş iyi rejilendirilmiş kayıtlı haliyle pandemi dönemi karşımıza çıkarılmış olması pek güzeldi mesela. Bu çekimlerin bütçeleri de oldukça fazla. Bizdeki ödenekli ya da özel tiyatrolardan böylesine profesyonel, izlenebilir yapımlar çıkmadı. Hele hele seyircinin olmadığı 360 derece sahne üzerine yapılacak olan çekimleri ekrandan seyirci olarak izlerken dokunmatik bir şekilde izleyeceğiniz alanları sizin belirleyecek olmanız da ilginç olur. Hem canlı hem dijital Tiyatro düşünülebilinir.
Kafka ilginç bir isimdir, biz de adı bilinir de, kimse ne yazdı okumaya pek cesaret edemez. Adamı “bir sabah uyandığımda hamamböceği olarak buldum kendimi” türü cümleye indirgenir. Bu malumatfuruşluk çağında, üstelik Kafka bile değil, Milena ile çıkıyorsun neden?
“Chopin Prelüdler & George Sand’dan Okumalar” eserini 2014 yılında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Kültür Ünv. gösterimi için hazırladığımızda – Burak Fidan’la beraber teksti oluşturmuştuk – hemen ardından Kafka & Milena Mektuplaşmaları üzerine çalışalım istedik. Olmadı. Istanbul Tiyatro Festivali için hazırlanan iki oyun(Göl Kıyısı/Theresa Rebeck ve E Mülteci.com/Sedef Ecer) ve Toy Tiyatrosu açılış oyunu (Blu/David Hare) araya girdi. Izmir Toy Tiyatrosu’na eğitimler için her hafta gelip giderken dramaturg, yazar, yönetmen Bülent Yıldız’la MSGSÜ Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nden öğrencim, meslektaşım Gizem Tataroğlu vesilesiyle tanıştık ve ben Burak Fidan’dan izin alarak Bülent’e Milena’nın olmayan mektuplarını yazmak ve Kafka & Milena mektuplaşmalarını bir eser haline getirmek ister mi diye sordum. Bülent çok heyecanlandı. Izmir’e ben gelip gittikçe sık sık buluşmaya ve Milena & Kafka üzerine sohbet etmeye başladık.
Anlaşılan uzun bir süreç, ortaya çıkan işten de belli… İzleyici için de emek gerektiren çalışma, bir saniye boşluk kaldırmıyor…
Yaklaşık bir yıla yakın bir sürede eser tamamlandı. Bülent, Milena’yı oynamamı çok istese de yönetirken aynı zamanda oynamanın zor olacağı kanısıyla ve bir dansçı’yla çalışmak istediğimden kendimi sahnede görmüyordum ta ki bu fikrimin değişmesiyle birlikte Milena’yı oyuncu olarak çalışana kadar. 48 yaşında hayatı Ravensbrück kadın toplama kampı’nda sonlanan Milena az yaşayıp çok şey görmüş bir karakter. Kafka’nın dediği gibi “…Kaçırılır bu kadın, yangından, yeryüzünden, kucağa alıp kaçırılır… O da güvenle, istekle sokulur insana.” Sevilesi bir karakter olduğu için Milena.
İnsanlığı istese de istemese de katkı veren büyük yazarların yaşamına giren kadınlar merak edilir. Genelde haklarında nesnel bilgi bulunmaz. Kurmaca iyi olanak, ne fısıldıyor Milena bize?
“Üstümüze yağmur, kar yağıyormuş, sokak soğukmuş ve biz sığınacak bir saçak altı arıyormuşuz. Durdukça üşüyor ve ıslanıyoruz yağmurun ve karın altında ama durmaktan da vazgeçmiyoruz ikimiz de. Sen birden üstündeki ceketi çıkarıp onunla bana saçak yapıyorsun, ben sana bakıyorum “hadi gelsene” diyorum, “bu ikimizi de örter.” Sen de geliyorsun, ikimiz de o saçağın altında soğuktan üşüye üşüye, hatta hasta olacağımızı bile bile duruyoruz öyle. Sonra diyorum ki kendi kendime, etrafımda Franz’dan başka sığınabileceğim bir saçak göremiyorum, sen görüyor musun?”
MİLENA NASIL BİR HAYAT YAŞADI?
Kafka, Nazi Almanya’sından küçük bir zamanlama şansı ile kaçarak hayatta kalmayı başarıyor. Kardeşi o kadar şanslı olamıyor. Kimi Kafka’yı kâhin olarak görür. Bu faşizm vahşetini önceden, usulca söyler bize. Bunları da görecek miyiz oyunda? Dönemin perdesi aralanacak mı?
Kafka’nın kâhin olmasını değil yaşananlara bakarak ileriyi görme sezgisine sahip olmasını Milena üzerinden anlatıyorum. Foucault’nun ‘Hapishanenin Doğuşu’ adlı kitabında belirttiği gibi; iktidarın, bireyi tahakküm altına alma ve gücünü gösterme aracı olarak bedeni nasıl kontrol ettiğinden yola ç¸ıkarak, bedenin hangi ölçütlerde sağlıklı, hangi ölçütlerde hasta olduğunu belirleyen iktidara karşılık herkes hasta 1920’ler ve 2. Dünya Savaşına giden yıllarda... Bir yandan, bir makine olarak ele alınan bedenin, ağır çalışma koşullarına göre programlanması gerekliliği, terbiyesi, güçlerinin ortaya çıkarılması, itaatkârlığı, yararlılığı,etkili ve ekonomik denetim sistemleriyle bütünleşmesi amaçlanır. Milena, saat 2 ila 8 arasında tren istasyonunda valiz taşıyarak akşamları çeviri yapıp, Çekce dersler vererek çok fazla çalışmakta, karşılığında çay ve ekmekle beslenebilecek kadar para kazanmaktadır. Eserin evrensel teması ‘Faşist rejim altında, sistemin dışına düşen bütün ötekiler yok edilmeye mahkûmdur.’
MİLENA'DA BENİ ETKİLEYEN ŞEY...
Kafka ile Milena arasında, bugünlerde pek de rastlayamayacağımız aşk var. Milena Kafka’nın sırdaşı, yol arkadaşı gibi. Üstelik yargıçlık yapmadığı için, dünyasını açabildiği kadın. Bu aşk inandırıcı mı, sen nasıl bir çift buldun karşında, bugünden bakarsak “ruhların sevdası” diye sahici bir tarif mümkün mü?
Iki buçuk yıl mektuplaşıyorlar. Toplamda birbirleriyle beş gün geçiriyorlar ve aralarındaki bağ çok kuvvetli. Kafka’nın bir mektubunda dediği gibi “Evet, seviyorum seni anlayışı kıt kız, için rahat etti mi? Koca deniz, dibindeki küçücük taşı nasıl severse, benim de sevgim öylesine yığılıyor üstüne…” Cinsel bir münasebetleri olmamasına rağmen tek insan olmayı beceriyorlar. Bu aşkı aşk yapan, Milena’nın kocası Ernst Pollack’ı terk edemeyişi ve imkânsızlık değil aslında, Kafka’nın “Şu yeryüzünde, dünya bir yana sen bir yana Milena” düşüncesi...
Geçende çok sıkı bir Kafka kitabı yayınlandı. “Bir de böyle okuyun onu” diyor yazar. Bırak bunalımda Kafka’yı, bayağı çapkın, daldan dala konmanın yanında maceracı ve eğlenceli biri çıkıyor karşımıza. Acaba Milena ve Kafka öyküsü de uydurulmuş bir söylence mi? (James Hawes’in “Hayatınızı Mahvetmeden Önce Neden KAFKA Okumalısınız”)
Milena adının Almanca anlamı “seven” ya da “sevilen” dir. Okuduğum biyografik eserler den anladığım “Milena” Kafka tarafından sevilmiş., hem de ölümcül bir aşkla sevilmiş. Kafka’nın yazdığı mektuplar da aslında bunun kanıtı. Milena Jesenska’nın kendine ait olmayan her ötekileştirmeye sahip çıkmış olması beni çok etkiledi. Ravensbrück Kadın Toplama kampında 21 Ekim 1940’da gazeteci Milena Jesenska’yla tanışan Margarete Buber-Neumann’ın yazdığı ‘MİLENA’ kitabında, Franz Kafka’nın bir cümlesi önsözden önce yer alır. “...O güne dek görmediğim canlı bir ateş o...Oysa öyle narin, cesur ve akıllı ki! Her şeyi de o kadar kolay feda ediyor ki! Ya da belki her şeyi fedakârlığı sayesinde elde etmiş...” Uydurulmuş bir söylence olmasını düşünmek için bir sebep göremiyorum.