Mehmet Zaman Saçlıoğlu'ndan 'Pars'

Mehmet Zaman Saçlıoğlu'nun yazdıklarının hemen hepsinde insana, insanlığın serüvenine, sanata, bilime, doğaya, evrene derinlikli ve bütünsel bir kavrayışla yaklaştığını görürüz. Üçleme olacak ‘Kader Yıldızı’nın ilk cildi “Pars” da öyle. Değerli dostum, kardeşim Mehmet Zaman Saçlıoğlu ile yayımlanmasını sabırsızlıkla beklediğim romanı “Pars” üzerine konuştuk.

Nursel Duruel

‘Bedenimizde vahşi bir hayvan var’
 
- Romanın deneme tadındaki önsözünde düş-gerçek, bilimkurgu-fantastik, bilimsel gerçeklik-metinde yaratılmış gerçeklik ilişkilerine bakışını açıklıyor ve kendine de yönelttiğin zor bir soruyla karşı karşıya bırakıyorsun okurunu: “Uzaydan birileri gelse ve bir daha geri dönmeyeceğini bilsen onlarla gider misin?” Bu soruyu kendi adıma cevaplayabilmek için Kader Yıldızı’nın ikinci üçüncü ciltlerinin de yayımlanmasını bekleyerek zaman kazanmaya çalışacağım. Ya sen? Aslında Cahit Sıtkı Tarancı'nın ‘Ölümden Sonra’ şiirinden bir alıntıyla cevap vermişsin ama aynı soruya çocukluğunda evet dediğine göre, acaba diyorum; Yetişkin Mehmet Zaman Saçlıoğlu, meraklı çocuk Mehmet’e borç ödeme niyetiyle mi yazdı torunlarına ithaf ettiği Pars’ı ?

- Çocukluğumun kendime ve başkalarına sorduğum bir sorusuydu bu. Orta yaşlarımda bile bunu çok kişiye sormuşumdur karşımdakini tanımak için. Çocuk Mehmet Zaman’ın merakı hiç sönmedi çünkü merak ettikleri çok uzaklardı. Örneğin çocukken benim mesleğim ne olacak diye hiç düşünmedim, ya da nasıl bir hayatım olacak diye. Ama uzaklardaki denizleri, ülkeleri, gezegenleri hep merak ettim. Beni sanata yönelten de bu uzaklara ilişkin merak oldu sanırım. Okudukça uzayın öyle manzaralı bir yer olmadığını, uzay yolculuğunda, uzay gemisinin penceresine bir tren penceresine kollarımızı dayadığımız gibi dayayarak manzara seyredemeyeceğimizi öğrenince oralara uzay gemileriyle değil, hayal gemileriyle gidilebileceğini de anladım. Bence çocuk Mehmet Zaman, büyük Mehmet Zaman’a, onun bildiklerinden yararlanarak bir roman yazdırıyor. İkinci ve üçüncü ciltte o çocuğun meraklarını ve hayallerini daha çok göreceğiz. Umarım büyük Mehmet Zaman onu çok yavaşlatmaz.
 
“KADER YA DA RASTLANTI...”

- İçsel olarak yavaşlatmayacağı çok açık. Ancak yazarlığın ile akademik yaşamın arasındaki zorunlu zaman paylaşımı nedeniyle uzayabilir belki ikinci ve üçüncü ciltlerin tamamlanması. Gündelik yaşamın gerekleri var bir de... Üçlemenin başlığı neden ‘Kader Yıldızı’? İlk cilt neden Pars? Kader deyince Ahmet Cemal’in Rüzgâr Geri Getirirse’deki öykülerin üzerine yaptığı değerlendirmenin bir cümlesi geliyor hemen aklıma.  Şöyle diyordu: “Sanki öykülerin tamamının odak noktası, çok, çok eski, ama aynı zamanda da en ileri ölçüde modern bir kader anlayışı.” Ahmet Cemal’e katılmamak mümkün değil. Pars daha da güçlendirerek doğruluyor bu görüşü. Yine de sormak istiyorum: Kader kavramına ilgin hangi süreçlerden geçerek girdi edebiyatına ve Pars’a kadar uzandı? 

- Kader, bilimin ve sanatın, inancın ve düşüncenin başta gleen konularından biri. Bugün genetik bilimi, bizim biyolojik bir kaderimiz olduğunu kanıtladı ama genetik açıdan çok sağlam bir bedenin trafik kazasıyla ölüvermesi bir başka kader. Bu duruma hayata bakışımıza göre rastlantı da diyebiliriz, kader de. İkisi de aynı kapıya çıkıyor sonuçta. İnançlar açısından bakınca kaderin önceden bir bölümünün ya da tamamının çizildiği söyleniyor. Materyalist açıdan ise bunun tamamen rastlantılardan oluştuğu, önceden planlanmasının mümkün olmadığı… Kısaca şöyle formüle edebiliriz: Ne olacaksa ve ne olduysa kaderin sonucudur. Ya da ne olduysa ve ne olacaksa rastlantıların sonucudur. Kendi irademize ve kararlarımıza da kendimizce bir pay ayırırız bu düşüncenin içinde. Yani, değindiğiniz gibi çok eski ve sonsuza dek sürecek bir kavram bu. Bir yüzü moderndir ve hep yenilenir, bir yüzü çok eskidir, ürkütücüdür. ‘Kader Yıldızı’nın ne olduğunu birinci cildi bitirdiğimize göre artık açıklamakta bir sakınca yok.

Kader Yıldızı, büyük patlamanın olduğu yerde izi kalmış bir yıldız. Geçmişe, geleceğe ve mikro kozmos ile makro kozmosa oradan ulaşılıyor. Kahramanlarımız oraya doğru gidecekler ikinci ciltte ama uzayda yol alırken akıl, vicdan, adalet, sevgi ve çeşitli değerlerin içinden geçeceğiz.

 - Pars’ın ana kahramanları iki insan ve bir pars. Can, Hipparkhos, Pardos... Nasıl doğdu aralarında iki bin yıllık zaman farkı olan bu kahramanlar? Böyle bir seçim yapmaya yönelmenin nedenleri neydi? Onlara can verirken neleri gözettin? Neden Pardos ile Hipparkhos sonunda birleşti?

- İki bin yıllık süre uygarlığımız açısından uzun ama kozmoloji açısından çok kısadır. Düşünce, davranış, alışkanlık, bilgi, teknoloji, aklınıza gelebilecek her alanda iki bin yıl arayla yaşamış iki insanın birbirini ne kadar anlayabileceği de ilginç bir sorudur. Dünya üzerinde iki bin yıllık farklılıkları olan iki insanın uzayda, hangi hızla aktığını bilmediğimiz bir zamanda ve tanınmayan bir uygarlıkta farklılıkları ne olabilir? Bunlar, insanın üzerinde düşünürken hayal kurarken büyük haz alacağı sorular değil mi? Bu sorulara cevap ararken karakterlerin ilerideki işlevleri açısından başka özellikleri de olması gerekiyordu. Kitabın kapağında da açıkça vurguladığımız gibi parsla insanın birleşimi iki nedenle kuruldu. Birincisi, iki farklı canlının birleşmesindeki uyum; ikincisi, iki farklı canlının birleşmesindeki karşıtlık. Doğduğumuzdan beri bedenimizde vahşi bir hayvan var. Bunu kimimiz tanıyor, biliyor, ona göre davranıyor, kimimiz onun emirleriyle yaşıyor. Bu karşıtlığın ve uyumun evrensel boyuttaki bir örneğinin ilk adımı olarak birleştiler parsla sahibi. Bilinmeyen bir yolculukta birbirlerine hem dayanak olsunlar diye hem de farklılıklarını göstererek okurun aklını karıştırsınlar diye.

 

“BİLGİ, DOĞRU ZAMANDA VE DOĞRU YERDE DEĞERLİDİR”

- Romanın akışını belirleyen de kahramanlarının varoluşsal özellikleri, yaşadıkları zamanlar, çevreler, esas olarak da seçimleri. Yalnız olay akışının yönlendirilmesinde değil, romanın düşünsel boyutu, irdelenen konular üzerinde de zemin oluşturarak belirleyici oluyorlar: Aklıma gelen ilk örneklerden biri, seçilmiş olmak-seçim yapmak-kader ilintisi. Can da, Hipparkhos da seçimlerinin yalnızlığa açılan kapı olduğunu biliyor ama ikisi de kendi doğrultularında zor olanın peşindeler. Otuz üçüncü bölümde bilici kadın Sibylla’nın Hipparkhos’a söylediği şu sözler de bilmek isteyen, arayış içinde olan insanın kendi zamanıyla ilişkisindeki yalnızlığı işaret ediyor: “Bilmen gerekenden fazlasını bilirsen bu yükü kaldıramazsın. Bilgin zamanını geçerse bilgini değil, zamanını yitirirsin. Zamanını yitirirsen kimse seni göremez. Yalnız kalırsın. Yalnızlık bir canlının en kötü kaderidir. Bilmek isteyen düşünmeli. Birisi sana bundan beş yüz ya da beş bin yıl sonraki bilgileri verseydi bunları öğrenmek ister miydin?”  Nerede, hangi zamanda olursa olsun yakıcılıklarını da kışkırtıcı etkilerini de hiç yitirmeyecek sorular bunlar. Bu sözleri neden bir başkasına değil de Sibylla’ya söyletmeyi yeğledin? 

Daha önce de değindiğim gibi çocukluğumdan beri sorduğum sorulara cevap bulabilmiş değilim. Aslında bu kitabı yazarken bir yandan da cevapları arıyorum. Bilgi nedir? Biz bilginin ne kadarını buluyoruz, ne kadarını yineliyoruz? Bilgilerimizi nasıl elde ediyoruz? Kaybolduğunu düşündüğümüz bilgiler aslında genetik bir yerlerde saklanıyor mu? Kızımın çocukken uykusunda gördüğü bir karabasanı ondan yıllar önce benim de görmüş olmamın bilimsel açıklaması ne? Bedenimizin kendi evrimi son yılların çevre, besin, hayat biçimleri gibi hızla değişen koşullarına ayak uydurabilecek kadar hızlı mı, yoksa bu değişimler bizi doğal olmayan bir başka değişime mi sürüklüyor? Kısacası zamanımızın bilgisinin ne kadarını biliyor, ne kadarını kullanıyor, ne kadarını öğretiyoruz? Ya bir de geleceğe ilişkin bir bilgiyi ele geçirmiş olsak...

Bu başımıza gelmedi değil. İkinci Dünya Savaşı’nda kullanılan atom bombaları geleceğin bilgisiydi ve zamansız elde edildi. Kömürü yakmak, geleceğin bilgisiydi ve zamansız elde edildi. Petrol geleceğin bilgisiydi ve zamansız elde edildi.

Söylemek istediklerimi bu örneklerle anlatabildiğimi sanıyorum. Bilgi, ancak onu anlamış ve taşıyabilecek kişilerce kullanılırsa doğru zamanda ve yerde bulunmaktadır. Ama onu yanlış kullananların elinde ölümcüldür. O hâlde aynı zaman içinde birbirinden farklı duygu, bilgi ve davranış zamanları vardır dersek sanırım hiç yanlış olmaz. Bunu da romanda geleceği gören birinin, biraz da gizemli bir tavırla söylemesi bana uygun geldi.

Parsın akıcı bir masal olduğunu biliyorum ama masalın altında, düşünmek isteyene çok ipucu var. Çünkü romanda Hipparkhos da, Can da sürekli hem kendilerine hem başkalarına çokça soru soruyor. Bu sorular aslında benzer biçimleriyle birçoğumuzun sorduğu sorular.
  

“DÖNGÜ EVRENİN TEMEL HAREKETİ”

- Pars bütün zamanlarda önemini koruyan, korumaya devam edecek olan durumları, soruları, sorunları didaktizmin kıyısından bile geçmeden, son derece çekici bir anlatımla ve zengin bir malzemeyle seriyor önümüze. Romandaki bütün ögeler dev bir yumak gibi birbirine dolanmış. Daha önce yazdıklarınla da ilintili. Pars’ı yazarken özellikle mi seçtin döngülü kurguyu? Bu seçim nasıl etkiledi yazım sürecini?

- Döngü evrenin temel hareketi. Düz bir akıştaki yinelemeler de bir tür döngü olarak düşünülebilir. Evet, her şey birbiriyle bağıntılı. Kalp vuruşlarımız ve soluk ritmimiz kan dolaşımımızı sağlıyor. Dünyanın dönüşü mevsimleri, vb… Bir tür dinamo içinde gibiyiz. Doğmak, besini enerjiye çevirmek, çürüyerek başka canlılara dönüşmek hayatın döngüsü. Bundan kurtuluş yok. Yaşadıkça dönüyoruz, döndükçe yaşıyoruz. Can gibi, gökadalar gibi, gezegenler gibi…

- Can sahip olduğu üstün özellikler nedeniyle istediği her alanda başarılı olacağına kesin gözüyle bakılan bir genç. Öyle olduğu hâlde üniversiteye girişteki sıralamada yalnız arkeolojiyi yazıyor. Oysa küçüklüğünden beri gittiği Doktor Serin müziğe yöneltmeye çalışıyor onu.  İyi sesler, kötü sesler; müzik… Seslerin çok özel bir işlevi var Pars’ta. Yine Can- Dr. Serin ilişkisi nedeniyle bilimde etik, tıpta etik meseleleri giriyor devreye. Geçmiş- gelecek; bilinenler- bilinmeyenler…

- Bilinenler ve bilinmeyenler… Ya da biraz daha esnek söyleyelim. Bildiğimizi sandıklarımız ve hayal ettiklerimiz, umduklarımız, kaçındıklarımız… Hem gelecek hem de geçmiş için geçerli bu bilinmezlik. Gün geçmiyor ki tarihimize ilişkin yeni bir bulgu ortaya çıkmasın. İşte Göbeklitepe, işte karbon metoduyla 40,000 yıl önceye tarihlenen akbaba kanadından oyulmuş flüt, işte son zamanlarda ne kadarının kurgu ne kadarının bilim olduğunu henüz bilmediğimiz Antarktika buluntuları… Geçmişimiz ortaya çıktıkça masallarımızın, inançlarımızın, mitolojilerin dayandığı kaynaklar da belirginleşiyor sanki. Biraz hayal gücü yalnızca geleceğimizi değil, geçmişimizi de fantastik bir dünyaya çevirebilir rahatlıkla. Wells, Zaman Makinesi’nde bizi çok geniş bir zaman sürecinde hayal edebildiği kadar gezdirmişti ama makinenin durduğu yerde, zaman içinde bir yolculuktu bu. “Uzaklara gitmek” ise bunun tersi bir yolculuk. Bir ömür sürecinde çok uzaklara gidebilmek. Yani kısıtlı bir zaman içinde hayal edebileceğimiz çok uzaklar…

Ses, bilimin, bilginin duygunun taşıyıcısı. Yazı yokken ses vardı. Görsel dünya ile ses dünyası insanın temel bilgilerinin oluşmasını sağladı. Sözcükleri, duyguları, akıl yürütmeyi, sese vurgular, tonlar katarak başkasına aktardık. Ses, söz oldu. Söz, yazı oldu.  Bu yolla çok büyük iki sanat yarattık: Edebiyat ve müzik…  Edebiyat aklımıza seslenirken müzik doğrudan bedenimize, ruhumuza sesleniyor. Hiç çaba göstermeden onu seviyoruz. Çaba gösterdikçe daha da seviyoruz. Bu romanda şimdilik sesler vardı ama bundan sonra müzik seslerle birleşecek. Belki de müziktir evrenle anlaşabileceğimiz dil. Sonraki bölümlerde göreceğiz sanırım. 

- Sevgili Mehmet, soluk soluğa okunan bu çok yönlü roman için teşekkürler. Pars’ı bütün okurlara öneriyorum ama en çok gençlere. Gelecek onların...
 
Kader Yıldızı Cilt 1 – Pars / Mehmet Zaman Saçlıoğlu / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları / 340 s.