Mehmet Haberal'ın savunmasının tam metni

CHP Milletvekili Mehmet Haberal'ın Ergenekon davası ile ilgili savunmasının tam metni...

cumhuriyet.com.tr

Bugün, savunma yapmak değil, sadece tarihe not düşmek için Mütalaa’da şahsıma yöneltilen ve maddi hiçbir kanıta dayanmayan asılsız ithamlara cevap vereceğim.
\tSayın Başkan,
\tSayın Üyeler,
\tSayın İddia Makamı,
Mütalaa’yı okuduğum zaman sanki 4 yılı aşkın süredir, hiç yargılama yapılmamış, suçsuzluğumun kesin kanıtı niteliğindeki somut deliler hiç toplanmamış ve tanıklar sanki hiç dinlenilmemiş gibi gösterilerek, iddianamenin tekrarı ile yetinildiğini gördüm.
Hatırlatmak isterim; tutukluğumun 356. günü başlayıp 2 gün devam eden 5-6 Nisan 2010 tarihlerinde Mahkemenizce sorgulamam yapıldı. Bu esnada, ben sizlere “bana her türlü soruyu sorabilirsiniz” diye söyledim ve bütün sorduklarınızı da tüm samimiyetimle, ayrıntılı olarak cevapladım.
Ancak görüyorum ki, sanki ben bu sorulara hiç cevap vermemişim gibi iddianame aynen alınıp, Mütalaa’ya konulmuştur. Çapraz sorgum sırasında İddia Makamı ve Mahkemeniz tarafından bana 185 soru soruldu; ama bunlardan hiçbirisi ŞİDDET, CEBİR, TERÖR YA DA DARBE İLE İLGİLİ DEĞİLDİ. Bana sorulan sorular sadece “O toplantıya katıldın mı? Bu toplantıya katıldın mı? Onu tanıyor musun? Bunu tanımıyor musun” içerikliydi. Hatta, İddia Makamı çapraz sorgum sırasında “ 19 Ekim 2003 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığında bazı Rektörlerle yapılan toplantıdan haberim olmadığını ve kesinlikle böyle bir toplantıya katılmadığımı” defalarca söyleyince bu kez “19 Ekim 2003 tarihinde nerede olduğumu ispatlayacak sekreter ya da defter notunu kendisine gösterip, gösteremeyeceğini” soracak kadar da ileri gitmiştir .Hani, İddia Makamı, İddiasını kanıtlamakla yükümlüydü?
İşte ben Mahkemenizdeki bütün bu sorgulamalar sonunda defalarca sorduğum “SUÇUM NE?” sorusuna yanıt alamadığım için duruşma tutanaklarını bu isim altında bir kitap haline getirerek, kamuoyu ile paylaşmak ihtiyacı hissettim. Bu kitap daha sonra İngilizce, Almanca ve Fransızca olarak tercüme edilmiştir.
Bugün de soruyorum “SUÇUM NE?”
Bu sorgulamalardan sonra da, Mahkemenizde yapılan duruşmalarda İddia Makamının gösterdiği tüm tanıklar dinlenmiş ve bunlardan hiçbirisi benim ÖRGÜT FAALİYETİ KAPSAMINDA CEBİR VE ŞİDDET YÖNTEMİYLE DARBEYE TEŞEBBÜS ETTİĞİME DAİR BIRAKINIZ SOMUT DELİL GÖSTERMEYİ EN KÜÇÜK BİR BEYANDA, HATTA İMADA DAHİ BULUNMAMIŞLARDIR.
Buna ilaveten, Mahkemenizce kamu tanığı ya da savunma tanığı sıfatıyla dinlenen tanıklar da SUÇSUZLUĞUMU bir kez daha perçinlemiştir.
Ancak, dosya kapsamındaki bu verilere rağmen İddia Makamı’nın hazırlamış olduğu Mütalaa’da “cebir ve şiddet kullanılarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” şeklinde bir ithamla , hakkımda yeni yasaya göre ağırlaştırılmış müebbet, eski yasaya göre idam fermanı talep etmesi, İddia Makamı’nın ne denli önyargılı ve kasıtlı davrandığının çarpıcı bir göstergesidir.
Sayın Başkan,
Sayın Üyeler,
Halk arasında bir tabir vardır; “Ya sayı saymasını bilmiyorsun, ya da dayak yemedin”. İddia Makamı’nın yukarıdaki talebinden anlaşılıyor ki ya darbeyi hayatında hiç görmemişler ve de yaşamamışlar; ya da bu davada her ne olursa olsun mutlaka sanal bir darbe yaratma çabasındalar !
Ben ise, ülkemizde yapılan bütün darbeleri yaşamış, adı ne olursa olsun her türlü antidemokratik uygulamalara karşı çıkmış ve bunun da bedelini ödemiş bir kişiyim.
Şunu da özellikle belirtmek isterim ki, ülkemizde yaşanan her darbe arkasında mutlaka insani, siyasi ve ekonomik çok ağır acılar bırakmış ve onulmaz yaralara sebep olmuştur.
27 Mayıs 1960 ihtilalinde, Zonguldak Mehmet Çelikel son sınıf öğrencisiydim.
27 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 darbe girişimlerinde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisiydim.
12 Mart 1971 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı baş asistanı ve 12 Eylül 1980 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalında öğretim üyesiydim.
Dolayısıyla, ülkemizde yaşanan her darbeyi ve onun antidemokratik uygulamalarını gördüm, yaşadım ve anayasa ile yasaların her ferde tanıdığı haklar çerçevesinde tüm antidemokratik uygulamalara her zaman karşı koydum.
Nitekim 12 Eylül 1980 darbesinden sonraki antidemokratik uygulamalara karşı önce üniversite öğretim üyesi arkadaşlarımızla beraber, herkese açık konferanslar düzenledik. Bu konferanslara pekçok aydın ve akademisyenin yanı sıra zaman zaman kapatılan siyasi partilerin yöneticileri de davet edilerek 12 Eylül dönemindeki antidemokratik uygulamalar yoğun biçimde eleştirildi. Ancak, bunları yaparken DARBE DÖNEMİNDE dahi hiç kimse bizimle ilgili yasal soruşturma başlatmadığı gibi , hakkımızda herhangi bir dava da açmadı. 12 Eylül Dönemindeki antidemokratik uygulamalara yönelik bu yoğun eleştirilerimize rağmen maalesef ülkemizde 1982 Anayasası yüzde 92 oranda oyla kabul edildi. Bu vesile ile ben ve akademisyen arkadaşlarımın, bu Anayasa’ya “HAYIR OYU” verdiğimizi de belirtmek isterim.
Halen DARBE ANAYASASI olarak adlandırılan 1982 Anayasasına o tarihte tüm tepkilere rağmen çekinmeden HAYIR diyen %8’lik küçük azınlıktan biri olarak, bugün DARBEYE TEŞEBBÜS isnadıyla yargılanmam olsa olsa bir KARA MİZAH ÖRNEĞİDİR.
Ancak, 1982 Anayasa’nın yüzde 92 oranda oyla kabul edilmiş olması ülkemizdaki antidemokratik uygulamalara karşı çıkmamızı engellemedi Bu çerçevede, bir grup akademisyen, aydın, yazar ve sivil toplum temsilcilerinin katılımıyla 5 Mart 1984 tarihinde antidemokratik uygulamalara karşı 1300 kişiyle beraber kamuoyunda “Aydınlar Dilekçesi” diye bilinen bir bildiriyi imzaladık. Bu dilekçenin bir kopyası Cumhurbaşkanlığı’na, bir kopyası ise TBMM Başkanlığı’na takdim edildi. Benim bu dilekçedeki sıra numaram, soyadı sıralamasına göre 516 idi.
\tBu dilekçeyi imzalamam nedeniyle ben ve birçok arkadaşım Mamak Sıkıyönetim Savcılığı’nca haksız bir soruşturmaya maruz kaldık. . Ancak, darbeye karşı bu bildiriyi imzaladığım için 12 Eylül Döneminde dahi ne tutuklandım, ne de yargılandım.
\t. Ayrıca, yine darbeye karşı Aydınlar Dilekçesini imzaladığım için, o tarihte görevli olduğum Hacettepe Üniversitesi’nde de en ağır disiplin cezasına çarptırıldım ve Profesörlük unvanını kazanmış olmama rağmen TAM ALTI YIL BOYUNCA, BANA KADRO DA VERİLMEDİ.
\tGörüldüğü gibi Sayın Mahkemenize verdiğim bu somut örnekler çerçevesinde benim GERÇEK BİR DARBE MAĞDURU olduğum ortadadır.

 

 

Sayın Başkan,
\tSayın Üyeler,
\tO dönemin en önemli antidemokratik olaylarından birisi de siyasi yasaklar olmuştur.
\tBilindiği gibi 6 Eylül 1987 tarihinde siyasi yasakların kaldırılması ile ilgili ülkemizde bir referandum yapıldı, ben bu referandumda da demokrasi aşığı bir bilim insanı olarak üzerime düşen görevi yaptım. Doğum yerim olan Rize’ye giderek siyasi yasakların kalkması için yapılan yoğun çalışmalara katıldım ve sonuçta Rize “yasakların kalkması” için 35 bin civarında oy farkı sağladı. Bu farkla, ülkemizde siyasi yasaklar çok az bir farkla da ols kalkmış oldu. Ülkemizdeki demokrasinin gelişimi için büyük bir adım olarak değerlendirilebilecek siyasi yasakların kalkması için alenen katıldığım bu çalışmalara rağmen yine hiçbir makam hakkımda yasal herhangi bir işlem yaptırmadı ve Hacettepe’deki normal mesleki hayatıma devam ettim.

 

 

 

 

III- MÜTALAADA “CEBİR VE ŞİDDET KULLANMAK SURETİYLE T.C. HÜKÜMETİNE KARŞI DARBEYE TEŞEBBÜS” OLARAK NİTELENDİRİLEN EYLEMLER VE SÖZDE DELİLLERİ;
Gelelim, Mütalaada “CEBİR VE ŞİDDET KULLANMAK SURETİYLE TC.HÜKÜMETİNE KARŞI DARBEYE TEŞEBBÜS” olarak nitelendirilen EYLEMLERE ve SÖZDE DELİLLERİNE ;
1- (BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ VE ONA BAĞLI KURULUŞLARIN, ŞAHSIMA AİT VE BENİM KONTROLÜMDE ÖRGÜTSEL FAALİYETTE BULUNAN KURULUŞLAR GİBİ GÖSTERİLMEYE ÇALIŞILMASI )
Öncelikle, Sayın Mahkemenizde 5 - 6 Nisan 2010 tarihinde vermiş olduğum ifademde de belirttiğim üzere; Başkent Üniversitesi ve ona bağlı kuruluşları, bana ya da aile fertlerime ait kurumlar değildir. Ben, ülkemizin yüz akı olan bu kuruluşları, sadece ve sadece milletimize hizmet etmek amacıyla kurdum.
Ancak, bu gerçek, benim yazılı ve sözlü beyanlarımda defalarca ifade edilmiş olmasına ve de resmi belgelerle kanıtlanmış olmasına rağmen İddia Makamı tarafından hazırlanan Mütalaa’da halen daha bu kuruluşlar sanki benim şahsi malvarlığım imiş gibi gösterilerek, milletimiz ve Mahkemeniz yanıltılmaya çalışılmıştır. Bu yaklaşımı, kesinlikle tasvip etmediğimi ve şiddetle kınadığımı önemle belirtmek isterim.

 

 

 

2-\t MÜTALAA’DA, UZUN YILLARDIR SOSYAL YA DA MESLEKİ FAALİYETLERİM NEDENİYLE TANIDIĞIM VEYA UZUN YILLARDIR HİÇ GÖRÜŞMEDİĞİM YA DA HAYATIMDA HİÇ TANIŞMADIĞIM ŞAHISLAR, SANKİ “ÖRGÜTSEL İRTİBATIM OLAN KİŞİLER” GİBİ GÖSTERİLMEYE ÇALIŞILMIŞTIR.

Mütalaada AYNI ÖRGÜTTE GÖREVLİ OLDUĞUM ileri sürülen bu kişilerden;
\t- Prof.Dr. Kemal Yalçın Alemdaroğlu, Prof.Dr. Mustafa Abbas Yurtkuran, Prof.Dr. Rıza Ferit Bernay, Prof.Dr. Fatih Hilmioğlu, Prof.Dr. Halil Kemal Gürüz, Bedrettin Dalan, Ahmet Hurşit Tolon, Sinan Aydın Aygün, Mustafa Ali Balbay Turhan Çömez, Mehmet Şener Eruygur, Doğu Perinçek, Tuncer Kılınç, İlhan Selçuk ve Prof.Dr.Yalçın Küçük’ü SOSYAL YA DA MESLEKİ ORTAMLARDAN TANIRIM;
\t- Bu kişilerden gazeteci-yazarmerhum İlhan Selçuk ve Prof.Dr. Yalçın Küçük ile tutuklanmamdan önceki 25 YIL boyunca HİÇ GÖRÜŞMEDİM.
\t- Ercüment Ovalı, Hayri Bildik, Mehmet Bora Perinçek, , Aydın Gergin, Yusuf Beşirik, Yusuf Tunçer, Ufuk Mehmet Büyükçelebi, Ergün Poyraz, Erol Mütercimler ve İsmail Yıldız isimli şahısları ise HİÇ TANIMIYORUM. Ancak, sözde mütalaada her nasılsa benim hayatımda hiç tanışmadığım bu kişilerle dahi aramda örgütsel irtibat varmış gibi gösterilmiştir.
\tAyrıca, Mütalaa’da, sanıklar arasında “sun’i irtibat” kurulabilmesini teminen yüzlerce kişinin görev yaptığı Başkent Üniversitesi’nin genel santralinden yapılan YASADIŞI DİNLEMEYE DAYALI görüşmelerin tamamı, sanki benim tarafımdan yapılmış gibi gösterilerek mahkemeniz ve kamuoyu yanıltılmaya çalışılmıştır.

 

Oysa ki, dosya kapsamında sanıklardan Hayri Bildik, Mehmet Bora Perinçek, Turhan Çömez, Doğu Perinçek, Aydın Gergin, Yusuf Beşirik, Yalçın Küçük, İlhan Selçuk, Mustafa Ali Balbay, Ufuk Mehmet Büyükçelebi, Altunay Şahin, Emin Şirin, Erol Mütercimler, Kemal Yalçın Alemdaroğlu, Tuncer Kılınç, Mustafa Abbas Yurtkuran ve Rıza Ferit Bernay ile benim aramda yapılmış görüşmeye ilişkin HİÇ BİR TELEFON TAPESİ YOKTUR.
\tŞU HUSUSU DA, YENİDEN ve ÖNEMLE BELİRTMEK İSTERİM Kİ BENİM DARBE ANAYASI OLARAK ADLANDIRILAN 1982 ANAYASASINDA DAHİ İLE HER FERDE TANINMIŞ OLAN HABERLEŞME HÜRRİYETİ İLE DÜŞÜNCE VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAPSAMINDA YAPTIĞIM TELEFON GÖRÜŞMELERİMDE HÜKÜMETİN CEBİR VE ŞİDDET YÖNTEMİYLE DEVRİLMESİ GEREKTİĞİNE DAİR EN KÜÇÜK BİR BEYANIM DAHİ BULUNMAMAKTADIR.
\tMÜTALAA’DA “HÜKÜMETE KARŞI DARBEYE TEŞEBBÜS SUÇUNUN CEBİR VE ŞİDDET UNSURLARI” olarak gösterilen “DANIŞTAY SUİKASTİ” ve “CUMHURİYETE BOMBA ATILMASI” eylemlerini GERÇEKLEŞTİREN SANIKLARLA, BENİM ARAMDA EN KÜÇÜK BİR İRTİBAT DAHİ KURULMAMIŞTIR. ZATEN, KURULMASI DA, ASLA MÜMKÜN DEĞİLDİR. (İfade verdiğim bugünün tesadüfen Danıştay Suikastinin 7. Yılına tekabül etmesi nedeniyle sözkonusu korkunç saldırıda yaşamını yitiren görev şehidi merhum Mustafa Yücel Özbilgin’e rahmet ve acılı ailesine de tekrar başsağlığı dileklerimi sunuyorum)

 

 

 

3- MİLLİ EGEMENLİK HAREKETİNİN PATALYA OTELİNDE KAMUOYUNA AÇIK BİÇİMDE GERÇEKLEŞTİRİLEN TOPLANTILARI
\tÜlkemiz siyasi tarihinde, parlementer faaliyetler devam ederken zaman zaman çok ciddi sorunlar gündeme gelmiştir. Bu durum karşısında, partilerarası iletişimi sağlayarak , sorunların uzlaşma ile çözümlenmesi için ilk etapta Meclis çatısı altında bazı çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan bir tanesi, 1990’lı yılların sonunda Kamran İnan’ın Başkanlığı’nda TBMM çatısı altında kurulan Diyalog Grubudur.
\tMahkemenize yazılı ifademin ekinde sunduğum 1990’lı yıllarda pek çok köşe yazarlarının makalelerinde de belirtildiği üzere Diyalog Grubu Refahyol döneminde TBMM çatısı altında kurulmuştur. Ayrıca bütün partilerden milletvekillerinin katıldığı bu grupta, grubun kurucusu Kamran İnan’ın defterinde yazılı isimleri; FP, ANAP, DYP,DSP, CHP ve MHP katılımıyla bu grubun kurulduğundan söz etmektedir. Bu grup zaman zaman toplantılar yapmış, bildiriler yayınlamış, 26 Ekim 2001 tarihinde bildiriyi hazırlayanlar arasında da AKP’nin milletvekilleri önde gelenlerdi. 30 kadar üyeden oluşan Diyalog Grubunun en çarpıcı bildirilerinden birinde şöyle diyordu:
“ Bir gecede bir millet yüzde 40 fakirleşiyorsa bunun bir siyasi sorumluluğu olur herhalde. Buradan milleti sorumlu tutamazsınız. İkincisi gerektiği halde millete gitmektir. Yüce Hakem millettir. Bu iki mekanizmayı tıkarsınız demokrasi paslanır, sıkıntıya girer.”
\tHer dönemde, bu tip sivil toplum hareketleri gündeme gelmiş ve tamamıyla yasal çerçevede faaliyet göstermiştir. İşte , bu kapsamda 16 Mart 2006 tarihinde Kent Otel’de 80 kişinin katılımı ile kamuoyuna açık bir toplantı yapılmış ve toplantının bitiminde yapılan açıklama ile Diyalog Grubu’nun faaliyetlerine başladığı kamuoyuna duyurulmuştur.

Mütalaa’da “ÖRGÜT TOPLANTISI” gibi gösterilmeye çalışılan ve iş yoğunluğum nedeniyle ancak zaman zaman iştirak edebildiğim “MİLLİ EGEMENLİK HAREKETİ’NİN” GENEL SEKRETERİ ve katılımcıları hakkında CMK’nun 250 maddesi uyarınca görevli ve yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 18.01.2012 tarihinde 2011/2319 Soruşturma No- 2012/42 Karar No’lu; “KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA DAİR KARAR” verilmiş olması da, sözkonusu toplantılarda YASADIŞI HERHANGİ BİR FAALİYETTE BULUNULMADIĞININ SOMUT GÖSTERGESİDİR. Nitekim, savunmam sırasında bu toplantıların kamuoyuna tamamen açık olarak yapıldığını ortaya koyan gazete haberleri ve kamuoyu açıklamalarını, Sayın Mahkemenize sunmuştum.
Kaldı ki, İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi de, Başkent Üniversitesine ait PATALYA TESİSLERİNDE kurulmuştur. \tPatalya Otelinde AK Parti’nin yanı sıra DYP, Fazilet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi de kamp yapmış, siyasi parti toplantılarını da zaman zaman bu otelde düzenlemiştir.
\tŞimdi; siz Başkent Üniversitesine ait Patalya Otelinde yapılan toplantı AK Parti’nin toplantısı ise bunu anayasal bir hak olarak kabul edeceksiniz; ama aynı otelde Kamran İnan önderliğinde yeni bir siyasi parti kurulmaya çalışıldığında, bu toplantılar basına tamamen açık olarak yapılmasına ve toplantı bitiminde kamuoyu açıklaması da yapılmasına rağmen, bu toplantıyı mütalaada ÖRGÜT TOPLANTISI olarak gösterip, DARBEYE TEŞEBBÜS olarak kabul edeceksiniz!
\tİddia Makamı’nın bu ÇİFTE STANDART teşkil eden yaklaşımı DEMOKRATİK BİR REJİMDE ANAYASAL HAKLARIN YOK SAYILMASI ANLAMINA GELEN KABUL EDİLEMEZ BİR TUTUMDUR.

 

4-\tTELEFON KONUŞMALARI
b) \tAyrıca, mütalaada, DIŞİŞLERİ ESKİ BAKANI SN. KAMRAN İNAN’IN NAZİK KONUŞMA ÜSLUBU gereğince TELEFON GÖRÜŞMESİNDE ŞAHSIMA “…EMİRLERİNİZİ ALIRIM..” şeklinde HİTAP ETMESİNDEN hareketle benim bu toplantıların GİZLİ BAŞKANI olduğumun ileri sürülmesi de tamamen gerçeğe aykırı ve gayriciddi bir yaklaşımdır. Benim bu toplantılara mesleki faaliyetlerimin elverdiği ölçüde nadiren iştirak edebildiğim telefon tapeleri ile de sabittir. Kamuoyuna tamamen açık bu toplantı gizli bir örgüt toplantısı olmadığı gibi, benim de bu sivil toplum faaliyetinin gizli önderi ya da başkanı olmam da asla sözkonusu değildir.
c) \tAynı şekilde, EMEKLİ ORGENERAL AHMET HURŞİT TOLON’UN nazik konuşma üslubu gereğince şahsıma “EMRİNİZDEYİM. İSTERSENİZ GECE ÜÇTE OLSA ÇAĞIRIN; KOŞARAK GELİRİM” şeklinde beyanda bulunmasının; Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün şahsımı yol gösterici bir ağabey olarak görerek “BEN, BU ÜLKEYE BİRGÜN BAŞBAKAN OLURSAM, BENİM BAŞBAKANIM DA SİZLER OLACAKSINIZ” diye hitapta bulunmasının ya da Yeditepe Üniversitesinin kurucusu Bedrettin Dalan’a “ KALBİNDE İKİ DAMARI TIKALI OLDUĞU İÇİN ABD’DE DOKTOR İSMİ ÖNERMEMİN”; “MÜTALAA’DA” “ÖRGÜTSEL İRTİBAT ” şeklinde değerlendirilmesi GAYRİ CİDDİ ve İNANDIRICILIKTAN YOKSUN bir değerlendirmedir.

 

 

 

5- BENİM, BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ SIFATIYLA CUMHURİYETİN 80. YILI KUTLAMALARI KAPSAMINDA RESMİ MAKAMLARDAN GEREKLİ İZİNLER ALINARAK DÜZENLENMİŞ VE YAKLAŞIK KIRK BİN KİŞİNİN KATILDIĞI “CUMHURİYETE SAYGI MİTİNGİNE” İŞTİRAK ETMEM, AY’NIN 34. MADDESİNDE DÜZENLENEN “TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞÜNDE BULUNMA HAKKI” ÇERÇEVESİNDE, HER FERDE TANINMIŞ ANAYASAL BİR HAKKIN KULLANIMINDAN İBARETTİR.
\tBen, sözkonusu miting öncesinde bazı Üniversite Rektörleri ile Jandarma Genel Komutanlığı’nda 19 Ekim 2003 tarihinde yapıldığı iddia edilen TOPLANTIYA KESİNLİKLE İŞTİRAK ETMEDİM. Nitekim, bu gerçek iddianamenin ekinde yer alan yazılı belgelerle de kanıtlanmıştır. Ayrıca, dosyadaki mevcut yazılı belgelere bakıldığında BENİM SÖZKONUSU MİTİNGİN TERTİP KOMİTESİNDE YER ALMADIĞIM da açıktır.
\tBenim, o tarihte Rektörü olduğum Üniversiteyi temsilen Atatürk’ün mozolesine çelenk koyup, saygı duruşunda bulunmak amacıyla Anıtkabir’de olduğum sırada “ORDU GÖREVE” şeklinde herhangi bir pankart asılı olmadığı gibi, bu içerikteki bir pankartın hazırlanması veya açılmasına dair herhangi bir kişiyi azmettirmem de, asla söz konusu değildir. Kaldı ki, SÖZ KONUSU PANKARTI ASAN 11 KİŞİ hakkında Ankara 25. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılama neticesinde tüm sanıkların “BERAATLERİNE” karar verilmiş olması da, İDDİALARIN NE DERECE İNANDIRICILIKTAN YOKSUN OLDUĞUNU ORTAYA KOYMAKTADIR.

 

 

 

6- \tFATİH HİLMİOĞLU İLE ÜNİVERSİTELERİN KADROLAŞMASINA MÜDAHALEDE BULUNDUĞUM İDDİASI
\t BENİM, ÜNİVERSİTELERİN KADROLAŞMASINA MÜDAHALEDE BULUNMAK İÇİN İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ ESKİ REKTÖRÜ PROF. DR. FATİH HİLMİOĞLU İLE İŞBİRLİĞİNE GİRMEM DE, KESİNLİKLE SÖZ KONUSU DEĞİLDİR.
\tMütalaa’da bu gerçek dışı iddiayı tevsik etmek üzere her ne kadar “haberal 44” şeklindeki e-mail adresinden, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’na “rektor@inonü.edu.tr” ve cc olarak “fhilmioglu@inonu.edu.tr“ adreslerine e-mail gönderdiğim ileri sürülmüş ise de “haberal 44” şeklinde NE BANA , NE DE BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ’NE AİT HERHANGİ BİR E-MAİL ADRESİ BULUNMAMAKTADIR. Nitekim, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu da, Mahkeme Huzurundaki ifadesinde; “HİÇBİR ZAMAN BÖYLE BİR MAİL ALMADIĞI GİBİ, SÖZKONUSU CD’NİN DE KENDİSİNE AİT OLMADIĞINI” açıkça beyan etmiştir.Kaldı ki, müsnet suçun SÖZDE DELİLİ olarak gösterilen E- MAİLİN HANGİ ADRESTEN VE KİM TARAFINDAN GÖNDERİLDİĞİNİN tespiti amacıyla AVUKATLARIM tarafından yapılan SUÇ DUYURUSU üzerine Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nca “SORUŞTURMAYA KONU E-MAİL İÇERİĞİNDE HERHANGİ BİR SUÇ UNSURU BULUNMADIĞI” gerekçesiyle “KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA DAİR KARAR” verilmiştir.

 

 

 

7- MERHUM BAŞBAKAN SN.BÜLENT ECEVİT’İN BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ’NDEKİ TEDAVİ SÜRECİ” ILE ILGILI ILERI SÜRÜLEN IDDIALAR:
MERHUM BAŞBAKAN SN.BÜLENT ECEVİT’İN BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ’NDEKİ TEDAVİ SÜRECİ” ile ilgili ileri sürülen iddialara gelince; öncelikle dosya kapsamındaki somut delillere bakıldığında, merhum başbakanın rahatsızlığının ihtisas alanımın dışında kalması nedeniyle tedavisini yürüten sağlık ekibinde görev almadığım sabittir.
\tBuna ilaveten, merhum başbakan Bülent Ecevit’e Parkinson ve Myasteni Gravis tanısı, Başkent Üniveritesine yatmadan 2 yıl önce Hacettepe Üniversitesinde görevli hekimler tarafından konulmuş ve KORTIZON TEDAVISINE de, yine bu kurumda başlanmıştır. Bu gerçek, Sn.Rahşan Ecevit’in, Sayın Mahkemenize gönderdiği yazı ve resmi raporlarda da açıkça görülmektedir.
\tKaldı ki, BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ’NDEKİ TEDAVİ SÜRECİ” ile ilgili iddialar, SAĞLIĞINDA BİZZAT SN.BÜLENT ECEVİT ve EŞİ SN. RAHŞAN ECEVİT tarafindan DEFALARCA YALANLANMIŞ ve dosyada yer alan RESMİ BELGE VE RAPORLAR ile MAHKEME HUZURUNDA DİNLENEN DÖNEMİN EN YAKIN ŞAHiTLERi SN.EMREHAN HALICI, SN.MASUM TÜRKER, SN. CAN DÜNDAR, PROF.DR. RENGİN ERDAL’IN YEMİNLİ BEYANLARI ve DSP ESKİ SAYMANI MECİT ŞEKERCİOĞLU, DSP ESKİ BAŞKANI ZEKİ SEZER İLE DÖNEMİN SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ’UN KAMUOYUNA YAPTIKLARI AÇIKLAMALARLA TAMAMEN ÇÜRÜTÜLMÜŞTÜR.
\tAyrıca, Başkent Üniversitesi’nce düzenlenen resmi raporlar o tarihte Başbakan Sn.Bülent Ecevit’e iletilmek üzere Koruma Müdürüne, eşi Sn.Rahşan Ecevit’e ve dönemin Başbakanlık Müstaşarı Sn.Ahmet Şağar’a, Başkent Üniversitesinin Rektörü sıfatıyla tarafımca teslim edilmiştir. Başkent Üniversitesi’nce düzenlenen bu raporlara bakıldığında Sn.Bülent Ecevit’e hiçbir zaman KESIN YATAK ISTIRAHATI ÖNERILMEDIĞI, TAM TERSINE GÜNDE 2 SAATLIK OFIS ÇALIŞMASINI YÜRÜTEBILECEĞI açıkça ifade edildiği görülmektedir.
\t Merhum başbakan Bülent Ecevit’in Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi’nden taburcu olduktan sonra devletin bazı önemli toplantılarına iştirak edememesinin nedeni, dosyada mevcut resmi raporlarla sabit olduğu üzere omurgasındaki kırığa ilaveten “evde zaman zaman düşerek yaralanmasi ya da omurgasina basi yapan ciddi nörolojik sorunlardan kaynaklanmiştir.”
\tAncak, merhum başbakan Sn.Bülent Ecevit, gerek Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde yatarak tedavi gördüğü dönemde, gerekse bu hastaneden taburcu olduktan sonra evde devam eden tedavi sürecinde SAĞLIK DURUMUNUN MÜSAİT OLDUĞU ZAMANLARDA, hekimlerin verdiği onaya istinaden Cumhurbaşkanlığı Köşkünde, Başbakanlıkta, Parti Genel Merkezinde ve Oran’daki konutunda çok sayıda resmi toplantı ve basın toplantısına da iştirak etmiştir. \t
\tBuna ilaveten, merhum başbakan Sn.Bülent Ecevit’in sağlik durumu ile ilgili olarak, Başkent Üniversitesi adina o tarihte yapilan çok sayidaki basin açiklamasinda da, topluma hep olumlu mesajlar verildiği sabittir.
\tAncak, “ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAA’DA” DOSYADAKİ TÜM BU SOMUT DELİLLER TAMAMIYLA GÖZARDI EDİLEREK , TAMAMIYLA ATFI CÜRÜMDEN İBARET OLAN SOYUT İDDİALARA İTİBAR EDİLMİŞTİR.
\tBir kez daha söylemek gerekirse, benim merhum Başbakan Bülent Ecevit’in tedavi sürecinde sadece Başkent Üniversitesinin rektörü sıfatıyla protokol görevi icra ettiğim; rahatsızlığının ihtisas alanımın dışında olması nedeniyle sağlık heyetinde hiçbir surette görev almadığım ve bu nedenle , düzenlenen raporlarda da imzamın olmadığı sabit olmasına rağmen İddia Makamı tarafından halen daha bu gerçekdışı ithamlara maruz bırakılmamı, kabul etmem mümkün değildir.. Nitekim, başbakan Sn.Bülent Ecevit’in Başkent Üniversitesinden taburcu edildikten sonra 7 ay daha başbakanlık görevini yürütmesi, 4,5 yıl daha yaşantısını sürdürmesi de yapılan tedavinin başarılı olduğunun somut göstergesidir.

8- YALÇIN KÜÇÜK BÖLÜMÜ(AVUKAT OLARAK BEN YER VEREBİLİRİM.TAKDİR SİZİN)
\tÖnceki bölümlerde de arz ettiğim üzere BENİM , AKADEMİSYEN PROF.DR. YALÇIN KÜÇÜK VE MERHUM GAZETECİ-YAZAR İLHAN SELÇUK İLE 12 EYLÜL ASKERİ DARBESİNE KARŞI 1984 YILINDA 1300 KİŞİ VE KURULUŞUN ORTAKLAŞA İMZASINI TAŞIYAN “AYDINLAR DİLEKÇESİNİ” İMZALAMAK DIŞINDA 25 YILDIR HİÇBİR İRTİBATIM OLMAMIŞTIR.
\tBen, gazeteci-yazar merhum İlhan Selçuk ve akademisyen Prof.Dr. Yalçın Küçük ile HİÇBİR TARİHTE AYNI EVİ DE PAYLAŞMADIM. Nitekim, İddianamenin ekleri arasında yer alan Prof.Dr. Yalçın Küçük’e ait notlara bakıldığında da; bu şahsın 25 yıl önce zaman zaman aynı evi paylaştığı kişinin, BEN DEĞİL; HOCAM MERHUM PROF. DR. HÜSNÜ GÖKSEL OLDUĞU ve yine, aynı nottaki kendi ifadesine göre “AYDINLAR DİLEKÇESİNİN İMZALANDIĞI BU EV” için kullanmış olduğu “ÖRGÜT EVİ” tabirinin de TAMAMIYLA MİZAHTAN İBARET OLDUĞU açıkça görülmektedir.
\tAynı şekilde, Prof.Dr. Yalçın Küçük’ün, Başbakan Sn Recep Tayyip Erdoğan’ın rahatsızlanması üzerine, geçmişte “Merhum Başbakan Sn.Bülent Ecevit’e Başkent Hastanesinde iş görmezlik raporu verileceğine” ilişkin basında çıkan bazı asılsız haberleri baz alarak her zamanki MİZAHİ üslubu ile “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da derhal Başkent Hastanesi’ne götürülerek, kendisine iş görmezlik raporu alınması gerektiği; Kaçmaması için de, kapısına mutlaka Şener Eruygur’un Jandarmalarının dikilmesini” önermesinin, Mütalaa’da “HÜKÜMETE KARŞI CEBİR ve ŞİDDET KULLANILARAK DARBEYE TEŞEBBÜS EYLEMİNİN SOMUT DELİLİ” olarak gösterilmesi SON DERECE GAYRİ CİDDİ VE İNANDIRICILIKTAN YOKSUN bir iddiadır.

 

Nitekim, Prof.Dr. Yalçın Küçük’ün, konuyla ilgili notlarını bir KARADENİZ FIKRASI tamamlaması da, BU DEĞERLENDİRMELERİN TAMAMIYLA MİZAHİ AMAÇLI olduğunun göstergesidir. Kaldı ki, İŞ GÖRMEZLİK RAPORU, Yasa gereği ancak DEVLET HASTANELERİ tarafından düzenlenebilen bir RAPOR olduğundan, bir ÜNİVERSİTE HASTANESİ olan Başkent Üniversitesi Hastanesi’nin İŞGÖRMEZLİK RAPORU DÜZENLEME YETKİSİNİN BULUNMADIĞI da açıktır.
\tBuna ilaveten, Başkent Üniversitesi’nin eski başhekimi tanık Prof.Dr. Rengin Erdal’ın Mahkeme Huzurundaki yeminli ifadesi ile de sübuta erdiği üzere ; CUMHURBAŞKANI SN.ABDULLAH GÜL VE BAŞBAKAN SN.RECEP TAYYİP ERDOĞAN BAŞTA OLMAK ÜZERE İKTİDAR PARTİSİNE MENSUP PEK ÇOK BAKAN VE MİLLETVEKİLİNİN de, TETKİK VE TEDAVİLERİNİ YAPTIRMAK için DEVLET YA DA DİĞER ÜNİVERSİTE HASTANELERİ yerine BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’Nİ TERCİH ETMELERİ de, BU KURUMA DUYULAN GÜVENİN GÖSTERGESİDİR.

 

 

 

 

 

9- DOĞU PERİNÇEK – ULUSAL STRATEJİ BELGESİ
\tMütalaada telefon tapelerinde yer almayan hususlar hakkında İddia Makamınca şahsi yorumlar yapılarak bunlar sanki kesi tespitlermiş gibi gösterilmiştir.
\tSözgelimi, Doğu Perinçek ile Başkent Üniversitesi ATAMER Müdürü Ünsal Yavuz arasındaki telefon görüşmesinde “Milli Kuvvetlerin bir araya getirilmesine yönelik” Doğu Perinçek’in İstanbul’da bir grup akademisyen ile birlikte hazırladığını söylediği Ulusal Strateji belgesi ile eski Devlet Bakanı Kamran İnan önderliğinde Patalya Oteli’nde basına açık olarak gerçekleştirilen yeni bir siyasi parti kurmaya yönelik toplantılarının mütalaada kasıtlı olarak sanki bir bütünün parçalarıymış gibi gösterilmiş ve benim de Milli Kuvvetleri bir araya getirme misyonu yüklendiğimin ileri sürülmüştür. Bu iddia da kesinlikle doğru değildir.
\tNitekim, sözkonusu telefon konuşmasında benim ne böyle bir belgenin hazırlanmasına herhangi bir katkımın olduğuna, ne de Milli Kuvvetleri bir araya getirme misyonu yüklendiğime dair hiçbir tespit bulunmamaktadır.
\tİddia Makamının konuşmalara subjektif yorumlar katarak, şahsıma asılsız suç isnad etmesini kabul etmem mümkün değildir.

 

 

 

 

10-\tİDDİA EDİLEN SUÇ ÖRGÜTÜNÜN ÜST KURULLARINDA ALINAN KARAR GEREĞİNCE, KANAL B TELEVİZYONU’NUN, ART, ULUSAL KANAL VE KANALTÜRK İLE BİRLİKTE İLHAN SELÇUK TARAFINDAN YÖNETİLMESİ VE BU KANALDA, ORTAKLAŞA YAYIN YAPILMASI DA, KESİNLİKLE SÖZ KONUSU DEĞİLDİR. Kaldı ki, bana hiç kimse böyle bir teklif de asla getirmemiştir. Nitekim, RADYO TELEVİZYON ÜST KURULU’NUN kayıtlarına bakıldığında da; KANAL B televizyonunda HİÇBİR TARİHTE DİĞER KANALLARLA ORTAKLAŞA YAYIN YAPILMADIĞI açıkça görülmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

11- \tBenim, MUSTAFA ÖZBEK VE EROL MANİSA İLE, ÖRGÜTÜN MEDYA-FİNANS YAPILANMASI İÇERİSİNDE YER ALMAM DA, ASLA SÖZ KONUSU DEĞİLDİR.
Nitekim, Mütalaa’da, bu isnadın delili olabilecek SOMUT HİÇBİR KANIT DA GÖSTERİLMEMİŞTİR.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

12- BEN, GAZETECİ-YAZAR AHMET TUNCAY ÖZKAN İLE KANALTÜRK TELEVİZYONUNA FİNANSMAN TEMİN ETMEK AMACIYLA HİÇBİR GÖRÜŞME DE YAPMADIM.
Nitekim, Mütalaaya baktığımızda, bu iddianın da somut hiçbir delile dayanmadığı açıkça görülmektedir .

 

 

 

 

 

 

 

 

13-\tNAHİT DURU .
\tBenim, KANAL B’NİN O TARİHTEKİ GENEL YAYIN YÖNETMENİ OSMAN NAHİT DURU’YA “ İKTİDAR PARTİSİNİN OYLARININ DÜŞÜRÜLMESİ İÇİN HER YOLUN DENENMESİNE DAİR HERHANGİ BİR YÖNLENDİRMEDE BULUNMAM” DA ASLA SÖZ KONUSU OLMAMIŞTIR.
\tNitekim, soruşturma aşamasında avukatlarım tarafından dosyaya kamera görüntülerini ve tapesini ibraz ettiğimiz üzere, gazeteci Nahit Duru o tarihte Kanal B televizyonuna çıkarak, bu beyanların tamamıyla ŞAHSİ YORUMLARI olduğunu; Bu beyanları ile benim hiçbir ilgimin olmadığını; Tam tersine, benim her zaman Kanal B’nin söylecek sözü olan herkese açık olduğunu söylediğimi” beyan ederek tüm kamuoyunun gözü önünde benden ÖZÜR DILEMIŞ ve bilahare, Genel Müdürlük görevinden de İSTİFA ETMİŞTİR. Gazeteci Nahit Duru, bilindiği üzere bilahare 12.12.2012 tarihli YURT GAZETESİNDE yayınlanan köşe yazısında da, bu gerçeği bir kez daha dile getirmiştir.

 

 

 

 

 

14-\tCUMHURBAŞKANLIĞI TEKLİFİ KONUSU :
\tSon olarak Mütalaada yer alan 2000 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik iddialara gelince;
\t“Bilindiği üzere 2000 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimi gündeme geldiğinde, dönemin Başbakanı Sn. Bülent Ecevit, Parlamento dışından Cumhurbaşkanlığına aday olarak beni göstermiştir. Bunun üzerine demokrasiye olan inancımın bir göstergesi olarak bu onurlu teklifi “ Bir bilim insanı olduğum ve Demokratik ülkelerde, Cumhurbaşkanı’nın mutlaka Meclis içinden seçilmesi gerektiğine“ ilişkin kamuoyuna yazılı açıklamada bulunmak suretiyle kabul etmedim.
\tNitekim, tarafıma iletilen Cumhurbaşkanlığı teklifi, o tarihte çeşitli basın yayın organlarında da yer almıştır.
\tHatta, ülkemde cumhurbaşkanlığı gibi onurlu bir görevi kabul etmemiş olmam, o tarihte katıldığım çeşitli uluslararası toplantılarda da şaşkınlıkla karşılandı.
Bu gerçek ayrıca, Mahkemenizde kamu tanığı olarak dinlenen Sayın Emrehan Halıcı ve Sayın Masum Türker’in yeminli beyanlarıyla da bir kez daha doğrulanmıştır. Ancak, dosyadaki tüm bu delillere rağmen mütalaada sanki bana böyle bir teklif hiç yapılmamış kabul edilerek “sözde örgütün bu nedenle Sayın Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığını engellemeye çalıştığının” ileri sürülmesi, İddia Makamının ne derece önyargılı davrandığının göstergesidir.

 

 

15- MİLLETVEKİLİ SIFATIM
Anayasa’da milletvekili olarak seçilme şartları belirtilmiştir .Ben, bildiğiniz üzere İddia Makamı’nın asılsız suçlamalarına istinaden tutuklandıktan sonra 12 Haziran 2011 tarihli Genel Seçimlerde CHP’den Zonguldak Milletvekili olarak aday gösterildim. Yüksek Seçim Kurulu aday olmama engel bir durumumun olmadığına karar vererek milletvekilliği adaylığımı onayladı ve ben Zonguldak Halkının güvenine mazhar olarak 12 Haziran 2011 tarihli Genel Seçimlerde CHP’nden Zonguldak Milletvekili olarak seçildim. Yüksek Seçim Kurulu da , mazbatamı vererek MİLLETVEKİLİ SIFATINI kazandığım tescil etti.
Ancak, Zonguldak Halkı, tutuklu olduğumu bilmesine rağmen TBMM’nde kendilerini temsil etmekle görevlendirmiştir. Sayın Mahkemeniz, kararlarını Yüce Türk Milleti adına vermekte, biz seçilmiş milletvekilleri de Anayasanın 80. Maddesi uyarınca tüm TÜRK MİLLETİNI temsil etmekteyiz. Anayasa’nın 6. Maddesi uyarınca, EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETE AİT OLMASINA 1950 yılından bu yana ülkemizde de bu konuda pekçok örnek bulunmasına rağmen, hala TUTUKLUĞUMUN DEVAM ETTİRİLMESİNİ anlamak ve kabul etmek mümkün değildir.
Kanaatimce, CEVAPLANMASI GEREKEN ASIL SORU, ÜLKEMİZDE HALK İÇİN, HALK TARAFINDAN SEÇİLMİŞ MİLLETVEKİLLERİNİN HALKA RAĞMEN NEDEN HALA TUTUKLU OLDUKLARIDIR?
Bu durum, ülkemizin aynı zamanda uluslararası platformlarda da MİLLİ İRADESİ TUTSAK ALINMIŞ BİR ÜLKE konumuna getirmektedir.

 

 

SONUÇ BÖLÜMÜ :
\tSayın Başkan,
\tSayın Üyeler,
\tSayın İddia Makamı,
\tTemenni ederim ki, yaşadığımız bu ortam;
- İNSANIN DEĞERİNİ,
ZAMANIN KIYMETİNİ
KENDİMİZE YAPILMASINI İSTEMEDİĞİMİZ HAREKETİ BAŞKALARINA DA YAPMAMIZ GEREKTİĞİNİ,
- ÖZGÜR YAŞAMANIN NE DERECE BÜYÜK ZENGİNLİK OLDUĞUNU;
-DEMOKRASİLERDE EGEMENLİĞİN KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETE AİT OLDUĞUNU;
-VE SON OLARAK DA; ALLAH’IN EMRİ VE DEVLETİN TEMELİ OLAN ADALETİN HERKESİN HAKKI OLDUĞUNU VE HAKİMLERİN DE, TÜRK MİLLETİ ADINA ADALETİ TECELLİ ETTİRMEKLE YÜKÜMLÜ OLDUĞUNU TOPLUMUMUZA ANLATABİLMİŞ OLSUN.!


\t\t\t\t\t\t\t Prof. Dr. Mehmet Haberal
\t\t\t\t\t\t CHP Zonguldak Milletvekili