Mehmet Atılgan babası Yusuf Atılgan’ı anlattı
“Aylak Adam” ve “Anayurt Oteli” yazarı Yusuf Atılgan, ölümünün 30. yılında Ataşehir’de anıldı. Anma etkinliğine katılan, Yusuf Atılgan’ın oğlu yazar Mehmet Atılgan, babasıyla yaşadığı günleri ve babasının entelektüel dünyasını anlattı.
cumhuriyet.com.trAtaşehir Belediyesi’nin Aralık ayı kültür sanat etkinlikleri kapsamında Neşet Ertaş Kültürevi’nde düzenlediği anma etkinliğine, Yusuf Atılgan’nın oğlu Mehmet Atılgan, Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyeleri Burcu Şahin ve Erhan Kıvanç katıldı. Programın moderatörlüğünü ise Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Aslan Erdem yaptı.
Konuklar, Türk edebiyatının önemli yazarlarında Yusuf Atılgan’ın kitaplarında oluşturduğu karakterlerin analizlerini konuştular.
VAROLUŞÇULUK FELSEFESİNİN ETKİLERİ
Etkinlikte ilk sözü alan öğretim üyesi Burcu Şahin, Atılgan’ın eserlerinde varoluşçuluk felsefesinin etkilerinin olduğunu söyledi. Şahin, “1950’lerde bir yandan köy edebiyatı akarken diğer yandan da Camus, Sartre gibi varoluşçu yazarların etkisiyle Demir Özlü, Vüs’at O. Bener ve Yusuf Atılgan gibi yazarlar bireyi anlatmışlardır,” dedi. Şahin, Lars Svendsen’in “Sıkıntının Felsefesi” kitabı üzerinden Atılgan’nın “Aylak Adam” ve devamı niteliğindeki “Anayurt Oteli” kitapları üzerinden ‘sıkıntı’ temasına değindi.
Erhan Kıvanç da Yusuf Atılgan’ı şu sözlerle anlattı: “Yusuf Atılgan az sayıda eser vermesine rağmen Türk edebiyatı içinde önemli bir yere sahip. İlk romanı Aylak Adam’da yabancılaşma ve yalnızlık temasını işledi. Anayurt Oteli’nde ise iletişimsizliğe rağmen olayların rasyonel bir şekilde anlatılamayacağına vurgu yaptı.” Kıvanç, Patrick Süskind’in “Aşk ve Ölüm” kitabı üzerinden Yusuf Atılgan’ın yapıtlarında aşk teması üzerinde durdu.
'10 YILLIK BİR EVREN'
Akademik incelemelerin ardından söz alan Mehmet Atılgan da babasını anlattı: "Aklımda 10 yıllık babamla geçirdiğim bir evren var. Çok şefkatli, iyi bir babaydı. Beni gördüğünde gözünün içi gülerdi. Bana bağırdığını hiç hatırlamıyorum. Hatta Anayurt Oteli kitabını yazarken cama çıkar çocuklara bağırırmış. Çocukları pek sevmezmiş ama ben doğduktan sonra çocuklara bakış açısının değiştiğini bütün arkadaşları söyler. Çok iyi bir çocukluk dönemi geçirdiğimi söyleyebilirim. Moda’da dolaşırdık babamla. Bana sevdiği sokakları, evleri gösterirdi. Kitaplarında da fark etmişsinizdir sokak isimlerine meraklıydı. Küçük Çamlıca’yı çok severdi. Orada, tepede bir melengeç ağacı vardı. Ona ‘koca melengeç’ derdi. Altında oturup çay içerdik. Vapura binmeyi çok severdi. Bütün vapurların ismini, nerede yapıldığını bilirdi. Çalıştığı dönemlerde beni Karacan Yayınları’na götürürdü. Orada da esnaf lokantalarında birlikte yemek yediğimiz anları hatırlıyorum. Milliyet’te çalıştığı dönemler her gün bana kitap, oyuncak getirirdi.”
Mehmet Atılgan sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“Babam miskin lafını çok severdi. Tembel yerine hep miskin derdi. Anneme bir gün iş dönüşü “Serpil bir sokak ismi gördüm adı Miskin Adam’mış” dedi. Epey güldüler buna. Ertesi gün geldi. İşe giderken tabela silinmiş, “Meğer ‘Misk-i Amber’miş sokağın adı” dediğini hatırlıyorum. Anayurt Oteli”nin yazmadan önce uzunca bir süre varoluşsal sıkıntılar yaşadı' dedi.
Katılımcılardan gelen “Yusuf Atılgan’ın sinemaya olan ilgisi nasıldı?” sorusuna Mehmet Atılgan şu yanıtı verdi:
“Sinemaya çok düşkündü. İstanbul’da üniversite öğrenciliği sırasında Beyoğlu’nda, sonrasında köyde yaşadığı dönemdeyse Manisa ve İzmir’de sık sık sinemaya gidermiş. Yazarlığının arkasında bir ölçüde sinema aşkının da olduğunu düşünüyorum. Benim çocukluğumda adı Sinema Günleri olan İstanbul Film Festivali’ni hiç kaçırmazdı. Filmlerinden beğeniyle bahsettikleri arasında Coppola, Kubrick, Polanski, Peckinpah gibi Amerikalı ‘auteur’ yönetmenleri, Avrupa ve dünya sinemasından Fellini, Truffaut ve Kurosawa’yı hatırlıyorum. Bunların dışında aklımdan çıkmayan bir anı var. Bir gün evde gazete okurken anneme döndü. Neredeyse gözleri dolarak “Serpil, John Cassavetes ölmüş. Çok iyi yönetmendi. Kendine özgü, bambaşka bir tarzı vardı. Gençti de, yazık.” dedi. Cassavetes yıllar sonra filmlerini izleyince benim de en sevdiğim yönetmen olduğu için şu an bunu hatırlıyor olmak benim için çok değerli.”
Beğendiği yazarlara gelince babasının Kafka’yı çok sevdiğini söyleyen Mehmet Atılgan,“Kendi evrenini yaratan belki de tek yazar” yorumunu yaptığını aktardı.
Mehmet Atılgan konuşmasının son bölümünde şunları söyledi:
“Babam köy ve kırsalı çok iyi bilirdi. Muhtemelen biraz da o yüzden eserlerinde köy ve kırsaldaki yaşantıya geniş yer veren iki yazar Anton Çehov ve William Faulkner’dan çok etkilenmişti. Çehov’un ‘Bozkır’ adlı uzun öyküsünün en sevdiği öykü olduğunu biliyorum. Bozkır’la ilgili bir gün anneme “Yıllar sonra yine okuyayım dedim, dayanamadım ağladım” dediğini hatırlıyorum. Varlık dergisinin Aylak Adam yayımlandıktan kısa bir süre sonra kendisiyle yaptığı bir söyleşide Çehov ve Faulkner’ı “hayranlıkla, hatta kıskanarak” okuduğunu söylüyor. “Okuyanı anlattıkları ortama katıveren, onu yarattıkları kişilerin yaşayışına, duygularına ortak eden bu iki sanatçı, söz sanatının ereği buysa, varmışlar bu ereğe.” diyor. Aynı söyleşide sevdiği yazarlar arasında Dostoyevski, Gide, Montherlant, Camus, Sartre, Simenon, Huxley, Joyce, Greene, Capote, Sait Faik, Vüsat O. Bener, Nezihe Meriç’i, şairlerden de Fazıl Hüsnü Dağlarca, Behçet Necatigil, Metin Eloğlu, Edip Cansever, Turgut Uyar ve Cemal Süreya’yı sıralıyor. Son dönemde okudukları arasında ise Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ı ve Patrick Süskind’in Koku romanından beğeniyle bahsettiğini hatırlıyorum” diye konuştu.
Panel sonrası konuşmacılara çiçek takdim edildi.