Medyanın Siyasete Karşı 'Dur'uşu

cumhuriyet.com.tr

Uluslararası ölçekte uygulanan neoliberal politikalar ve sermaye yoğunlaşması süreci, Türk medyasının yapısal dönüşümü süreciyle paralel gitmektedir. Günümüz Türkiye’sinde, geniş kitlelere ulaşabilen bir medya organına sahip olmak için, yüksek miktarda sermaye birikimi ve yatırım gerekmektedir. Hal böyleyken, kamuoyu oluşturma ve yönlendirmede sermaye gruplarının söz sahibi olduğunu görmek için siyaset ve ekonomi dünyasına sadece kuşbakışı bakmak yeterli.

Türk siyasal yaşamında, iktidar medya ilişkilerine baktığımızda, siyasal iktidarlar, holdingleşmiş medyaya devlet bankaları üzerinden ucuz krediler verip, kamu ihalelerinde öncelik sağlarken, medyanın da haber içeriklerini oluştururken, karşılıklılık gereği siyasal iktidarı destekleyen konumlanma içine girdiğini görüyoruz. Bu konumlanma, söz konusu holdinglerin medya dışı faaliyet alanlarındaki yatırımlarının önüne engel çıkarılmaması adına da yaşamsal önem arz eder.

Hatırlanacağı üzere iktidara yakınlığını gizlemeyen bir holding, 2007 yılında TMSF’ye devredilen ve içinde büyük bir televizyon kanalıyla gazeteyi de barındıran medya grubunu 1.1 milyar dolara satın almıştı. Bu ihale için, kamu bankalarından toplam 750 milyon dolar kredi, 3 yıl anapara ödemesiz, toplam 10 yıl vadeyle verilmişti. Söz konusu süreç, yayın politikasını ve haber üretimini siyasal iktidarın beklentilerini karşılayacak duruma getirirken, tarafsız ve bağımsız bir çizgide olması gereken yayın politikası, iliştirilmiş gazetecilik anlayışına dönüşmektedir.

Yasama, yargı, yürütme erklerinden sonra dördüncü kuvvet olarak adlandırılan medyanın, bu gücü sayesinde diğer erkleri sorgulama, denetleme, eleştirebilme cesaretinin var olduğu kabul edilir. Ancak medyanın bu misyonu, ekonomik anlamda bağımsız ve her türlü müdahaleden uzak olması şartına bağlıdır. Günümüz siyasal konjonktüründe medyanın siyaseti denetleme faaliyeti ters yüz edilmiş biçimde, siyasetin medyayı denetleme ve kontrol altına alması haline dönüşmüştür.

2007’de, Türkiye’nin en büyük medya holdinglerinden birine bağlı akaryakıt şirketi, 1.2 milyar TL’ye varan vergi borcu nedeniyle zor günler geçirdikten sonra Maliye Bakanlığı’yla kamuoyunun anlayamadığı bir biçimde anlaşıp borcunun 275 TL’ye kadar indirilmesi, denetleme fonksiyonları açısından medya-siyaset ilişkisinin boyutunu ortaya koymuştu.

‘Medya dükkânı’nda aykırı çalışanların istenmediği, dükkâna uğrayan her müşteriye aynı malın satıldığı, medya patronlarına kendi istediği malı ‘aşk ve heyecanla’ satacak çalışanları istihdam etmesini salık veren siyaset kurumu, medyanın büyük bir bölümünü kendi loncasına katmış durumda.

Medyanın yapısal olarak ‘çoğulcu, demokratik ve özgürlükçü’ anlayıştan, otoriter anlayışa doğru bir değişim sürecinden geçtiği görülmektedir. Siyasal iktidar, her türlü iş ve eyleminin, sonucu ne olursa olsun eleştirilmemesini isterken, medya organlarının ana hedefinin siyasal iktidarların politikalarını desteklemek ve ilerletmek olduğu savını her gün yine medya aracılığıyla duyuruyor.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan havuç-sopa politikasının basın hayatımızda, günümüze değin biçim değişikliğine uğrasa da devam ettiğini; düzene veya en azından iktidara muhalif gazetecilerin, bağımsızlıkları tartışılan yargı organlarınca cezaevlerine konuldukları ya da işlerinden kovularak susturuldukları, düzenle uyumlu olanların ise kariyer basamaklarını hızlıca tırmandıkları bir Türkiye portresiyle karşı karşıyayız.

Hakan Alp/ / İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Doktora Öğrencisi