MEDYA LİNCİ İLE İKİNCİ KEZ KATLEDİLEN DEĞER DENİZ

Babasının pırlanta kızı annesinin arkadaşı, sırdaşı ağabeyinin kıymetlisi küçük kardeşinin can yoldaşıydı...

Emel Armutçu

Yüksek orman mühendisi babasının tayin yerlerinde büyürken orman içlerinde, bahçelerde şarkı söyleyerek koşturan bir kız çocuğu… İlkokulda mandolini eline aldığından bu yana müziğin peşini hiç bırakmayan, içinden yıldız, masal, deniz, gökyüzü, güneş, dilek geçen şarkılar yazan bir müzisyen… İnsanları, hayvanları, deniz kenarlarını çok seven, sigara ve alkolden uzak, yoga felsefesine yakın, parmaklarıyla sağlık veren, annesine affetmeyi öğreten bir genç kadın… Eve alacağı kediyi üç gün önce bir kafede bulmuştu, “Burada rahat eder mi, nasıl yapsam da ettirsem” diye düşünüyordu. Ona kıydılar.

Üç ay kadar önceydi. Ona kıyan; parasını çalmak için evine girip, annesiyle her gün dertleştiği telefonunun şarj kablosuyla ellerini bağlayıp, az önce narin omuzuna astığı çantasının askısıyla nefesini kesen cani değil sadece... O canilik fakir ruhlarında herhangi bir etki yaratmayan, belli ki olmayan vicdanlarına teğet bile geçmeyen sözde gazeteciler de… Onlar bunu hep yapıyordu zaten, Değer Deniz de son kurbanlarıydı.

Kimseyi incitmemek üzerine kurduğu kendi halindeki hayatını yaşadığı evinde, 125 liralık telefonu ve 40 liralık klarneti için canını vermeden önce “Bu şehrin kıyılarına vurmuş bir sırrım var” diyen bir şarkı yaptığı için “Bir sırrı var, ondan” dediler. “Bilemezsin, içimde kocaman bir kalp var” diyen bir sonraki mısrayı es geçtiler. Sağlık Bakanlığı sertifikalı bir uzman olarak bir otelde, alternatif ve çok etkili bir tedavi yöntemi olan masaj uygulamaları yapmasından yola çıkarak “o tür” bir masajcı olduğunu ima ettiler. Çünkü hiç akıllarından çıkmıyordu ki. Ve tıpkı konuşamayacak ağaçlarla, kendileriyle konuşmaya tenezzül bile etmeyecek dünyaca ünlü gazetecilerle masa üstünde uydurdukları müsamere röportajlar gibi “gizli ayin” iftirasını attılar. Ne soruşturma dosyasında, ifadelerde, ne de olay yeri incelemelerinde bu konuya en ufak bir atıf olmamasına rağmen, nasıl? 

Babaannesinin Üsküdar Fıstıkağacı’ndaki evinin baktığı yeşillikler içindeki Bülbül Deresi Mezarlığı’nı çok sevdiğini, hep “beni buraya gömün” vasiyetinde bulunduğunu, vasiyetini yerine getiren ailesinin Değer’in de çok düşkün olduğu babaannesiyle koyun koyuna yatmasına karar verdiğini bilmeye ihtiyaç duymadan, "Sabetayistlerin" yattığı rivayet olunan bu mezarlıktan dünyanın en zombi haberciliğini çıkardılar. “Beni korur musun / Gökyüzüm olur musun / Gece çökmek üzereyken / Güneşim olur musun?” şarkısını can kulağıyla dinleseler anlarlar mıydı? Yok, “Kendime anlattığım masalların hepsinin kahramanı olur musun?” derken, tam da bu zombi habercilerle savaşacak bir kahramandan söz ediyordu Değer Deniz.

Onun ayinle, gizli sırlarla, çok yakın olduğu erkek kardeşinin hayatında o öldükten sonra ilk kez duyduğu "Sabetayizmle" filan uzaktan yakından alakası yoktu. Değer Deniz cinayetindeki haber unsurları da bunlar değildi. “Toplum 17 yaşındaki bir çocuktan nasıl canavar yarattı?” sorusunun peşine düşmekti mesela. Yasaların ve savcının emirlerine ve nöbet listesinde olmalarına rağmen iki adli tabibin telefonlarını kapatarak olay mahalline ne münasebetle gelmedikleri, bu nedenle bir cenazenin adli tıp incelemesi yapılmadan evden nasıl çıkarılabildiği de olabilirdi pekala. “Kadınlar neden bu kadar kolay öldürülebiliyor?” sorusunu soramazlar mıydı? Onlar yalanlarının peşine düşmeyi tercih ettiler; hunharca öldürülmüş bir kadını, hunharca bir daha katlettiler.

Neden? Yalnız, özgür bir kadındı, "başında" bir erkek yoktu, üç çocuk doğurmamış, evinin kadını olmamıştı, kendi yazdığı ve söylediği şarkılarda yıldızlar kayarken dilekler tuttuğunu söylüyordu. Hiç de olması beklenen kadın değildi! Hayır, Değer Deniz tam da bir toplumun olmasını bekleyebileceği biriydi. Babasının pırlanta kızı, annesinin arkadaşı, sırdaşı, ağabeyinin kıymetlisi, küçük kardeşinin can yoldaşıydı. Tanıyan istisnasız herkesin fikir birliği yaptığı gibi iyi bir insandı. 

Babasının görev yerlerinden biri olan Ankara’da doğmuştu. Emekli işkadını annesinin anlattığına göre sessiz, içine kapanık, okumaya çok meraklı bir çocuktu. Daha ilkokula başlamadan ansiklopedileri karıştırıyor, bakkal dönüşü bir kenara oturup ekmeğin sarılı olduğu gazeteyi okuyordu. İlkokulu İstanbul Maslak Fatih Ormanı'ndaki okulda bitirdi, mandolin çalmaya da o zaman başlayacaktı. Ortaokuldayken Afyon’daydılar, öğretmeni ısrarla lisede “konservatuvara yazdırın” demişti ama Afyon’da konservatuvar yoktu. Lise çağına gelip annesiyle Mersin’e taşındıklarında mandolinden klavye, gitar ve vokale geçiş yapmıştı. Sabancı Lisesi’nde çeşitli gruplarla senfonik trash metal, country, alternatif, soft rock çaldı, söyledi. 

 

YAZDIĞI ÇOCUK KİTABI BASILAMADI

Aslında tamamen müzikle ilgilenmek istiyordu ama “Onu yine yap ama asıl bir mesleğin olsun” diyen annesini kırmamak için üniversite okumaya İstanbul’a geldi. Felsefe ya da psikolojideydi gönlü, Marmara Su Ürünleri Fakültesi’ne girebildi. Zaten müzik ağır bastı, kendi bildiği yolda devam etti. Burak Terek ve Semra Altınel'le birlikte kurduğu Metro grubuyla Avucumda Gökyüzü albümü 2002’de Universal’den yayınlandı. Ardından tamamı hayata göndermelerle dolu kendi bestelerinden oluşan Bekle adlı solo albümünü EMI’dan çıkardı. Albümde ona eşlik edenler arasında basgitarist kardeşi Orhan Deniz de vardı. Şehrin Kıyıları adlı şarkısına klip çekti, albümün lansmanını Bayblon’da yaptı. Televizyonda binlerce kez tekrarı yayınlanan Bez Bebek dizisinin jenerik müziği ve seslendirmesi de ona aitti. Onlarca eseri MESAM'a kayıtlıydı. Ayrıca altyapısı tamamlanmış en az iki albümlük şarkısı da sırada beklemekteydi. Eğer bir cani onu üç kuruş için hayattan koparmasaydı, çocuklar için yazdığı kitabı da çıkaracaktı.

Kendisi gibi müzisyen olmasını sağladığı altı yaş küçük kardeşi Orhan Deniz’e düştü, haber alamayınca çilingirle girdiği evinde onu öyle bulmak. Evet, bulduğunda gözleri kapalıydı ama Orhan Deniz yine de o gözlerde bir ışık gördüğünden emindi, o halde bile çok zor durumdaki kardeşine destek oluyordu!

 

ANNESİNE İNSANLARI AFFETMEYİ ÖĞRETTİ

Babası Avni Deniz onun insanları incitmekten korkan, hayvanları, doğayı seven insancıl biri olduğunu söylüyor. “Küçük yaşlarından beri bahçelerde, ağaç tepelerinde şiirler, şarkılar mırıldanırdı. O zamandan itibaren kendi yolunu kendi çizdi, müzik dedi, kendi kendini yetiştirdi” diyor. Ayrı şehirlerde de olsalar her bestesini ilk dinlettiği annesi Ayşe Sözer, “Şarkılarını hangi duygularla yazdığını çok iyi bilirim. Ondan çok şey öğrendim, bana 'Kötü düşünme anne, insanları affetmeyi öğren' derdi. Tanıyan herkesten duyduğum onun bir melek olduğu, şimdi gerçekten melek oldu” diye anlatıyor. 

Onlar bir evlat acısının ötesini, kimseye bir kötülüğü olmamış, birikimli, entelektüel bir "değer"i kaybetmenin de acısını yaşıyor, “Değer'imizin daha yapacak çok şeyi vardı” diyorlar: “Toplumda erkek egemen bilinçaltıyla hareket eden birtakım medya koordinatörleri var ve bunlar maalesef yazılı ve görsel medyada çoğunlukta. Sanki toplumun bilinç seviyesini, kültürünü, değer yargılarını aşağı çekmek, bu yönde algı ve spekülasyon yaratmakla görevliler! Bu medya canavarları / medyatörler kadınlar öldürüldükçe sanki öldürülmeyi hak etmişler gibi seviniyorlar. Aslında onları da bir kadının yetiştirip büyüttüğünü, onların da kız kardeşlerinin olduğunu unutarak… Bu bir kadın cinayetidir. Ve 2015'in ilk dört ayında öldürülen 100 kadından biri olarak Anıt Sayaç'ta (erkek şiddeti sonucu ölen kadınlar için oluşturulan dijital kayıt) yerini almıştır. 3-5 tane sabıkası olan hırsızları toplum içine salan adalet ve toplum suçludur. Değer'imizin bir katil tarafından hunharca öldürülmesi bile bu medyatörlerce malzeme yapılmış, imalarla sanki kadınlara şu mesaj verilmek istenmiştir: Yalnız yaşamayın, sokağa çıkmayın, çalışmayın, sizi koruyacak bir erkeğiniz olsun, evde oturun, çocuk yapın, sanat falan sizin neyinize vb.”

Bu nedenle ailenin avukatı Hülya Gülbahar, Değer Deniz’le ilgili yalan haberleri yapanları Basın Konseyi’ne şikayet etti. Konseyin incelemesinde, tek bir haberde 16 gazetecilik ahlak ve meslek ilkesinden 7'sinin ihlal edildiği tespit edildi ve geçen hafta bu yayınlara oy birliğiyle kınama cezası verildi. Bu kınama 7 madde ihlali olması açısından Basın Konseyi tarihinde bir rekordu. Aile Tabip Odası’ndan da görevini yapmayan adli tabiplerle ilgili benzer bir karar bekliyor ve bundan sonra bu “algı operatörlerini” muhatap almayacaklarını, enerjilerini katilin layık olduğu en yüksek cezaya çarptırılması için harcayacaklarını belirtiyorlar. 

Bundan sonraki işleri Değer’lerinin adını yaşatmak. Bu nedenle sağlığında yapmak istediklerini hayata geçirecekler: Onun dünyaya bakışını, müziğini yansıtacak bir internet sitesi hazırlayacak, yazdığı çocuk kitabını, tuttuğu günlükleri, çıkaramadığı albümleri yayınlayacaklar. Arkadaşlarıyla birlikte, adına konser ve benzeri etkinlikler düzenleyecekler. Desteğini esirgemeyen herkese teşekkür ediyor, aynı destek ve duyarlılığı dava sürecinde de göreceklerini umuyorlar.

Annesi Değer Deniz’i tek başına gitar ve mızıka çalarak şarkı söylediği, “Anne siz gençliğinizde ne güzel bir dünyada yaşıyormuşsunuz” dediği haliyle hatırlıyor. Onunla duyduğu gurur acısını biraz hafifletiyor. Babası pırlanta parlaklığını, sohbetlerini yaşatıyor hafızasında. Okuma-yazmayı, bisiklete binmeyi ve gitar çalmayı öğrettiği, hayatı paylaştığı küçük kardeşi Orhan Deniz de hiç son gördüğü gibi canlandırmıyor gözünde. Can dostluğuyla hâlâ etrafında olduğunu hissediyor.

Onu herkes çok iyi hatırlıyor. Ya gazetecilik adı altında söyledikleri yalanlar ve attıkları iftiralarla insanların hayatı kadar ölümlerini ve geride bıraktıklarını da paramparça eden medyatörleri kim, nasıl hatırlayacak? 

 

Değer'le ilgili haberlerde ihlal edilen 7 Basın Konseyi İlkesi

  •  Yayınlarda hiç kimse; ırkı, cinsiyeti, yaşı, sağlığı, bedensel özrü, sosyal düzeyi ve dini inançları nedeniyle kınanamaz, aşağılanamaz.
  • Düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı; genel ahlak anlayışını, din duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı ya da incitici yayın yapılamaz.
  • Kişilerin özel yaşamı, kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında, yayın konusu olamaz.
  • Soruşturulması gazetecilik olanakları içinde bulunan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğuna emin olmaksızın yayınlanamaz.
  • Suçlu olduğu yargı kararıyla belirlenmedikçe hiç kimse “suçlu” ilan edilemez.
  • Şiddet ve zorbalığı özendirici, insani değerleri incitici yayın yapmaktan kaçınılır.
  • Basın organları, yanlış yayınlardan kaynaklanan cevap ve tekzip hakkına saygı duyarlar.