Maviler içinde uyu sevgili kardeşim

Ressam İsmail Türemen, 19 Mayıs’ta 79 yaşında hayatını kaybetti.

Prof. Dr. Mustafa Pilevneli

1964 yılında Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu sınavını kazananlardandı Ali İsmail Türemen... O yıl onunla beraber gelen bütün öğrenciler çok başarılı, kabiliyetliydiler! Öyle bir sınıf oluşmuştu ki her gün birbirleri ile yarışıyorlardı.

Türemen’le daha ilk günlerde hoca, arkadaş ilişkimiz başladı. Okul dışında ailemden birisiydi o. Ben onun ağabeyi, yol arkadaşıydım. Sanat konularında uzun sohbetler yapıyor, konuların saptanmasında kararlar veriyorduk. O, arkadaşları arasında sınıfın lideriydi. Resim sanatının yanında şiire ilgi duyuyor, durmadan yazıyordu.

Sanat çevresi ile yakından ilgileniyor, sergileri hiç kaçırmıyor, yeni yollar arıyordu. Başlangıçta kunt, hantal, kütlesel hacimli işlere başlayınca, konu olarak da mezar taşlarına yönlendi. Boyanın yanı sıra gravür tekniklerine ağırlık verdiğinde daha pitoresk detaylar yakaladı... Gravürlerinde renkli yeni yöntemleri çözerken siyah beyazı da unutmadı!

Mavi ille de mavi... Onun için Yves Klein’da olduğu gibi mavi başat renkti. Ona göre gök ve deniz yeterliydi. Deniz onda ayrı bir tutkuydu. Yazın Marmaris günlerimiz, Mavi Amos gecelerimiz. 1970’lerde kıyılarımız ve deniz sularımız daha kirlenmemişti. Mavi’yi biliyorduk ama mavi bayrağımız yoktu.

Kumlubük’te topladığımız deniz kabuklarının çeşitliliği. Berna’nın kıyının birkaç metre açığından topladığı vücuduna yapıştırıp kıyıya taşıdığı ahtapotlar, sübyeler, tanklar (bir ıstakoz türü) unutulur gibi değil!

İsmail müthiş bir balıkadamdı! Marmaris’in bütün koyları ondan sorulur, o orfoz yataklarının, kayalarının adreslerini tek tek bilirdi. Sofrasını paylaşmayı severdi. Türküleri davudi sesiyle söylerdi.

DENİZİ SEVDİRDİ...

Yakın dostu Ruhi Su’yu Marmaris’te evinde ve İstanbul’da onun sesinden çok dinlemiştim. Büyük oğlum Yavuz onunla dalışlarında budy’siydi. Yavuz’a denizi ve sualtı dünyasını o sevdirdi, bana da sevdirdiği gibi.

Onlar dalıp saatlerce dipte dolaşırken ben de teknede suluboyalar yapardım. İsmail ile Orta Anadolu’ya unutulmaz geziler yaptık. İstanbul’a etnografya zengini olarak döndük. Kilimler, cicimler, çamçaklar, bakırlar daha niceleri. Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda çektiğimiz fotoğrafları, yollarda yaptığımız resim eskizlerini ve suluboyaları sergiledik.

Gravür yaparken bazı günler ve geceler, okulda 24 saat durmadan yeni teknikler, renkler, denemelerle geçerdi. Onları sergileyerek paylaşmak, yarışmalara göndermek büyük keyifti!

Uluslararası kataloglarda resimlerimizi görmek öğrencilerimizi de motive ederdi. Temel Sanat eğitimi sürdürdüğüm derslerimde 1968’de asistan olarak yanıma aldım. Kısa zamanda genç kadronun kendini sevdiren hocalarından oldu! Anadolu Üniversitesi’ne Güzel Sanatlar Fakültesi ilave edilince gençlerle birlikte İsmail de Eskişehir’de görev aldı.

Olağanüstü işlere ve sergilere imza attı, Resim ve Heykel Müzesi kurulmasına ön ayak olanlardandır. O yıllarda da sanatının ve sevgisinin gençlerle paylaşımının tanığıyım.

SANATÇI AİLE...

İsmail bana hocalığı sevdirenlerin başında geliyor. 1964’te gelen o gruptan sınıf arkadaşlarını da unutamam: Berna Sarıkaya, Ergin İnan, Mehmet Özer, Muhittin Köroğlu ve diğerleri.

Bu gençler benzersiz farklılıkları ile günümüzde plastik sanatlarımızın farklı kulvarlarını oluşturdular. Öğrencilik yıllarından tanıştıkları sınıf arkadaşı Berna Sarıkaya, Türemen ile evlenerek, sanatçı aile olmanın örneğinin en güzelini sergilediler.

İş Bankası Kibele Sanat Galerisi’ndeki o güzel inadına “mavi” retrospektif sergisinden sonra Nişantaşı’ndaki Galeri Selvin sergisinde kucaklaştık. Yorgundu. Geçirdiği onca ameliyattan sonra hâlâ hayatla boğuşuyordu o güzel adam! Nereden bilebilirdim! Son görüşmemizmiş. Maviler içinde uyu sevgili kardeşim!