Masumlar Apartmanı mı mağdurlar apartmanı mı?
Milyonları ekrana kilitleyen ve karakterlerin neredeyse tamamının dertli, sıkıntılı, rahatsız olduğu ve hatta psikoterapiye ihtiyaç duyduğu bir hikaye ancak masumiyetle örtüşürse seyirci bir gönül bağı kurabilirdi.
cumhuriyet.com.trElif Aktuğ, Cumhuriyet Cumartesi için yazdı.
Elbette adı “mağdurlar apartmanı” olsa (daha da ileri gidip manyaklar apartmanı diyebilirim aslında), daha ilk günden seyirciye sempatik gelmeyebilirdi. Milyonları ekrana kilitleyen ve karakterlerin neredeyse tamamının dertli, sıkıntılı, rahatsız olduğu ve hatta psikoterapiye ihtiyaç duyduğu bir hikaye ancak masumiyetle örtüşürse seyirci bir gönül bağı kurabilirdi. Öyle de oldu, bakın hepimiz müptelası olduk.
Kitap adaptasyonlarını kitaptan bağımsız değerlendiririm zira sahneye/ekrana/beyazperdeye yansıyan bambaşkadır. “Filmini izledim ama kitabı çok daha güzeldi” diye bir yorum yapar kitaptan uyarlanan filmleri izleyen çoğu seyirci. Masumlar Apartmanı da esinlendiği kitaptan hayli uzak bu anlamda.
GERÇEKTEN KOMİK Mİ?
Asıl soru şu, seyirci neden sürekli sıkıntı çeken, mutsuz ve dertli karakterleri izlemekten hoşlanır? Öyle ya, Ezgi Mola’nın büyük bir başarıyla canlandırdığı Safiye bezelyeleri tek tek dört defa yıkayacak da, güleceğiz diye değil herhalde. Son derece titiz bir annenin kızı olduğumdan, bana hiç komik gelmiyor mesela, her odada ayrı terlik giyilmesi, sokak kıyafetiyle mutfağa girilmemesi, Safiye’nin temizlik bahanesiyle herkesi aşağılaması.
Acınacak durumlara mı gülüyoruz o halde? Belki de.
Kendimize gülüyoruz, ağlanacak halimize. Geçmişten gelen ve çözemediğimiz türlü acıyla mı yaşıyoruz da, dizideki karakterlerin dertleri sırtımızdaki kamburla benzer özellikler taşıyor? Sanırım herkesin ana babasından miras, onlara da kendi atalarından hediye, bedenlerin kaldırabildiği ama ruhların iki büklüm kalarak ezildiği DNA’larla bugüne taşınan yaralarımız var.
GERİLİMİN DİK ALASI
Dizi sektörü çok geç kaldı bizim seyirciyi psikolojik gerilimle tanıştırmak için, diyeceksiniz ki Masumlar Apartmanı gerilim değil ki! Demeyin, bana göre pekala gerilim, Gülben’in karşılıksız aşkı uğruna ağlaması, altını ıslatması, çaresizlikleri, Han’ın sebebi daha tam olarak ortaya çıkmayan öfke patlamaları, çöp karıştırma manyaklığı, hepsi ciddi gerilim yaratıyor bende. Kimsenin on dakikadan fazla, on dakika bile çok, beş diyelim; mutlu olmadığı bir hikaye, “Ay ne tatlı bir mahalle dizisi” olarak değerlendirilecek değil herhalde.
Safiye kadar derin acılar yaşamasa da bir kadın, ekranda izlediği hikayede kendini temize çekebilir mi? Aile travmalarıyla büyüyen onca insana, bakın beterin beteri var ama daha önemlisi her şeyin bir sebebi var diyor yazar da yönetmen de.
MUTLU OLSUNLAR VE DİZİ BİTSİN
Seyirci şu konuda hemfikir, Safiye kendisiyle yüzleşsin, annesi olmaktan çıksın, kabullensin, affetsin annesini, annesinin de benzer şeyler yaşamış olabileceğini anlasın, kendi olabilsin, kendisini sevsin ve tüm bunları elleri çamaşır suyundan parçalanarak defalarca halı silmeye yeğlesin…
Kaç sezon daha var önümüzde bilmiyorum ama acılar içindeki karakterleri keyifle (ne tuhaf değil mi acıları keyifle izlemek lafı) izlediğimiz dizi bir an önce bitsin, Safiye Naci’yle evlesin, Gülben bir daha ağlamasın, Neriman üniversiteyi kazansın, Han, İnci’yle kendi evlerine taşınsın, kısaca tüm karakterler mutlu olsun istiyorum. Eh o zaman da sulu zırtlak aşk dizileri ve entrikanın dibine vurmuş birbirinin aynı dizilere kalacağız.
Yok, vazgeçtim galiba, en iyisi dizideki oyuncuların büyük başarısının tadını çıkartmaya devam etmek. Kaç Ezgi Molamız var ki sektörde…
FİLTRESİZ…
* Kostüm sorumlularına sesleniyorum. Dizilerde filmlerde rol alan bebekleri neden öyle giydiriyorsunuz? Hele de kız bebekleri. Kız bebekleri illa süs bebeği gibi giydirmek zorunda değilsiniz. Kafalarına o kurdeleli bantları takmayın, normal bebek kıyafetleri giydirin. O ne öyle, vasatlıktan yıkılıyorsunuz, çevremde hiçbir ailede kızını öyle giydiren görmedim, eğer çok özel bir davete katılacaksa, toplantısı varsa bebeğin bilemem!
* Bir de en büyüğünden en küçüğüne, tüm kadınlara aynı saç ve makyaj yapılmaz! Kadın 7/24 fönlü saçla gezmez, yataktan fondötenle kalkmaz. Neden gerçeklikten bu kadar uzak bazı yapımlar anlamak güç. Ancak büyüleyici bir atmosfer yakalanırsa seyirci gitmez, kalır diye mi düşünüyorlar ki? Maşa maşa maşa! Düz uzun saç ve maşa! Senaryoda mı var acaba, senarist şöyle mi yazıyor; genç kadın maşalattığı saçlarıyla sabah erkenden uyanır ve çay demlemek için mutfağa gider. Saçlarını az önce maşalatan annesi içerden seslenir, “Kız, sobayı yaktın mı?”…