‘Masumiyet çirkinliğimizle yüzleştiğimiz andır'

‘Geçmiş’ filminde bir fotoğraftaki masumiyeti arayan oyuncu Bülent Emin Yarar’a göre hepimiz masumiyetin peşine düşmeliyiz.

Ceren Çıplak

Bir fotoğraf sanatçısı yıllar önce çektiği fotoğraftaki kadının masumiyetini aramaya başlar “Geçmiş” filminde... Filmde bu içsel yolculuğu yapan Bülent Emin Yarar ile Kuzguncuk’taki Çınaraltı kahvesinde buluştuk ve masumiyet üzerinden sohbete koyulduk. Tiyatro ve sinema oyuncusu Bülent Emin Yarar’ın rol aldığı Çağdaş Çağrı imzalı “Geçmiş” (Past) filmi gösterime girdi.

Neden masumiyeti başkalarında ararız?

Masumiyet hepimizde bir kırıntı da olsa var. Ve o bir sığınma yeri sanki, dolayısıyla hepimizin aradığı şey kendi içimizdeki masumiyeti çıkarabilmek. Filmde de masumiyet var. Filmdeki fotoğraf sanatçısının aradığı o masumiyeti elde edebilmesi için kendinde de masumiyetin olması gerekliliği var. Reha Erdem de mesela bütün filmlerinde masumiyetin peşindedir. Onunla üç kez çalıştım. Sanırım masumiyet 7’den 70’e hepimizin peşine düşmesi gereken kavram.

Neden?

Çünkü insanın çok önemli bir boşluğunu masumiyet dolduruyor.

Kendi hikâyelerinle yüzleşmen gerek

Sizin masumiyet tanımınız nedir?

Masumiyet kendimizle yüzleşebildiğimiz anlardır. Bir tiyatro oyunu neden sahnelenir? Ya da bir sinema filmi neden çekilir? Çünkü onu yazarak hayata geçiren kişi aslında kendisiyle yüzleşmeye başlamıştır. İlk önce kendi hikâyelerinle yüzleştiğin zaman ortaya yalın ve çarpıcı bir şey çıkıyor.

Film boyunca kendinizle, masumiyetinizle yüzleşmeleriniz oldu mu?

Evet. Çirkinliklerimizle yüzleştiğimiz anlardır masumiyet. Zaten iyi sanatçılar da bunun üzerine gidiyor. Hatta bana bu yüzden iyi sanatçı olunuyor gibi geliyor. O zaman kadın-erkek kavramı da kendiliğinden yok olmaya başlıyor ve insan olmak öne çıkıyor.

Entelektüel olmak ‘biliyorum’ dememektir

Filmdeki fotoğraf sanatçısı Pulitzer ödüllü!

Aslında bu ödülle karaktere vurgu yapılıyor. Bir ödül haberi alıyor ama o ödül ne olursa olsun hiç umrunda değil! Bazen kavramlar beni çok yoruyor. Tiyatroda da böyle oluyor; dramaturji yapmak! Böyle yapınca sanki onun altında ezilecekmişim gibi oluyor. O yüzden bu karakter şunu yapar mı, bunu yapar mı diye çok sorgulamıyorum. Çünkü oyuncunun kafası çok rahat karışır. Ben önümdeki var olan anları yaşatmaya çalıştım bugüne kadar. Bu filmde de benim için bir sürü fotoğraf karesi var. Bir sürü dolu an yaşadım. Çünkü filme tek başıma başlıyorum, çizgisi hiç oynamıyor adamın, durağan bir durum.. Hep öğrencilerimle paylaşırım; eğer anları kavramadan öbür ana geçerseniz, öbür an da an olmaktan çıkar! Biz bir enstrüman gibiyiz, bütün notaların hakkını vermek zorundayız, bütün kelimelerin, bütün anların, bütün bakışların...

Hayata bakışınız böyle mi?

Hayatın kendisi böyle, ama bu, sinemaya ya da tiyatroya dönüştüğünde hayattan vazgeçmemek gerek.

Filmin ana çerçevesine baktığımız zaman bir aydın bunalımı profili var.

Aydın bunalımı diye bir bunalım muhakkak vardır. Aslında entelektüel olmak çok zor, herkesin harcı olmayan bir şey. Bir defa entelektüel olmanın ilk gerekliliği, “ben biliyorum” dememektir. Bizde entelektüel denince çok bilen gelir akla, halbuki entelektüel sadece bakar; bildiklerine katması gerekenler vardır ve hâlâ onun için çabalar. Ben köye gidiyorum ve oradaki pek çok kimse İstanbulluları sevmiyor. Çünkü onlara “Bu böyle olmaz, böyle olur” gibi akıl vermeye çalışıyorlar. Bir bıraksalar aslında kendilerini, orada da bilge adamların, bilge kadınların, bilge insanların olduğunu görecekler. Filmdeki karakter de hâlâ merak eden, belki anlayamayan, çözememiş, kafasında çözülmemiş bir sürü hikâyesi olan bir adam.

Sürekli anı yaşamak mümkün değil  

‘Geçmiş’in peşinden gider misiniz?

Geçmişe bakmamak çok zor, ama geçmişle yaşamak kötü bir şeymiş gibi geliyor bana. Geç mişte kalmak... Ama ben geçmişte kalmayanlardanım. Hani çok konuşulan bir şey vardır, anı yaşamak! Anı yaşamak ve sürekli keyif almak zorunda değiliz ki zaten hayattan sürekli keyif almak mümkün değil. Hayat böyle bir şey değil.

Sanat filmi olmanın bir şartı mıdır ağır tempo?

İstanbul’da herkes harıl harıl koşturuyor. WhatsApp’tan mesajlar geliyor sürekli... Ee tabii istiyorlar ki seyrettikleri film de öyle olsun. Bir an önce bitsin de eğlenelim. Zaman zaman filmi izlerken bile herkes cep telefonunu çıkarabiliyor. Bu duruma söylenecek pek bir şey yok, ne diyeyim ki... Demek ki hayat böyle devam edecek. Ama biz de ‘hayat bu’ diye ağır tempo ilerleyen film yapmama kararı alamayız. Sanat kimsenin uzanamayacağı, kimsenin anlamayacağı bir şey değil. Bazen sanatla ilgili abartılar duyuyoruz, korkular saçıyoruz ve kimse bulaşmıyor sanata. Sanki korkunç bir şeymiş gibi. Halbuki sanata bulaşan da çıkamıyor içinden. Birçok insan yüzleşmekten kaçar, -mış gibi yapar.

‘Sahnede ‘mış gibi’ yapmam’ ,

Siz -mış gibi yapar mısınız?

Yaşamın içinde -mış gibi yaptığım zamanlar oluyor ama sahnede hiç sevmediğim bir şey. “Geçmiş” filmini çekerken de öyle anlarımız oldu, gözümün dolduğu an... Aslında gözünün dolduğu an ruhunun dolduğu andır. Ya da güldüğün an yine ruhundan çıkan bir gülüştür. Samimiyet böyle şeydir. Ben bunu her seferinde yapabiliyorum, her oyunda. Sahnede o an -mış gibi yapmam her seferinde dinlerim karşımdaki oyuncuyu. Ya da tek başımaysam o anın içine yoğunlaşırım. Yoğunlaşmaktan kastım kendini kaybetmek değil. Konsantrasyon kendini kaybetmek değildir. Orada bir kamera olduğunu bilirsiniz, arkasında asistanlar gezer. Siz de o ana yoğunlaşmaya çalışırsınız, o anı var etmeye çalışırsınız. 

Miting meydanlarında bağırmakla bir şey olmaz

Türkiye gündemi içinde ruh haliniz?

Film gibi geçmişe dönüyorum. Bu kadar mı hiçbir şey değişmez. Olan bitenler bu kadar mı aynı kalır. Hâlâ miting meydanlarında bağırıyorlar. Bağırmakla bir şey olmaz. Bence daha sakin olmak gerekiyor Türkiye için. Bu ülkenin kendi insanı zaten sakin değil, onu telaşlandırmaya kimsenin hakkı yok. İnsanı daha da vahşileştirmeye çalışmamak lazım ama nedense politikacılar genel anlamda böyle bir yöntem belirlemişler. Bunu hiçbir şekilde anlamıyorum.

Hem iktidar, hem muhalefet için mi söylüyorsunuz?

Evet. Biri daha çok bağırabiliyor ama bir şey değiştirmediklerini görüyorum. Kavga ederken nasıl karşı tarafı anlayabilirsin. Zaten genel hayatımızda böyle bir sorun var, kimse kimseyi dinlemiyor. Tiyatroda da böyle oluyor. Kötü oyun nasıl ortaya çıkıyor biliyor musunuz? Partneriniz var, partneriniz sizi dinlemiyor ve sadece ezberlediği lafı düşünüyor. O zaman o oyun bitti demektir. Genel hayatımızda da politik hayatta da aynı şey geçerli. Kimse kimseyi dinlemeyip kendi bildiğini okuyor. Umarım bir gün dinleyecekler, çok geç olmaması gerekiyor bunun. Geç kalırsak insanlar daha da çirkinleşebilir. Bir insana küçücük bile olsa güç verdiğin zaman ezmeye başlıyor, ezerek gidiyor.

 

ROL ÜZERİNE ÇOK DÜŞÜNMEMEK LAZIM

Bir role çok kafa patlatmamak mı lazım?

Çok düşünmemek lazım. Düşündüğün zaman filozof oluyorsun, o başka bir branş! Işıl Kasapoğlu bana “Konuşma, yap” derdi. Yapacaksın ve karşı tarafı da ikna edeceksin yaptığın şeyle. Yeşilçam’da iyi yönetmenler hep yüz ararlardı. Mesela Devlet Tiyatrosu sanatçılarıyla çok az çalışırlardı, genelde onların sesinden faydalanırlardı. Neden? Hem çok düşündükleri için hem de masumiyetleri azaldığı için. Mesela, Kadir İnanır’ın eski filmlerindeki yüzünden bir enerji çıkar, masumiyet vardır. Bu güzellik kaş göz güzelliği değildir. Ruhunun yüzüne yansımasıdır. “Bu karakter bunu yapar, bunu yapmaz” diye uzun uzun düşünmek yerine var olan cümleleri, anları kendimde ararım. O zaman kolaylaşıyor zaten, hiçbir şey yapmanıza gerek kalmıyor. Bir de bu coğrafyaya bakıyorum, coğrafyamızın insanı hâlâ bağırabiliyor, hâlâ gülüyor. Bunlardan da yararlanıyorum. Bizim zenginliğimizden faydalanıyorum. Mesela deliyi de biz deli gibi oynamayız. Bazen “deli”lere bilge de diyorlar. Tunceli’de onlardan biriyle balık tutarken tanıştım. Hayatta da seviyorum anda olmayı. Balık tutmayı seviyorum.

Bence herkes aynı

Hayatta da ağır tempolu şeyleri mi seviyorsunuz?

Balık tutmak ağır tempolu değil ki, sessizlik... İçi dolu bir bekleyiş ama boş bir bekleyiş değil. Tempom değişir, her zaman ağır değilim. Her insanın değişir, hiç kimseden farklı değilim hatta bence herkes aynı.