Martin Eden

Jack London, Matin Eden romanını yazdığında ülkesi Amerika'nın 1800'lü yıllarındaki kapitalizm gerçeğinin en acıtıcı biçimiyle halkı ziyana uğrattığı buhranlı yıllardır.

cumhuriyet.com.tr

Öyle ki toplumsal yapıdaki adaletsizlik ve hak paylaşımından nasibini alamamışlık, ülkedeki yoksul insanların sayısının gün geçtikçe artmasına neden oluşturarak, sınıfsal bilinçten yoksun ve çelişkilerle dolu bir toplum yapısında, ezilenlerin dramlarına gün geçtikçe daha da fazla sahne olmuştur. Yazarın yoksul sayılabilecek çocukluk öyküsüne baktığımızda çok genç yaşlardan itibaren çalıştığını ve denizciliğe gönül verdiğini görüyoruz. Bir gemide tayfa olarak çalışmaya başlayan London, gemilerde çalıştığı zamanın ruhundaki yazma tutkusunu körüklediğinin farkındaydı ve durmaksızın öyküler üretiyordu. Tam da bu sırada yazdığı öykülerden oluşan dosyasıyla ilk edebiyat ödülünün de sahibi oldu.

London için yazmak ve yazmak üzerine kurulu bir hayatın artık ayak seslerini duymak çok yakındı. Yazarak var olmak, yaşamını tamamen ele geçirmiş olmalıdır ki bir gün yine bu tür gündelik işlerden birinde çalışırken verdiği bir kararla üniversite eğitimi almak için başvuruda bulundu ve başarılı olup eğitimine başladı. Zaten sonrasında ülkedeki sıkıntılar ve yazarın artık iyiden iyiye netleşmiş olan siyasi fikirleri birtakım yayınlarda sosyalist görüşleriyle tanınmasına fırsat verdi. Elbette bu ülkesindeki muhafazakâr birçok isim ve eğitmen tarafından pek de hoş karşılanmadı ve eğitimini büyük bir oranda bu baskılar nedeniyle yarıda bırakarak yaşamına devam etmeyi denedi. Ailesinin yanına dönüşü, hastalık süreci, ekonomik zorluklar ve diğer olumsuzlukların arasında yazmaya devam etti ve yazılar yayımladı. Martin Eden’i bir yelkenlide çıktığı dünya turu sırasında yazan London yine denize olan tutkusunu,  hayatının en önemli karakterlerinden biri olan Martin Eden’in yaratılışı için son bir kez daha kullanmış oldu. Çünkü devam eden yıllarda yazdığı önemli eserlerin ardından düştüğü bunalım sonucunda hayatına son vermeyi tercih ederek veda etti…

Martin Eden’in bir karakter olarak dünya edebiyatında bu denli kabul edilmiş olması çok temel bir çelişkinin bu kadar detaylı ve derin işlenmiş olmasıyla mümkün olmuştur. Sayısız kez işlenmiş ve klişe haline dönüşmüş bir hikâyenin bu kadar başarıyla işlenmiş olmasının asıl nedeni ardındaki güçlü düşünceler ve gözlemlerdir. Amerika’nın 1800’lü yıllarında yoksul ve eğitiminden nasibini alamamış bir denizciyle, zengin bir ailenin üniversite öğrencisi kızına hayranlık duygusuyla başlayan aşkını anlatmaktadır. Tabi burada salt bir aşktan ziyade yoksul denizci Martin’in zengin ve bilgi sahibi gördüğü ulaşılmaz Ruth’a bir ışık yılı uzaklığında gördüğü mesafesini sadece zengin olarak ve yazarak kapatmasının belki de mümkün olabileceği düşüncesiyle kendisini eğitmeye başlaması hırsı olarak karşımıza çıkar. Farklı sınıflardan olduklarını düşündüğü ama bu adaletsizliğin kapanmasının tek yolunun bilgiden geçtiğine inanışı, sancılı iç konuşmaları, küçük gördüğü ve geliştirmek için emek harcadığı insani zaafları Martin karakterinin roman boyunca adeta gelişmesini sayfa sayfa okuyucuya deneyimleme şansı tanımaktadır. Dönüşmek ve kendisini gerçekleştirmek olgusu Martin Eden’i gerçek bir roman kahramanı haline getirirken, kişinin amacı ne olursa olsun varmak isteyeceği yerde her koşulda bunu bilginin gücüyle gerçekleştirebileceği savı vardır. Marx ve Nietzche okumaya başlayan, kitapların arasında bütün vaktini geçiren bu yoksul denizci Martin, sınıf atlamanın en anlamlı simgelerinden biri haline gelmiştir. Parayı getirecek olan şeyin kültür ve bilgi olduğu düşüncesi, bunun sadece para ve konum için yapıldığı hırs dolu ereği bile neredeyse masum kılmayı başarmaktadır. Hem denizciliğe devam edip hem de edebi metinler üretmeye başlayan Martin’e dergilerin ve editörlerin yaklaşımı hiç de olumlu değildir. Ancak bu yol uzun ve zorlu bir yoldur. Hiç bıkmadan yazmaya devam etmek onun asıl amacıdır. Sonunda bir yazar olarak kendisini bu çevreye kabul ettirmiş olması, emek harcadığı ve yüreklice gelişme gösterdiği bu alanda sonuç olarak kendisinden memnun olmamasını beraberinde getirecektir. Bilgiyi ve kültürü elde ederek kaybettikleri üzerine düşünmeye başlayan Martin için edebiyat amaçtan çok bir araç haline gelmiştir. Burada çok ciddi bir burjuva eleştirisi, yapmacıklık ve değerler erozyonu vardır. Bir zamanlar kendisini kabul etmeyen ve beğenmeyen topluluklara ve insanlara karşı, gücü ve parayı elde ettikten sonra öfke ve tiksinti duygusu Martin’in kendisinden bile şüpheye düşmesine neden olmaktadır. Martin Eden için Ruth’u idealize edişi, aşk olarak anlamlandırdığı duygunun ve ait olmayı tutku derecesinde istediği o resmin kendi düşünden başka bir şey olmadığını fark edişiyle şiddetini kaybedecektir. Gerçek olan, kendi emeğiyle pekala yaratabileceği ve kendi insiyatifiyle vazgeçebileceği kocaman bir yalanın parçası olmak istemediği fikridir.

Adaletsizliğin hüküm sürdüğü toplumlarda bireylerin patlama ve adeta birer hırsa ve hınca dönüşerek çoğalan sınıf atlama çabaları görülür. Tıpkı Martin Eden karakterinde olduğu gibi, sahip olma dürtüsünün insanı gerçek bir insan yapan formüllerin en önemlilerini görme konusunda çok uzun zamanı gereksindikleri bir korkunç rekabet duygusunu kışkırttığı gerçeği vardır. Tabi gerçekten Martin Eden kadar şanslıysanız! Jack London’un Martin Eden romanı bence kişinin yaşamında muhtelif zamanlarda okuması gereken romanlardan biridir çünkü bugün içinde yaşadığımız koşullarla sağlam bir biçimde benzerlik göstermeye devam ediyor. Bugünün edebiyat ilişkilerinde, toplumsal bağlarında ve bugünün çelişkilerinde kendisini hala göstermeye devam eden çok ince ayrıntıları Martin Eden romanında görebiliyorsunuz. Hele ki bizim gibi toplumlarda ödüllerin, seremonilerin, isimlerin ve olguların korkunç biçimde ilişkiler ağıyla şekillendiği ortamlarında kenarda kıyıda şekillenmeye çalışan nice Martin Eden’ler vardır. Martin Eden yazmayı başarmış bir kahramandır ve kendi zaaflarının farkına varabilmiştir. Keşke gerçek hayat, bu tür roman kahramanlarının gerçeği alaşağı edişi kadar gerçek ve farkına varabilmiş ve karakter olmayı gerçek hayatın içinde başarabilmiş bireylere daha da çok olanak verebilse…