Marilyn Monroe'nun ardında bıraktığı notlar kitaplaştı...
Marilyn Monroe ölümünün üstünden yarım yüzyıldan fazla geçmesine rağmen hâlâ dünyanın en güzel kadını. Eğer 20. yüzyıl fotoğraflanacak olsa onu anlatmaya Monroe'nun bir karesi de yeter! Çok mu iddialı? Değil. Ardında bıraktığı notlar da bunun bir göstergesi...
Ali Deniz Uslu / CumhuriyetZehiri panzehirden ayıran dozudur ama şöhretin dozunu kimse ayarlayamaz, şöhret doğası gereği zehirlidir. Marilyn Monroe da dünyadan elini eteğini çekeli yarım yüzyıldan fazla oldu. Hala dünyanın en güzeli kadını olmasının nedeni tartışılır. Ama şu an yaşasaydı 88 yaşında, şöhretin çürütüp kenara attığı ve sefalet içinde ölümü bekleyen eski bir Hollywood yıldızı olması muhtemeldi. Çünkü Amerikan rüyası ölümlerden beslenir, ayık kafayla da göreni yoktur. Efsanelerin temelleri genç yıldızların ölümleri üzerine kurulur. Bu gökdelenlerde yapımcılar, reklamcılar ve şöhret simsarları yaşar. Tabii moda ve müzik bundan beslenir. Sanatın her dalı uzun zaman aç kalmış bir vampir gibi kanının son damlasına kadar şöhretin beden bulmuş halini tüketir. Gerçek böyle olsa da 20. yüzyıl fotoğraflanacak olsa onu anlatmaya Monroe'nun bir karesi yeter! Çok mu iddialı? Değil. Dünyanın sonu ne zaman gelir bilinmez ama o sona dek Monroe en büyük yaşayan ölü olarak kalacak, bu kaçınılmaz. Şimdi de “Marilyn Monroe: Notlar”, Artemis Yayınları'dan yayımlandı. Bu kitap Monroe'nun ruhunun neden ve nasıl öldüğünün bir biyografisi. Hatta ruhunun otopsisi. İşin güzel yanı, Monroe'nun defterlerine karaladığı, daktiloya aldığı ya da otel kağıtlarına sıkıştırdığı küçük notlardan oluşmuş. İlk sayfalardan kanınıza giriyor kitap. Ama önce okumaya hazır olun, çünkü Monore'nun o unutulmaz gülümsemesinin altında yatan cehennemin kapıları bu mısralarla açılıyor. “İyi bir insanım ama melek değilim. Günah işliyorum ama şeytan değilim. Ben bu koca dünyada sevecek birini arayan küçük bir kızım sadece.” Nasıl? İnsanlar karanlık yaratıklardır, bunu yalnızca gizlerler.
“BÜTÜN IŞILTISINA RAĞMEN ETRAFI KARANLIKLA ÇEVRİLİYDİ”
Monroe'nun üçüncü kocası Arthur Miller’ın dediği geliyor hemen aklıma; “Bütün ışıltısına rağmen etrafı karanlıkla çevriliydi”. Belki de Monreo tüm ışıltısına rağmen karanlığın kendisiydi. Hem kaçabilseydi çok hızlı uzaklaşırdı. Hayattan istediğinden fazlasını almış gibi görünsede hayat ondan hayatından fazlasını aldı. İşin trajik kısmı o bunun çok farkındaydı. Bunu da şifrelemeden söylüyordu notlarında, işte tam da buradaki gibi; “Sadece parçalarımız dokunacak/başkalarının parçalarına-insanın kendi gerçeği bu yalnızca-insanın kendi gerçeği-/Sadece başkasının bildiği, kabullendiği parçayı paylaşabiliyoruz.” Kimin aptal olduğu çok tartışılır. Ya da sarışınlara yüklenen aptallığın “gerçek” tarihine baktığımızda çok farklı gerçekler yüzümüze tokat gibi çarpabilir. Bu durumda “Kim daha aptal?” sorusunu kendinize sorun. Cevaplardan korkmayın. Monroe aptallığı bir kenara bırakın her şeyi biliyordu. Üstüne biçilen üniforma susturuyordu yalnızca. Bunu notlarına da düşmüştü; “Ben sadece insanların kendilerini kandırmalarına izin verdim. Gerçekte kim olduğumu öğrenmek zahmetine katlanmadılar. Tam tersi benim için bir karakter yarattılar. Ben de onlarla tartışmadım. Belli ki benim gerçekte olmadığım birini seviyorlardı fakat bir gün bu gerçek ortaya çıkınca beni onları yanıltmakla, hatta kandırmakla suçlayacaklar.” Hastalığın teşhisini koymuştu, hızla yayılıyordu ama tedavisini bilmiyordu, hiç bulamayacaktı. Şimdi biz de bilmiyoruz. Ve bu amansız hastalık hızla yayılıyor. Çağımızın vebası işte bu, insanları görmek istediğimiz gibi sanmak, sonra da bunu onlara bir sorumluluk gibi yüklemek. Daha da ileri gidip, sırf istediğimiz kişi olamadıkları için onları suçlamak! Monroe bu yüzden yorgun ve bıkkındı. Tahammül eşiğini kırmış, akıntıya karşı yüzmekten usanmıştı. Kendi akıntıya bıraktı... “Bazen insanlara gerçekten katlanamıyorum/Biliyorum onların da kendi dertleri var-tıpkı benim olduğu gibi-ama bunu için çok yorgunum/ Anlamaya çalışmak, özür dilemek, belirli şeyleri görmek-bunlar beni sadece bıktırıyor”
“HAYATIN YAKLAŞTIĞINI HİSSEDİYORUM TEK İSTEDİĞİM ÖLMEKKEN”
Monroe kadar bilinmeyen bir “aptal sarışın” daha var. Onu da şöhret öldürdü, onun bir artısı anarşist olmasıydı. Frances Farmer ismi, belki duymadınız. Çünkü o bir anti kahramandı. Monroe ile benzer bir kaderi daha sert yaşamıştı. Ezberleri bozduğu, Marksist görüşe tutkuyla inandığı ve kadın haklarını savunduğu için gizli servisin bile takibe aldığı Farmer, Hollywood'un en tepesine çıkacağını tahmin etmemişti. Bir araştırın, düşündüğünüzden fazlasını bulacaksınız onda. Farmer henüz 17 yaşında yazdığı “God Dies”da “Tanrı’nın öldüğünü” yazmıştı. Hem dine, hem edebe hem de sisteme baş kaldırdığı için de başı kısa sürede ezildi. Son sözü de yine o söyledi; “Benim için bir Tanrı var ama Tanrı için ben hiç yoktum”. Monroe da pek çok kez son söz söyledi ama kimse buna aldırış etmedi. “İmdat imdat/imdat/Hayatın yaklaştığını hissediyorum-tek istediğim-ölmekken” gibi... Ama Marilyn'in de anarşist tavrının hakkını yemeyelim. Pek çok yıldızın cesaret edemeyeceği şeyler yaptı! Robert Arthur Miller ile evlilikleri döneminde ABD'de büyük bir anti-komünist hareket yaşanıyordu. Carthy'nin, “anti-komünist temizlik önlemleri” birçok sinema ve tiyatro oyuncusunun hayatını kararttı. Pek çoğu tasfiye edildi. Hatta Gary Cooper, Tyrone Power ve Alan Ladd, “solculuktan” tutuklandı. Buster Crabbe de esrarengiz bir cinayete kurban gitti! Miller da bundan payına düşeni aldı. Marilyn ise bütün anti-komünist baskılara rağmen, 1960'da “Yazarlar Birliği” ve “Oyuncular Birliği” örgütünün Hollywood'da yaptığı greve katıldı, en öndeydi!
DÜNYANIN SEKİZİCİNCİ HARİKASI MONROE
Monreo intihar mı etti, öldürüldü mü yoksa? Ölümü kendi seçmesi olası, komplo teorileri ise işin magazin yanı. “Kendimizi öldürmek bize ait bir ayrıcalıktır” diyen Monroe zaten defalarca intihara teşebbüs etmişti. Öldüğünde 36 yaşındaydı. Her halükarda onu sistem ve hayat öldürmüştü. Yatak odasındaydı, elinden telefon sarkıyordu. Genç ölen yıldızların öte alemine gitti. Onun gibi ya da “onun” ta kendisi olmak isteyenler çoktu. Monroe ise hep Jean Harlow olmayı hayat etti. Belki de ilk “aptal sarışın” oydu. Genç yaşta böbrek yetmezliğinden ölüp geride “hayranlık” bırakmıştı. Monroe da onun gibi genç öleceğini düşünmüştü muhtemelen. Hayatına giren, ruhunu enkaza çeviren erkekler de onun kaderiyle benzerdi. Hatta Harlow'ın son anlarında sevgilisi William Powell, “her yıl mezarına çiçek götüreceğine söz vermişti”. Trajik! Kimine göre de romantik. Ama Monroe'nun da istediği buydu. Ölmeden önce yeniden evlenmeye karar verdiği ikinci kocası ünlü beyzbol oyuncusu Joe Dimaggio'da ölene kadar her yıl onun mezarına çiçek bırakmayı ihmal etmedi. Cenazesinde de ünlü oyuncu Groucho Marx, Marilyn Monroe için, "O, dünyanın sekizinci harikasıydı” diyecekti.
KATİL HÂLÂ ARAMIZDA
Norma Jeane... Tuhaf geldi değil mi? Bu onun gerçek adı. Belki hiç duymayanlarınız vardır. Neon ışıklarına yazılanlarla kimlik kartları genelde farklıdır. Neondakiler ölmez, kimliktekiler toprak altında kalır. Monroe, Janis Japlin, Jimi Hendrix, Jim Morrison, James Dean ve Kurt Cobain gibi genç ölenlerin cennetinde, ya cehenneminde. Yarattığı depremin artçıları daha pek çoğumuzu sarsacak. Madonna bile Monroe taklidi yaparak Marilyn'in ölümünden 30 yıl sonra, 9O'lı yıllann başında şöhrete taşıdı kendini. Playboy kızı Anna Nicole Smith de tüm servetini ona benzemesine borçlu değil mi? Bu liste uzar gider. Yeni kuşağın 1955 yapımı “The Seven Year Itch-Yaz Bekân”ndaki hafızalara kazınan havalandırma sahnesini keşfedip tekrar tekrar izlemesi de bunun kanıtı. Bu arada Monroe’nun ölümü için büyük komplo teorileri var. Bunların biri ve de en bilineni J. F. Kennedy ilişkisi. Marilyn Monroe’yu Kim Öldürdü? (Who Killed Marilyn Monroe?) kitabının yazarı Tony Sciacca'nın iddiası en güçlü olanı daha doğrusu mezar soyguncuları için en çekici olanı. Monroe’nun J. F. Kennedy ilişkisi yüzünden çıkabilecek skandalı engellemek için CIA tarafından öldürüldüğünü söylüyor. Tabii buna bir de antitez var! “Bir Cinayetin Soruşturması”nın yazarı Donald Wolfe de Monroe'nun büyük bir skandal çıkmasını isteyen sağcılar tarafından öldürdüğünü düşünüyor. Yok canım demeyin! Fidel Castro taraftarlarının intikam almak için böyle bir şey düzenlediğini iddia edenler de hiç az değil. Biraz da şeytanın avukatlığını yapalım. Monroe Doktrini? Hiç duydunuz mu ? İşin aslı şöyle; ABD Başkanı James Monroe (1758-1831), 2 Aralık 1823'te, ABD'nin çıkarlarını korumak amacıyla, “Monroe Doktirini”ni yayımladı. Bu bir bildiri, manifesto ABD emperyalizminin uluslararası çıkarlarına uygun nelerin yapılması gerektiğine dair ilk düzenlemeleri barındırıyor. Marilyn Monroe'nun da anne tarafından ABD Başkanı James Monroe ile akrabalığı olduğu iddia ediliyor. Bu acayip teorilerden daha çok ekmek yenir orası kesin.
Elbette intihar için çok net deliller yok, komplo teorileri içinse epey malzeme var. Hem otopsinin sağlıklı olmaması ve pek çok ayrıntının flulaşması da buna tuz biber ekiyor. Ha, bana sorarsanız ortada bir cinayet var! Ama komplo teorilerinden farklı olarak bunu çılgın kalabalıkların, medyanın ve şöhretin işlediği bir cinayet. Başka söze ne hacet! Katil hâlâ aramızda. Ve seri şekilde can almaya devam ediyor...
Marilyn Monroe Notlar/ Stanley Buchtal, Bernard Comment/ Çeviren: Beril T. Uğur/ Artemis Yyaınları/ 270 s.