Mahir Ünsal Eriş'in romanı: "Dünya Bu Kadar"
Mahir Ünsal Eriş ilk romanıyla karşımızda: "Dünya Bu Kadar". Eriş'in, öykülerinde soluduğumuz hava, romanına da sinmiş ve ortaya hisleri samimiyetten, kendisi tesadüflerden, ruhunu da yaşamın kendisinden alan bir roman çıkmış.
Eray Ak/Cumhuriyet Kitap EkiSait Faik Hikâye Armağanı sahibi Mahir Ünsal Eriş'in öyküleri; içlerinde anımsı-acımsı tatlar barındıran, yüzümüzü çok yakından bildiğimiz bir geçmişe baktırıp "güzel şeyler" anımsatan, bazen de eğlendiren öykülerdi. Eriş şimdi ilk romanıyla karşımızda: "Dünya Bu Kadar". Eriş'in, öykülerinde soluduğumuz hava, romanına da sinmiş ve ortaya hisleri samimiyetten, kendisi tesadüflerden, ruhunu da yaşamın kendisinden alan bir roman çıkmış.
Hikâye tesadüfleri sever
Klişeler, aşırı maruz kalma durumunda can sıkıcı hale dönüşse bile yine de kullanmaktan geri duramayız çünkü çoğu zaman işe yararlar. Ayrıca bazen keyifli de olur klişe kullanmak çünkü anlatılmak isteneni tam olarak dile getirebilmesinin yanında, herkesin kafasında aynı imgeyi oluşturacağını bilmenin rahatlığını hissettirirler kullanana.
Sözün özü; zaman zaman "yine mi" dedirtseler de klişeler kurtarıcı olabilirler.
Her meselenin olduğu gibi kitap değerlendirmelerinin de klişeleri var elbette. Bunlardan biri de -belki en ünlüsü aynı zamanda- şüphesiz "ilmek ilmek dokunmuş" romanlar, hikâyeler, öyküler, şiirler...
Bu kullanımı okuduğumuzda anlarız ki karşımızda ince işçilikten doğmuş, ele aldığı konunun hakkını vermiş, dili ve duruşuyla ortaya bir karakter koymuş bir metinle karşı karşıyayız. Böyle durumlarda zaman zaman kelimelerden ve zekânın kıvrımlı yollarından yararlanarak varılmak istenen yolun etrafından dolaşılır, klişeden uzak durmak için türlü yollar aranır, farklı şeyler söylenmeye çalışılır ancak sonuçta varılan nokta aynı olur. O, metin illa ki "ilmek ilmek" dokunur. Ve söylenmek istenen de söylenir... Çünkü gerçekten öyledir; ilmek ilmek dokunmuştur ve kullandığımız bu söz dizisi birçok kelimenin ağırlınca yükü da sırtlamış olur.
An geldiğinde üzerine düşündüğüm bu konu, Mahir Ünsal Eriş'in ilk romanı Dünya Bu Kadar'ı okurken yine aklıma takıldı. Çünkü farklı kelimelerle ne kadar anlatılmaya çalışılsa da sözün dönüp dolaşıp takılacağı nokta "ilmek ilmek dokunmuş" klişesi olacaktı kitap için söylenenlerde. Az önce de söylediğim gibi ele aldıklarının hakkını verenler için söylenebilir bu söz dizisi, ancak Eriş'in romanı bu klişe tabirin de tam anlamıyla hakkını veriyor, içini dolduruyordu.
ÖYKÜ ÖYKÜ AKAN HİKÂYE
Bunun birkaç nedeni var.
Öncelikli ve önemli nedeni ise Mahir Ünsal Eriş'in Dünya Bu Kadar'da kurduğu evrenin, onun öykü dünyasıyla sıkı sıkıya bağlantılı olması. Öykü uçlarının hiç de umulmayan yerlerden birbirlerine teyellenerek uzayıp gidip kocaman bir dünya yaratıyor bu ilk romanında Mahir Ünsal Eriş. Bilindiği gibi Eriş, Sait Faik Hikâye Armağanı sahibi Bangır Bangır Ferdi Çalıyordu Evde ve Olduğu Kadar Güzeldik adlı iki öykü kitabının da sahibi aynı zamanda. İlk romanında da başarılı öykücülüğünün getirilerini çok iyi ve dikkatle kullanıp, bunları roman evreninin içinde farklı bir biçimde tekrar var edebilmiş. Adeta öykü öykü akan hikâyede yazar; bu öykülerin hiçbirini boşa harcamayıp, dünyasına aldığı her karakterden yüksek faydada yararlanıp, romanın en son sayfasına kadar merak uçlarını metnin içine sala sala, bitirişte de "Hangi öyküyü neden anlattığımı şimdi anladınız mı?" diye sorar gibi hepsini tek bir noktada birleştirmiş.
Mahir Ünsal Eriş'in anlattığı hiçbir öykü yok yere değil ve dünya büyük, hem de çok büyük bir aile sadece onun kaleminde. Yoksa dünyanın kendisi küçük. Romanın adından da anlaşılacağı gibi "bu kadar" işte... Ama esas önemli olan olan yaşamlarımız, bedenlerimiz olmasa bile hikâyelerimiz bir yerde birbirimizi mutlaka bulur. Dünya Bu Kadar'ın esas var oluş fikri de işte tam olarak bu ve Mahir Ünsal Eriş, bu fikin içini tesadüflerin doğal seyriyle gelişen bir hikâyeyle doldurmuş.
Haliyle böylesi bir iç içelik "ilmek ilmek işlenmiş" sözünden başkasını getirmiyor akla.
Bir diğer önemli nedeni de yine yazarın öykü dünyasıyla ilintili olmakla birlikte farklı bir noktaya götürüyor bizi. Şöyle: Mahir Ünsal Eriş'in öykülerinde okurları ilk çeken bir anı örüntüsünün altından baş veren hikâye ve bunun, yazarın işçiliğiyle öyküye evrilme süreciydi. Bunun yanına her cümlesinden salkım salkım topladığımız samimiyeti de eklemek gerek tabii ki. Ancak her ne olursa hikâyesi olan metinlerdi Eriş'in kaleminden çıkanlar ve öykülerin dili de anlatılanlara paralel, bir hikâyecinin diliydi. Anımsı-acımsı tatlar barındıran, yüzümüzü çok yakından bildiğimiz bir geçmişe baktırıp "güzel şeyler" anımsatan, bazen de eğlendiren öykülerdi bunlar ve Mahir Ünsal Eriş, öykücü kimliğinden öte, kendi kimliğini de açmış gibiydi aynı zamanda.
Eriş'in, öykülerinde soluduğumuz bu hava, Dünya Bu Kadar'ın ruhuna da sinmiş ve ortaya hisleri samimiyetten, kendisi tesadüflerden, ruhunu da yaşamın kendisinden alan bir roman çıkmış.
"BİR İKİNDİ KAHVALTISI YAPACAKTIK"
Dünya Bu Kadar'da, yukarıda da bahsedilen tüm iç içelik aslında tek bir cümleyle başlayıp bitiryor: "Bir ikindi kahvaltısı yapacaktık." Bu cümleyle başlayıp bitmesinin yanında romanın iç içeliğini de tam olarak bu sağlıyor aslında. Mahir Ünsal Eriş, bir ânın, dar bir zamanın romanını yazmak istemiş Dünya Bu Kadar'da ve buradan yola çıkarak bu ikindi kahvaltısına gelmeyen Güneş'in ve ailesinin hikâyesini anlatarak işe başlamış. Anlatıcımız da o ikindi kahvaltısı sofrasında Güneş'i bekleyen arkadaşlarından biri adeta. Olayları ondan dinliyoruz ve o da her şeyin bitişinde işlerin, gidişlerin sırrına vakıf olmuş biri gibi. Aslında bizim gibi yani ama aktarıcımız ve anlatıcımız olarak bizden bir adım önde sadece.
Dünya Bu Kadar'da geri dönüş ve sıçramalarla ânı genişleterek ilerleyen kurgusu Güneş'in anne babası Turan Bey ve Mükerrem Hanım'dan Kore Savaşı yıllarına, Hasan Fehmi Bey'e; bir devrin meşhur furyası evlere ansiklopedi satan Korhan'la Fevziye'den bu ansiklopedileri basan Nuri'ye; Kaymakam Bey'in kızı Yeliz'den Şelhum Asteğmen'e, Figen'e, İhsan'a, Sadun Bey'e ve onlar paralelinde hikâyenin gidişatına dahil olan daha pek çok kahramana sahne açıyor.
Romanın ilk bölümünü okuyanlar, çekici bir karmaşanın içinde bulacaklar kendilerini. Şimdiden söylemekte yarar var. Karakterden karaktere geçen anlatım, yazarın ne yapmaya çalıştığına dair zihin yorma, yıllara yayılan geri dönüşler, bambaşka yerlerden bambaşka karakterler... Yazar bunları nasıl bir araya getirecek de bir roman bütünlüğü oluşturacak diye sorulmuyor da değil aslına bakılırsa.
Ama telaşa mahal yok.
Mahir Ünsal Eriş, düğümleri çöze çöze, mesafeleri ala ala ilk bölümde bir hikâyeler yığını gibi görünen bu kalabalığı, roman çatısı altında birleştirip sona erdiriyor. Hemen tüm hikâyelerin kesiştiği noktalar ise büyük Yalova depremi ve küçük bir hazine haritası... Eriş, romanın merkezine hikâyesi kendinden menkul bu ana izlekleri yerleştirerek etrafını bir öyküler duvarıyla sarıyor.
Bunların hepsi metinle okur arasında çok da tarif edilemeyecek bir ilişkinin doğmasına da neden oluyor aynı zamanda. Biraz çekişmeli, çokça da eğlenceli bir süreç bu ve hepsinden önemlisi, böyle bir romanın, öykü yazabilmenin verdiği yetkiye dayanarak yazılabileceğini kanıtlıyor bize.
erayak@cumhuriyet.com.tr
Dünya Bu Kadar/ Mahir Ünsal Eriş/ İletişim Yayınları/ 196 s.