Madanoğlu davası solun tasviyesi hesaplarının odağında
Cumhuriyet tarihinde ilk kez, üstelik dava açılırken ismi deşifre edilerek, üzerinden iddianame düzenlenerek, MİT’ten bir üst düzey görevli, Mahir Kaynak, ajan provokatör olarak kullanılmış oluyor. Ancak 1963 yılında suçlamalarla başlatılan, idamla yargılamalarda mahkûmiyetler için baştan yeterli görülmemiş olmalı ki, 1971 içinde toplu tutuklamalarda kullanılan bu iddianameyle, yargılama sürecine geçilmeden, tüm tutuklular için 1971 sonuna kadar tahliyeler geliyor. Yeni tutuklamalar, yeni işkencelerle, aydınlanmacılar ile örgütlenmeleri hedef alınanlara dönük yeni suç kanıtları yaratılmak isteniyor.
Şükran SonerYıllar süren yargılamalar, işkenceler, toplumsal baskılamalar için basamak yapılan, sonuçta elimizde basılı olan tek metin iddianame üzerinden yürürsek, “Sosyalist Paşa” başlığı altında hafife alınmaya çalışılan Madanoğlu kimliği üzerinden, yine Mahir Kaynak iddianame metnine, yıllar sonra açılan ana davada da sadık kalındığı gerçeği ile yüzleşiyoruz. Çok çıplak 1971 yılı sonuna kadar ilk tutuklama kararlarının kaldırılmasının ardından, 1972 yılı aralık ayında gerçekleştirilen ikinci tutuklamalar, Ziverbey işkence ve sorgulamalarıyla da hedeflenen sonuç operasyonlara ulaşılamadığı ortaya çıkıyor.
Ancak 8 Şubat 1973’te açılan dava, yeterli delilin olmadığı gerekçesi ile 1974’te beraat kararıyla bitirildi. Hukuken aklanmalar değerli olsa da, Madanoğlu davası üzerinden dönemin örgütlü toplumsal yapısında çok boyutlu açılmış yaralar ve yön değişimi sağlanmış akışları yok sayabilir miyiz? İddianamenin kurgulanmasının mantığı, seçilmiş sanıkları, 12 Mart öncesinin gelişmeleri ile bağlantılı toplumsal birikimleri hedef alan boyutları ile olupbitenleri çok sınırlı ölçeklerde de olsa değerlendirebilmek için, hiç değilse profesyonel gazeteciliğimin başladığı 1966 öncesinden, iddianamede sayılan sanıkların kimlikleri, etkinlikleri üzerinden öne çıkarılmış 1964-65 yıllarının gelişmeleri üzerinden de Cumhuriyet gazetesinin arşiv küpürlerinden yararlanmaya çalıştım.
Yerimizin el verebildiği ölçekler içinde 12 Mart Madanoğlu iddianamesi üzerinden hedef tahtasına alınmış, yaşamın her kesiminden aydınlanmacılar, örgütlere, liderlere ilişkin suçlamalardan kimi satırbaşları üzerinden, kimi anlamlı haber başlıklarını da aktarabilmek istedim..
MİLLİ PETROL KAMPANYALARI
Dönemin gündeminde öne çıkmış toplumsal tartışmalar içinde, yabancı petrol şirketlerinin ülkenin çıkarları aleyhine çalışmaları da çok geniş yer alıyordu. Milli petrol kampanyalarının gençlik örgütlenmelerinin, sol siyasetin, sendikaların ittifaklarında güç kazanması nedeniyle, siyaseten zorlanan Demirel, 17 Mayıs 1965 tarihinde “Kanunla verilmiş hakları, kanunsuz geri alamayı düşünemeyiz” açıklamasını yapmıştır.
29 Mayıs tarihli Cumhuriyet’in manşet haberinde ise petrol konusunda AP’nin yalnız kaldığı gerçeğinin altı çizilir. Mehmet Turgut, Meclis’te yabancı şirketleri savunan çıkışı nedeniyle öğrenci örgütlerinin protesto eylemlerine hedef olur. İlhan Selçuk, 26-29 Nisan, 15-18 Mayıs tarihlerinde arka arkaya yayımlanmış Pencere köşesinden, çeşitli veriler ve gerçeklerle “Petrol sömürgesi miyiz?” benzeri sorulara yanıtlar arar.
BAĞIMSIZLAR BİLDİRİSİ
Aydınlar arasında, sivil toplum örgütlenmeleri içinde günümüze kadar gelenek olarak uzanan ortak bildirilerin, galiba dönemin toplumsal birikimi, örgütlenme gücü ile en geniş kapsamlısı, en etkili, belki de ilk örneği ile 20 Eylül tarihli Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasında yüzleştim. Bildirinin özetini olabildiğince okunur olarak sizlerle fotokopi olarak paylaşmalıyım.
Devam sayfasında simge kimlikler, pek çoğu Madanoğlu davasının ünlü sanıkları da içlerinde, sol bağımsızlıkçı hareketlerin liderleri isimler yanında dönemin akla gelebilecek en simgesel bilim insanları, gazeteci yazarları da var. Sendika başkanlarını, simge sanatçıları atlamak olur mu? Nadir Nadi, Abdi İpekçi, Tarık Zafer Tunaya, Engin Cezar, Doğan Avcıoğlu, Ali Ulvi, İsmail Topkar, Sabri Tığlı, TMTF Başkanı, Doğan Kuban, Cavit Orhan Tütengil.. sayın sayabildiğiniz kadar.
Antiemperyalist manifesto içerikli ortak metin, gazetenin ikinci sayfasında ayrıca tam metin olarak yayımlanmış.. Partiler dışı vatandaşların bildirisi başlığı altında değerlendirilmiş. 24 Eylül tarihli Cumhuriyet’te TMGT ve TMTF’nin, yani ülkenin tüm yükseköğrenim gençliği ile işçi gençliğinin birlikte temsil edildikleri örgütler adına Cumhurbaşkanı Gürsel’le yapılmış, ülkenin bağımsızlığına ilişkin ilkelerden sapmalardan duyulan kaygıların paylaşıldığı görüşmenin fotoğraflı haberinde, Gürsel, öğrenci örgütleri konuklarını uğurlarken basına “Petrol millileştirilemez diyenler tecrübesizdir” açıklamasını yapıyor.
11 Kasım günlü Cumhuriyet’in birinci sayfasından hem Anıtkabir’deki Atatürk’ün anılması, hem de İnönü’nün ODTÜ’deki devrimler ve Atatürk’ü anlatan konferansı ortak haber içinde verilirken, TMTF, TİP’in aynı günün anlamı, özeline ilişkin açıklamaları da katılıyor. Bir anlamda bağımsızlıkçılar cephesinin gücünün paylaşılması gündeme taşınıyor. Öğrenci örgütleri yabancı petrol şirketlerinin savunulması anlamına gelen hükümet politikalarına karşı protesto eylemlerini kesintisiz sürdürürler. Enerji Bakanı’nı istifaya çağıran eylemleri dava konusu olur, yargılanırlar. Protesto eylemleri tarih süreçleriyle sertleşecek, daha çatışmacı yargılamalara konu olacaktır..
Örneğin 4.4.1968, Bakan Seyfi Öztürk’ün yuhalanması ile bağlantılı uluslararası öğrenci değişimi üst örgütü AIESEC’in genel kurul toplantısından sonra YÖN-DEVRİM dergilerinin de yöneticisi, Madanoğlu davasının önemli sanıklarından Raif Ertem, Deniz Gezmiş, Mustafa Gürkan, Bozkurt Nuhoğlu ile birlikte tutuklanacaklardır.
MADANOĞLU DAVASI YARGILAMASINDAN, YAŞAYAN HUKUKÇULARDAN, BUGÜNÜN PENCERESİNDEN, DAVANIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Ali Sirmen’e göre 12 Mart, döneminin en önemli olaylarından biri. İdamla yargılama beraatla biterken, biri olumsuz üç kahraman yaratıyor.
Ali Sirmen’in değerlendirmelerini bütünlüğünü bozmamak üzere okurla paylaşmalıyım: Gözaltı ve tutuklamaları 1971 Haziranı’nda ‘anayasayı tebdil, tağyir’ ve bu kanunla kurulmuş TBMM’yi ıskata cebren teşebüs” diye başlayıp müeyyidesi idam olan o zamanki TCK’nin 146/1. maddesiyle açılıp, tüm sanıkların beraatıyla sonuçlanan bu dava aslında TSK içindeki hesaplaşmanın da bir yansımasıydı.
Davanın üç kahramanı, lider olarak suçlanan, son derece mert ve ilginç kişiliğiyle saygı uyandırmış olan, ödünsüz tavrını tutukluluk ve dava sürecinde de hiç bozmamış olan emekli tümgeneral 27 Mayısçı Cemal Madanoğlu, Ziverbey işkencehanesinde, ünlü işkencecileri faka bastırmış olan İlhan Selçuk ve davanın ajan provokatörü olup MİT’in tarihinde ilk ve son kez kimliğini açığa çıkardığı Mahir Kaynak’tı.
MADANOĞLU’NUN ONURLU DİRENİŞİ
Cemal Madanoğlu tutukluluğu süresince “Ben ihtilal yapmış bir kişi olarak süngülü muhafızların ortasında dolaşmam” diyerek havalandırmaya çıkmamış, aynı şekilde odası dışında ziyaretçi kabul etmemiş, tahliye edilmek için dilekçe vermesi söylendiğinde, “Kim soktuysa o çıkarsın” yanıtını vermiş, istenen tahliye dilekçesini imzalamamıştır.
İlhan Selçuk ise Ziverbey işkence köşkünde, el yazısıyla yazılmış ifadesinde akrostiş, düşerek “zincire vuruldum, işkence altındayım” diye kayıt düşmüştür. Selimiye Kışlası’ndaki yargılamada ifadeler okunurken söz almış, “Bu benim yazılı ifademdir, lütfen noktasına virgülüne dokunmadan aynen zapta geçsin” demişti.
Doğrusu o sırada bu davranışın nedenini anlayamamıştım. Talebi kabul eden mahkeme heyetinin de bir şey anladığını sanmıyorum. İki celse sonra, “Efendim bu benim ifademdir ve işkence altında zorla alınmıştır. Nitekim şimdi her satırın ikinci sözcüğünün ikinci harfi yukarıdan aşağı okunduğunda, ‘işkence altındayım, zincire vuruldum’ ibareleri görülmektedir..”
İLHAN SELÇUK İŞKENCECİLERİNİ FAKA BASTIRIYOR
Evet, İlhan Selçuk Ziverbey Köşkü’nün asker ve de sivil uzman işkencecilerini, işkence altındayken faka bastırmıştır. Mahir Kaynak’a gelince MİT içindeki kod adı “üniversiteli” olan ifadeleri, MİT’e verdiği raporlar, mahkeme tarafından çelişkili ve güvenilmez bulunmuştur.
2 Ocak 1974 tarihli karar hükmünde, “Mahkeme sanıkların müspet suçu işlemedikleri hususunda yukarda belirtilen delilerin serbestçe takdir ve münakaşası neticesinde tam bir hukuki ve vicdani kanaate ulaşıldığından beraatlarına oybirliği ile karar vermiştir” denilmektedir.
MİT’in de Kaynak’ın raporlarına itibar etmediği şu şekilde belirtilmiştir: “...MİT’in kendine düşen görevi yerine getirdiği kaaatine varılmıştır. Şöyle ki akıl almaz ve mantığın alamayacağı çelişkilerle dolu bu eleman raporlarına itibar etmediğini sanıklar hakkında bu dört yıl içinde başka işlem yapmayarak ortaya koymuştur..”
AJAN PROVOKATÖR MAHİR KAYNAK
Türkiye’nin en büyük ajan provokatörü olan ve Bülent Ecevit’in birçok konuşmasında “devletin yakasını bu ajan provokatörlerin elinden kurtaracağız” dediği Mahir Kaynak’ın, aslında başarılı bir ajan da olmadığını ortaya koymaktadır.
Kaynak’ın bu “akıl ve mantığın almayacağı çelişkilerle dolu” raporları nasıl hazırladığı sorgulamasına gelince: Kişisel kanaatim Madanoğlu’nun yakınları arasında olan, adını vermeye gerek duymadığım bir kişinin dolduruşuna gelmiş olduğudur. Halim selim bu zat, bana da “birlikte hapis yattığımız süre içinde akıl, sır almaz şeyler anlattı. Önceleri dehşet içinde dinlediklerimin, gerçeklerle ilişkisi olmadığını, söz konusu kişinin “hayalleri ile gerçeği karıştıran düşçe de fevkalade zengin bir kişiliğinin” olduğunu, kısa sürede ben bile anladıktan sonra..
Ajan Mahir Kaynak’ın kendisine söylenenleri aklın filtresinden geçirmeden doğru raporuna koymasında zihinsel bir zaaf mı rol oynamıştır bilemem. Yalnızca bu hususun duruşmalar sırasında dile getirilmiş, bilinmekte olduğunu belirtmekle yetinmeliyim.
RAİF ERTEM’İN EŞİ MÜBECCEL ERTEM, BU TÜRDEN HAKSIZ, HUKUKSUZ DAVALARLA TARİHİN AKIŞININ HANGİ BOYUTLARDA DEĞİŞTİRİLEBİLECEĞİNİN ÇARPICI ÖRNEKLERİNİ VERİYOR
Raif Ertem’in eşi Av. Mübeccel Ertem, yine hukukçu kimliği ile Ali Sirmen’in yargıya ilişkin gelişmelerdeki saptamalarının aynı paralelde altını çizerken, beraat kararıyla noktalanan yargılamanın süreçleri ile yaratılmış çok boyutlu sanık ve yakınları mağduriyetlerinden kimi anlamlı saptamaların altını çiziyor. Bu türden haksız hukuksuz yargılamaların tarihin akışını ne boyutlarda değiştirebileceğine örnek olarak ise şu sonuç saptamaların altını çiziyor:
“Bu cuntanın içinde olduğu iddia edilen Faruk Gürler’in Cumhurbaşkanlığı hayali gerçekleşmedi. Yine aynı iddia ile suçlanan Muhsin Batur emekliye ayrıldı. Meclis’teki partiler ortak kararla Fahri Korutürk’ü Cumhurbaşkanı yaptılar.”
Mübeccel Ertem, Kaynak’ın 1967’de İktisat Fakültesi’nde göreve başladıktan sonra, 1971’de doçent olduğu MİT’e girdiğini, oradan emekli olduğunu, sonuca ulaşılmış bilgilerle aktardıktan sonra, öğretim üyesi olarak devrimci öğrencilerle eylemsel ilişkilere girdiğini, onları provoke etmeye başladığından örnekler veriyor. Kendisi sadece ajan olduğunu söylese de, provokatör ajan olduğunun ortada olduğunu söylüyor. Hukuk öğrencilerinden çok tanıklık yaptığı örnekler yanında İTÜ’den kardeşi Ataman’a da matematik dersi vermek adına yaklaşmasını anlatıyor.
12 Mart 1971 askeri muhtırasından sonra Madanoğlu davası tutuklamalarının yanında, uçak kaçırmadan, bomba yerleştirmeye pek çok davanın yaşanmasından örnekler veriyor. Eşinin evden alınması gününde, sol kitapların yırtılması eyleminde ağlaması karşısında etkilenen polisin, yırtıp yere attığı kitapları, “sonradan yapıştırısın” diye, “imha edilmiştir” diyerek rapor tutmasını unutmamış.
Emniyet’te görevli müdür Ilgız Aykutlu’nun eşinden vekâlet alıp avukatlık yapma çabasına karşı hakaretlerini de. Eşinden vekâlet almak üzere notere giderken nasıl zorla izin verdiğini de.. Ankara’ya götürülenler arasında isimleri sayarken politikayla hiç ilişkisi olmayanları da anımsıyor. Sanıkların avukatları arasında öne çıkanlardan Gülçin Çaylıgil, Ziya Nur, Halit Çelenk, Doğan Tanyer arasında kendisi gibi çiçeği burnunda olanları. Tren yolculuklarında kanka arkadaşım Mübeccel, yargılamanın ilk süreçlerinden savcı Süleyman Takkeci’nin yargılamada “MİT raporları delil teşkil etmez” savunması nedeniyle Mahir Kaynak’ın ismini deşifre etmek zorunda kaldığını anımsatıyor.
Dr. Gençay Gürsoy’un Mahir Kaynak’ın psikolojik dengesizliğine ilişkin raporlarını dava dosyasına sunmasıyla da ses kayıtlarındaki tekrarlar, montajların gerçekdışı sunumların ortaya çıkmasına işaret ediyor. Tutukluların yıl sonuda İstanbul’a taşınmalarının ardından, Davutpaşa Kışlası’nda yatarlarken verdiği tahliye dilekçesi reddedilmişken, bir gün sonra 30 Aralık 1972’de tahliye edilmelerinin hukuksal garabetine işaret ediyor...