Lübnan’da “Fransa mandası olalım” sesleri yükseliyor

“Lübnan’ın büyükannesi” Fransa siyasi fırsatçılığını hayata geçirecek olanağı patlamayla yakaladı. Lübnan’da “yeniden Fransa’nın mandası olalım” sesleri yükselmeye başladı. Yapacağı yardımları ülkede “siyasi/ekonomik reformlar” yapılması şartına bağlayan Fransa ile müttefikleri IMF kıskacında bir ülke yaratacaklar. Malum patlama Fransa gibi ülkelerin sömürgeci duygularını da “patlattı”. Ortadoğu artık bir başka görünüme bürünecek.

Mustafa K. Erdemol

Bu hafta başında Lübnan’ın başkenti Beyrut’u perişan eden patlamanın ardından ülkeyi ziyaret eden ilk yabancı devlet adamının Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron olması elbette şaşırtıcı değil. Fransa’nın bu ülkeye olan ilgisinin ardında bu ülkenin eski bir Fransız sömürgesi olması yatıyor her şeyden önce. Bu ilgi Fransız devlet adamlarının “Fransa Lübnan’ın koruyucu büyükannesidir” ifadesiyle de romantik bir hal almış durumda. 

İki ülke, özellikle son yıllarda hayli yakın bir ilişki içindeler. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Fransa’nın ülke üzerindeki etkisi zamanla azalır bir görüntü vermesine karşın hala güçlü. Savaşın sonunda Müttefik Kuvvetlerce işgal edilen Lübnan,  Fransız askeri yönetimi altına girmişti. 1923’de de o zamanki adı Milletler Cemiyeti olan şimdiki BM, Lübnan ile Suriye’de Fransa’yı yapıp etmelerinde resmi olarak yetkili kılmıştı. Görünen o ki Fransa “bağımsız” Lübnan için hala o yetkilere sahipmiş gibi davranıyor.

 Ülke nüfusu Hıristiyanlığın bir kolu olan Maronitler ile Müslümanlardan oluşuyor. Ancak nüfusun büyük bir bölümü “bağımsızlık” sonrası ne bağımsız kalmak istiyordu ne de Fransa tarafından yönetilmek. Daha büyük bir Arap devletinin bir parçası olmak çok daha arzulanır bir durumdu, özellikle Müslümanlarca. Bunun iki toplum arasında sonraki yıllara da yayılan bir gerginlik konusu olduğunu hep birlikte gördük.

Bu nedenle, 1926 Anayasası iki toplum arasındaki gerilimi azaltmak için oluşturulmuştu. Anayasaya göre Cumhurbaşkanı Maronit, Başbakan Sünni Müslüman, Meclis Başkanı da bir Şii Müslüman olacaktı. Bu şekilde bir “normalleşme” sağlanmış, 1944’de Fransa ülkeye “bağımsızlığını” vermişti. Ama bölgeye hayli güç aktararak. 

Ancak 1974’de başlayan iç savaş, bu “normalleşme”nin pek de sağlıklı temeller üzerine inşa edilmediğini gösterdi. İç savaş sırasında da Lübnan ülkeye askeri yardımda bulundu. Bunun hangi güçlere yardım olduğu bir sır değil. 

Artık, Fransa’ya bağlanalım” talebi dillendiriliyor

İç savaş sonrasında dolaylı da olsa iç işlerine, elbette “Lübnan’ın yararına”, müdahaleye devam etti Fransa. Bu çabalarında ne kadar “başarılı” olduğu da patlamadan hemen sonra başlatılan çevrimiçi bir kampanyayla görülmüş oldu. Bu yazı yazıldığı sırada şimdilik 50 bine yakın Lübnanlı önümüzdeki on yıl içinde ülkenin yeninden Fransa hakimiyetine bırakılması için imza topladı. 

Bir Fransız Klasiği: Fırsatçılık

Macron ziyareti sırasında Lübnan’a ellerinden gelen her yardımı yapacaklarını açıklarken bunu ülkede idari/siyasi reformlar yapılması şartına bağladı. Ülkenin içinde bulunduğu zor durumda bunun siyasi bir fırsatçılık olmadığını kim söyleyebilir? Sözünü ettiğim imza kampanyasını Fransa’nın bu şartı eşliğinde değerlendirmek gerek. “Lübnan’da tıbbi yardım vs.den çok asıl ihtiyaç duyulanın siyasi değişim” olduğunu açıkça söyleyen Macron “bu patlama yeni bir çağın başlangıcı olmalı ”diye konuştu. Bu sözler Fransa’nın daha da çok Lübnan’ın içişlerine karışacağı, hatta ciddi bir yönlendirici olacağının da ilanı elbette.

Beyrut’ta ziyaret ettiği yerlerde kalabalıktan bir kişinin “Sayın Başkan, General Gouraud Caddesi'ndesiniz, o bizi Osmanlılardan kurtarmıştı. Siz de bizi bu yöneticilerden kurtarın” dediğini okudum.  Bazılarının “bizi Hizbullah’tan kurtarın” dediğini de. Bireysel çıkışlar gibi görülebilir ama bunlar “büyükannenin” bundan sonraki müdahalelerine gerekçe yapılacak bir içerik taşıyor. Bu tür taleplerin de giderek çoğalacağının işareti olarak değerlendirilmeli bunlar.

Her şey Lübnan’ın “istikrarı” için

Fransa’nın bu ülkeye yönelik politikası iki temel üzerine inşa edilmiştir. Fransa’nın bu resmi politikasının ilk ayağı elbette “Orta Doğu’da istikrarı sağlamaktır”. Oysa Fransa’nın istikrardan anladığı kendisinin de hayli yararlandığı Lübnan bankalarının istikrarı. İkincisi ise bu istikrarı sağlamanın ardından “bölgeyi çok sayıda ve karmaşık krizlerden korumak”.

Bu resmi politika Macron’un ziyaretiyle hız almış bulunuyor. Bundan sonra bölgede “istikrar” adına son derece çatışmalı bir döneme girileceğini, yine “istikrar” adına, Suudi Arabistan’ın Lübnan’a müdahalesine göz yumulup, Suriye’ye çullanılacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Malum patlama Fransa’nın sömürgeci arzularını de patlatmış oldu.

Lübnan Komünist Partisi’nin uyarısına kulak verilir mi acaba? Parti, gerekli gördüğü demokratik devrime gidecek yolda ihtiyaç duyulan reformlardan IMF gibi emperyalizmin mali kurumlarına muhtaç olmamayı anlıyor. 

Ama görülen o ki yakın zamanda Lübnan IMF tarafından “mali” olarak, Fransa ile başta ABD olmak üzere müttefiklerince de “siyasi” olarak “kurtarılacak”.

Ülkede istikrarı sağladığı, İsrail saldırganlığına karşı hem de iki kez büyük bir savunma başarısı gösterdiği herkesçe kabul edilen Hizbullah’a yönelik saldırıların başlayacağını, İsrail’in de Lübnan’ının “kurtuluşu” için elinden gelen çabayı göstereceği çok açık.

“Yeniden Fransa mandası olalım” diyenlerin sayısının azlığına aldanmamak gerek. Lübnan’ı her şeye rağmen parçalayamayanlar şimdi bu ülkeyi kendilerine tabii kılmanın yollarını arayacaklar. 

Elli bin “hain” bu anlamda hiç de az bir rakam değildir.