Lozan'ın Yırtılışına Doğru mu?
cumhuriyet.com.tr
Lozan belgesinin yırtık yırtık edilmesi Montrö dokümanının yer yer delinmesinden epeyce daha vahim ve elbette daha zor bir işlemdir. Ona cesaret edebilmenin çok zor olduğunu hep düşünmüşüzdür.
Yakın siyasal tarihimizin ulusal kişilik ve bağımsızlık arayışlarına damga vuran uluslararası belgeler bilindiği gibi Lozan’da ve Montreux’de imzalanmıştır. İsviçre Alpleri’nin Leman Gölü’ne olağanüstü bir doğa etkileyiciliği ile sarp biçimde saplandığı kıyılarda sevimli ve bakımlı yerleşme merkezleri yer alır. Lozan ve Montreux bu sevimli ve uygar kentlerden ikisidir. Otuz kırk kilometre mesafede bulunmalarına karşın kış aylarında sert eserek kıyıları yalayan doğu rüzgârları her ikisinde de suları kırpıştırır hatta bazen dalgalandırır. İsviçre’nin bir zamanlar sergilediği uygar tarafsız ülke olma özelliği çeşitli uluslararası antlaşmaların elde edileceği toplantılara bu ülkenin mekân olmasına yol açmıştı.
Karakterli bir yamaç kenti olan Lozan’da kıyı kesimi Ouchy adıyla anılır ve buradaki heybetli şato binası ulusumuz ve ülkemiz için çok önemli, özel anlam taşıyan Lozan Antlaşması çalışmalarının yapıldığı yerdir. Günümüzde de, hâlâ, bu antlaşmayı saygılı bir dille hatırlatan bir plaket şatonun giriş kapısının duvarlarında yer alır.
Lozan ve Montrö antlaşma belgeleri Cumhuriyet Türkiyesi’nin güçlü ulusal kişilik ve bağımsızlık arayışının simgeleridir. Neredeyse yüzyıla yaklaşan bir dönem için geçerliliklerini korumuşlardır da. Ancak, bu yakınlarda yüce anlam taşıyan bu belgelere ciddi müdahaleler yapılacağını gösteren işaretler ortaya çıkar gibidir. Hem ulusal bağımsızlığın hem de komşu coğrafyalardaki dirlik ve düzenin korunması yolunda Türkiye’nin Karadeniz’e geçit veren Boğazları’ndan deniz araçlarının geçişi Montrö belgesiyle ciddi bir tanıma ve düzene kavuşturulmuştu. Karadeniz’den komşuluk yaptığımız çeşitli ülkelerin tek bir güçlü politik sistem içinde hamur olduğu dönemlerden başlayarak Boğaz geçişlerine çeşitli müdahaleler yapılmak istendiği hatırlardadır.
Seyirci kalındı
Ancak, o dönemlerin Türkiye Cumhuriyeti devleti ve iktidarları Atatürk sonrası gevşemelerden biraz nasiplerini almış olsalar bile bu konuda işi sıkı tutmayı becermişlerdi. Çok uzun yıllar geçti. Karadeniz’in kuzeyindeki politik sistem dağıldı. Küçük parçalar ve birimler halinde varlığını sürdürür oldu. Oralardan Montrö Antlaşması’nın belirlediği Boğazlar’dan deniz aracı geçişi düzenine artık yeni, ciddi baskılar gelmez oldu. Yeni baskılar komşuluk ilişkimiz falan bulunmayan, Irak’taki işgalci varlıkları dolayısıyla belki dolaylı yarı komşumuz olduğu düşünebilecek uzaktaki başka ülkelerden gelmeye başladı.
Montrö belgesinin lafsi tanımları, virgüller arasında belki kısmen muhafaza edilmek kaydıyla ama ruhundan ve esprisinden büyük ödünler verilerek deliklerin açılması dönemine girildi. Doğu Karadeniz’deki mazlum ve mağdur ülkelerin toplumlarına tentürdiyot, sargı bezi, Aspirin taşımak gibi çok masum ve görünüşte insancıl bahanelerle koca koca savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçişine seyirci kalındı. İlk günlerde İstanbul Boğazı’nın çeşitli kıyı semtlerinde toplanmış yurtsever bazı küçük kitleler havada pankartlar sallayarak, ıslıklar ve yuhalarla biraz gürültü çıkararak belli bir protesto gösterisi sergiledi.
Ancak, ne idüğü belirsiz bir yığın deniz vasıtası arka arkaya ve yoğunca biçimde oralardan geçmeye başlayınca hoşnutsuzluk ve ulusal bağımsızlık arayışı tepkileri de azaldı. Böylece, Marmara Boğazları’nın yol geçen hanına dönmüşlüğü sessiz biçimde kabul edilmiş gibi oldu. Ulusal onur kavramının, onu korumak için verilmiş tarihsel çatışmaların izinden zerrece nasibini almamış günümüz iktidarı bu tepkisizlik ve sessizliğin müthiş sevincini yaşıyor. Basının bir bölümünde, görsel medyanın bir iki ekranında “Bir Montrö belgesi vardı. Bu unutuldu mu? Neler oluyor?” türünden çok küçük tepkiler dile getirildi. Bu kadarcığına bile razı olmayan siyasal iktidar Ergenekon heyhülasını acele tarafından bir kere daha canlandırıp sosyopolitik gündemi kontrol etme yoluna gitti. Ve başardı da...
Hiç kimse kendini kandırmasın. Montrö’nün ruhu parça parça edilmiştir. Onun temsil ettiği ulusal onur ve dünya barışı dengelerini kollamacalık titizliği yerle bir edilmiştir. Günümüz iktidarının ulusal çıkarları toprak bütünlüğünü, doğa ve çevre dengelerini, kentsel gelişme alanındaki günümüzde her zamankinden daha fazla önem taşıyan akılcılığı tamamen göz ardı eden ve burnunun doğrultusunda hızla koşan yapısı Montrö ruhunun delinmesinden elbette hiç rahatsız değil. “Ilımlı İslam modeli” ve “Ateşli Ortadoğu coğrafyasının koruyucu kalkanı” yakıştırmalarını kucaklar dolusu sevgi mesajları gibi kabul eden bir hükümet ve devlet yönetimi anlayışıyla birlikte yaşıyoruz. Dış ilişkilerde ve iç dengelerde Osmanlı’nın son dönemleri dahil hiçbir zaman hiçbir şekilde rastlanmamış bir ödüncülüğe ve dengesizliğe tanıklık ediliyor. Laiklik, türban ve cumhuriyet değerleri gibi insancıl uygar konularda duyarlılık gösterilmesi yetmiyor. Ülke çıkarlarının tam bir talanla altüst edildiği bir dönemde üzerine gidilmesi gereken, hiç de masum olmayan bir yığın edilgenlik daha ortada. Mevcut hükümete ve devletin üst kademelerine yönelik tepkiler ve eliştiriler çok daha geniş alanlara yayılarak yoğunlaştırılmak zorunda. Hele bunların arkasından bir de Lozan’ın ruhunun teslim alınması operasyonu kendini gösterebilecek gibiyse.
Kuşkuya yol açıyor
Lozan belgesinin yırtık yırtık edilmesi Montrö dokümanının yer yer delinmesinden epeyce daha vahim ve elbette daha zor bir işlemdir. Ona cesaret edebilmenin çok zor olduğunu hep düşünmüşüzdür. Ancak, Ergenekonların trajikomik hamasi hamleleri ile kuvvetle beslenmiş bir iktidar ve devlet etme anlayışı açıkçası Lozan ruhu teslim olmadan varlığını sürdürmesi konusunda bile kuşkulara yol açıyor.
Atlantik’in öte taraflarındaki stratejik dostlarımızın sert ve kaba sömürgeci, bizim buraya daha yakın yakasındaki eski Avrupa uygarlığının sürdürücüsü olduğunu vehmettiğimiz ülkelerin belki biraz daha yumuşak ama yine sömürgeci yaklaşımların Türkiye semalarında dolaşan ve gittikçe aşağılara doğru inen kara bulutları andırıyor. Avrupa Birliği denen mekanizma bu ülkenin içe dönük dengelerinden Cumhuriyet değerlerinden, ulusal bağımsızlık sevgisinden hiç haberdar değilmişçesine yakın tarihlerin en ilkel sosyopsikolojik ve politik yönlendiricilik yapan iktidarına kucak açıyor.
Tepki gösterilmeli
Uzaklardaki dostlara gelince sosyal coğrafya bilgisi son derece zayıf bir toplumun iktidarı ve yönlendiricisi olan kadrolar Türkiye ile sadece güvenilir bir ileri karakol ve Montrö bağımsızlık belgelerini falan hemen unutturabilecekleri bir ödüncü uzak eyalet olarak ilgileniyorlar.
Montrö sularındaki dalgalanmalar Lozan sahillerinde Ouchy şatosunun bahçesine doğru fazla su taşmasına, umarız, yol açmaz ama durum o ki dahili ve harici bedbahtlar tam bir takım çalışmasıyla Montrö’nün üzerine konan kırmızı çarpıyı Lozan’a taşımayı da denemek isteyecek gibiler. Kavurucu bir yaz ve olimpiyat oyalamasının getirdiği rehavet içinde uyuşmuş ve hepten tepkisizleşmiş gibi gözüken toplumun aslında şu dönemde her zamankinden fazla tepki göstermesi gerektiği apaçık. Bir şeyler elden gitmeden silkinmek bir takım şeyleri yeniden ciddi biçimde düşünmek ve kendimize gelmek zorundayız. Türkiye insanının aklı, vicdanı, yurt sevgisi bu anlamda özel bir harekete geçilmesini sağlayacak unsurlardır. Kendimize ve birbirimize güvenelim ve ayağa dikilelim.