Liz Behmoaras'tan 'Sen Bir Başka Gittin'

Liz Behmoaras imzalı 'Sen Bir Başka Gittin' yeni bir hayat arayışına ve geçmişle barışmaya dair bir roman.

Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

Liz Behmoaras'tan “Sen Bir Başka Gittin”

'Pek çok insan kaçmayı hayal eder!'

Liz Behmoaras imzalı “Sen Bir Başka Gittin” yeni bir hayat arayışına ve geçmişle barışmaya dair bir roman. Mardin-İstanbul- Paris üçgeninde geçen bir kökenlere yolculuk. Mardin'in bir köyünde doğan, üniversite eğitiminin ardından gittiği Paris'te çalıştığı büyük bir gazetede Ortadoğu ve Türkiye üzerine yazılarıyla kısa sürede tanınan Efrem'in sancılı özüne dönüş öyküsüne odaklanıyor. Behmoaras'la “Sen Bir Başka Gittin”i konuştuk.

- Turabdin'e ne zaman gittiniz? Romandaki yaşlı adamla da orada tanışmışsınız değil mi? 
- Birkaç yıl önce, sıcak bir Eylül günü, arkadaşlarla birlikte Turabdin’deydik; yörenin vahşi güzelliğinden ve kendine has mistik atmosferinden büyülenmiş halde, ciple Dargeçit köyünün önünden geçiyor, Mardin’e doğru yol alıyorduk. Karşımıza, kızgın güneşin altında otostop yapan takım elbiseli, yaşlı bir adam çıkmış, bozuk bir Türkçeyle, onu Mardin’e götürmemizi istemişti; yanına para almayı unutmuştu, uzun uzun düşündükten sonra bir düğüne gitmeye karar vermişti, birilerini evlendirmeye… Adeta vaaz verir gibi konuşuyordu. Ancak şoförümüzün takılmalarına galiba sinirlenip yarı yolda inmiş, yürümeyi tercih etmişti. 
Cipimiz uzaklaşırken, dönüp bakmıştım; aynı kızgın güneşin altında giderek küçülen siluetinin görüntüsü hem içimi burkmuş hem de merakımı uyandırmıştı. Kimdi bu adam, nereden gelip nereye gidiyordu, acaba aklı tam olarak başında mıydı? Yol arkadaşlığı yaptığımız kısa süre içinde hakkında pek bir şey öğrenememiştik ve hiçbir zaman öğrenemeyecektik. Yeni romanıma bu sahneyle başlamaya sanırım o gün karar verdim. Devamında ise, yıllar sonra doğduğu yöreye dönüş yapan bir Süryani gazeteciyle yöreyi yeni keşfeden mozaik sanatçısı bir kadının farklı nedenlerden dolayı yeni bir hayat arayışına girmeleri temasını işlemeyi seçtim.

“EFREM, 'TEK ÜLKEM YAZIDIR' DİYOR AMA...”

- Mardin-İstanbul- Paris hattındaki romanda yer yer zaman sıçramalarıyla da karşılaşıyoruz. Tarihsel aralık hangi zaman dilimlerini kapsıyor?
- Altmışlı, yetmişli ve seksenli yıllara yer yer çok kısa göndermeler var; anneannenin güncesi ise 1943’ten 1945’e uzanan zaman dilimini kapsıyor. Bu zaman sıçramalarının dışında, olaylar 2011’de başlayıp bir yıldan bir az bir süre içinde gelişiyor. 

- Efrem'in hayata bakışı, ülkelere ve sınırlara bakışı, aşka bakışı... Geçmişi, kökenleriyle deneyimlediği ruhsal gelişiminden (bastırma, inkâr etme, yüzleşme evreleriyle) ne gibi belirtiler, izler taşıyor? Nasıl bir adam ve dünya yurttaşı ve kendi can alıcı vargısıyla “kimlerden?”
- Efrem romanın sivrilen kahramanı. O kadar ki birçok kadın okurum, bana şaka yollu Efrem gibi bir erkeğe rastlamayı hayal ettiklerini yazdılar ya da söylediler. Sanırım, keskin zekasının, hırsının ve çalışkanlığının, aşırı kırılganlığı ve neredeyse kadınsı duygusallığıyla çelişmesidir kendisini bu kadar karizmatik kılan.
Okur onunla ilk tanıştığında, hayat Efrem için galiba sadece başarı anlamına geliyor, ülkeler ve sınırlar ise, çok ve ya az ilgi çekici gazete yazıları oluşturacak konular… Aşktan artık korkuyorsa da ona hâlâ inanmak istiyor! Azınlık olarak büyüyüp “tam olarak nereye ait olduğunu” bilememek, kendini “dünya yurttaşı” diye tanımlamaya ve “tek ülkem yazıdır” demeye itmiş. Ancak romanın ilerleyen sayfalarında, pek çok sorgulamanın yanı sıra, bunun bir kandırmaca olup olmadığına dair de bir sorgulamaya giriyor.

“YAPITIN ACI ÇEKMİŞ, HORLANMIŞ TÜM HALKLARLA KAVLİ VAR”

- Sürekli kaçıyor (ki bu istek Zuhal'de de baki). Neredeyse yarım asırdır, göç edeli beri memleketine hiç geri dönmedi. Hep kaçtı, kaçındı. Şimdi ise kaçarı yok. Ne menem bir gitmek, kaçmak, göçmek yapıtın gövdesindeki?
- Pek çok insan “kaçmayı” hayal eder; zira her şeyin ilerde, başka yerde, başkalarıyla, “daha güzel, daha iyi, daha kolay” olacağına inanırlar. Efrem de kendisine hâlâ acı veren, oldukça derin olan yaralarının bu şekilde kapanacağına ya da hiç değilse kanamayacağına inananlardan. İnanmak isteyenlerden. Kaçış yolları çeşitli: Çalışmak, sürekli seyahat etmek, doğduğu yöreye yıllarca uğramamak, depresyon, yatıştırıcılar… Hele hele düşünmemek, sorgulamamak, ilişkilerinde belli bir yüzeyselliği korumak! Onu bir noktada durmaya ve yüzleşmeye zorlayacak olan, belki doğduğu yöreye dönüşü ve Zuhal’a başlamakta olan aşkı. Belki de aslında kaçtıklarıyla yüzleşeceğini sanıp yine kaçmaya devam edecek. Karar okura ait. Zuhal’a gelince, hadi ayrımcılık yapalım, bir kadın olarak bu konuda çok daha sağduyulu ve gerçekçi gibi...

“EV ROMANIN ÖNEMLİ BİR KAHRAMANI”

- Gidişin olduğu kadar dönüşün de romanı okuduğumuz. Acıdan kaçma dürtüsüyle niyetlenilse de kopulamayan geçmişle hele ki aidiyetle, Süryanilerin kaderiyle nasıl bir kavil söz konusu?
- Özellikle acı çekmiş, itilmiş, horlanmış tüm halklarla, o halkların içinden çıkanlar arasındaki değişmez kavil, diyelim.

- Bir evin ve bellek tazelemenin de romanı okuduğumuz. Ev; bir “ruh”, “yakın tarih”, ve “yakın bellek” anatomisi, ve inançlara da gönderili bir selam.
- Ev de romanın önemli bir kahramanı sayılır. Zira o da ruh sahibi… Kahkuno denen küçük ekmeklerin kokusu, pestillerin tadı, mangalın yaydığı tatlı ısı, şarkıların tınısı gibi tüm duyulara hitap eden anıların bekçisi. Diğer aile fertlerine ait komşu evlere göre konumu, doğum, evlilik, ölüm döngüsünü takip eden bir mimarinin kurallarına uyar. Ne olursa olsun da satılmaz. Pessoa’nın deyimiyle, “Bir vakitler olduğum, bir daha asla olamayacağım her şey!” ev.

“ANNEANNE, KÖYDEKİ PROJENİN İTİCİ GÜCÜ”

- Mozaik... Hayır o bildik, gına getiren soruyu sormayacağım!. Kahramanların öyküleri ne oylumda mozaikle bileşiyor veya hangi parçalarına (kimi kırılmış) tekabül ediyor?
- Zuhal’in söylediği gibi: “Mozaik ile mutluluk birbirine benzer. İkisi de yekpare değildir, yan yana getirilmiş küçücük, uyumlu parçacıklardan oluşur…”. Bu bağlamda, mozaik yapmayı mutluluğu yakalama çabası gibi yorumlayabiliriz ve paramparça olmuş benliklerin parçalarını toplayıp uyumlu bir şekilde yeniden bir araya getirme isteği gibi… Kahramanların peşinde oldukları uyumun, dengenin, mutluluğun simgesi belki de mozaik. Mezopotamya mozaiğin beşiği ve mozaik de Zuhal’in benliğinin önemli bir bileşeni olduğuna göre, Zuhal’in İstanbul’daki konforlu yaşamını bırakıp yöreye yerleşmesiyle, özüne dönüş yaptığının, artık doğru zamanda doğru yerde olduğunun bir simgesi gibi de görülebilir.

- Metnin efsane ve söylencelerle alışverişini de sormalı. Şahmeran zaman zaman uzatıyor başını öykünün bir yerinden. Şahmeran kahramanların öykülerine dahil olduğu anlarda, hissiyatlarına nasıl bir anlam katıyor?
- Şahmeran efsanesinin bir olumlu bir de olumsuz yorumu vardır. Olumsuzu insanoğlunun ihanete meyyal oluşudur; olumlusu ise şifanın dünyaya kadın eliyle dağıtılışıdır. Bu bağlamda, Efrem ile Zuhal, Efrem’in armağanı olan Şahmeran bileziğine, hissiyatlarına göre bazen iyi bazen de kötü bir anlam yüklüyorlar.
Ancak başını zaman zaman uzatan yalnızca Şahmeran değil, yöredeki pek çok efsanenin kahramanı. Her biri de Zuhal ile Efremin o anki duygularının tercümanı sayılabilir. Örneğin Hut ve Pir Abok adındaki ürkütücü, tuhaf yaratıklarla ilgili hikâyeler, Zuhal’in en başta duyduğu kaygının, tedirginliğin göstergesi, ölümün dahi ayıramadığı aşıklar Della Valle ile Sita Maaninin öyküsü ise kahramanlarımızın iyice alevlenen aşkının…

- Anneanne vicdana ve evvel zamana önemli bir değme
- Anneanne Zuhal’ın sanki asıl annesi, çocukluğunda beslenmiş olduğu esas sevgi kaynağı. Ayrıca ve bu çok önemli bir unsur; Turabdin yöresindeki köye yerleşme projesinin itici gücü; zira Zuhal o köye yerleşip oradaki insanlara hizmet götürmekle, anneannenin “üstü örtülmüş”, “konuşulmamış” olan bir sırrını çözmek, onu olası bir suçundan azat etmek, onun yarım bıraktığını tamamına erdirmek ve böyle kendini özgür kılmak isteği içinde, “kuşaklararası” psikoloji kuramına göre.

gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr

Sen Bir Başka Gittin/ Liz Behmoaras/ Doğan Kitap/ 392 s.