‘Li vir aşitî dinivîsîne’

Özmen’in güvercini de tıpkı Hrant Dink’inki gibi ‘tedirgin’. Özmen güvercin ile konuşurken “Havada barış için çifte takla atan insanlar gördüm, böyle işte yalpalaya yalpalaya gidiyoruz, takla atarken boynumuz kırılıyor” diyor.

Evrim Altuğ

Kürt çağdaş sanatı ve edebiyatının tanınmış imzası Şener Özmen’le, bugün itibarıyla İstanbul Sıraselviler’deki Pilot’ta izlenebilecek ‘Çıkış Yok’ isimli sergisinde yer alan ‘Canlı bir güvercine barış nasıl anlatılır?’ isimli videosu üzerine konuştuk. Özmen, “Yani bu savaş, elli yıl daha bu tempoda sürebilir. Kürtler ölür, Türkler ölür, ama sonuçta gençler ölür ve hiçbir şey de elde edilmez,” diyor.

İstanbul Sıraselviler’deki Pilot, sanatçı ve yazar Şener Özmen’in yeni kişisel sergisi ‘Çıkış Var’a 1 Eylül Dünya Barış Günü itibariyle ev sahipliği yapıyor! 10 Ekim’e dek görülebilecek sergi, Özmen’in bir sanatçı olarak hem kendi gerçekliğini, hem de sanatın büyük meseleleri ele alış tarzını sorguladığı bir sergi olarak niteleniyor. Özmen, bugüne dek kullanmadığı beton, metal, ışıklı pano gibi birbirinden oldukça farklı medyumlarla ürettiği eserlerinde, malzemeye yaklaşıyor ve sanatında yeni bir dili/yeni bir dönemi müjdeliyor. Birbirinden ilginç yapıtların yer aldığı serginin konuştuğu asıl mesele ise, bir türlü bir araya gelemeyen ‘çocukluk’ unsuru.

Özmen, sergi için ürettiği “Yapışık” ve “Canlı Bir Güvercine Barış Nasıl Anlatılır?” adlı çalışmalarında, en güzel, en ürkek, en hayali zamanları, 12 Eylül Askeri Darbesi’ne denk gelmiş çocukluğunun ve sonraki zorlu yılların bellekteki yansımalarını gündeme taşıyor.

Eserde özellikle “Havada barış için çifte takla atan insanlar gördüm, böyle işte, yalpalaya yalpayala gidiyoruz, takla atarken, boynumuz kırılıyor!” sözü dikkat çekiyor.

Sahnede siyahlar içinde bir sanatçı ve arada kanat çırpan, gözlemleyen, kadrajdan çıkan, gerisin geri kadraja giren beyaz bir güvercin bulunuyor. Burada sanatçının barışa dair iç sesi – umudu, umutsuzluğu, beklentisi, düş kırıklığı– oğlu Robîn’in vurguları tamamen farklı sesiyle veriliyor. Özmen’le, bu eseri ve gündemi ele aldık.

- Niçin, kimin için çektin bu lirik, dramatik, mahcup filmi?

-“Canlı bir güvercine barış nasıl anlatılır?” videosundan söz ediyorsun, aslında hiç böyle düşünmemiş, böyle kurgulamamıştım. Diyebilirim ki, başlarda, hiç de lirik, dramatik veyahut mahcup olmayan –bunları konuşacağız– benim son on yıl yıldır ürettiğim ve senin de iyi bildiğin videoların ‘ironik’ ve ‘ikonik’diline biraz daha yakın bir şeyler vardı kafamda. ‘Çıkış Var’ sergisi, henüz olası bir ‘çıkışı’ işaret etmeden, HDP’nin 5 Haziran’daki Diyarbakır mitinginde bombalar patladı ve İstasyon Meydanı, kanlı ellerin epeydir görmek istediği cehennem zamanlarına dönüverdi. Hesaplayamadıkları, Kürtlerin örgütlü yapısıydı ve bu yapı, o gün, o saatlerde, çocuğuyla, bebeğiyle, genciyle, yaşlısıyla pek çok insanın hayatta kalmasını sağladı. Kısa bir panik yaşanmış olsa da, HDP’li görevliler bunun üstesinden gelmeyi başardılar. Bizce anlaşılır olanı –aslında ne olduğu gayet iyi görünüyordu– polisin düşmanca tavrıydı. Saldırıda ölenler oldu, yaralananlar ve uzuvlarını kaybedenler. Onlardan biri de genç yönetmen Lisa Çalan’dı, bir ya da iki kez görmüşlüğüm vardı, ama konuşmuş, dertleşmiş değildim. Diyarbakır isteğe bağlı olarak küçük bir yere dönüşebiliyor, muhtemelen karşılaşacak, sanatı ve sinemayı konuşuyor olacaktık. Barışın ölülülerle mi yapılacağı sorusu ilk o zaman düştü zihnime ve düştüğü yeri yakmaya başladı. Bir anlamı var mıydı olup bitenin? Daha iyi günler için miydi bu ateş? Bu duyguyu biliyorum işte! Benim onu koklamam için burun deliklerime dayatılan duyguyu! Kan ve barut kokuyor, yanmış, kızarmış bedenlerden yayılan... Ama öncesi? Öncesinde alelade –var mı buraların aleladesi?– bir Diyarbakır sabahına uyanmış, Robîn’le –î’si şapkalı– dışarı çıkmıştık. Onun bitmek tükenmez soruları, benim düşünceli yanıtlarım, bir Doğu girdabının içine çekiliyor dudaklarımızdan dökülen ne varsa, o gün, o saatlerde. Ona karşı mahcubum, Robîn’e karşı. Mahcup sözcüğünü buradan okumak gerekir,lirik evet, ama kesinlikle dramatik değil. Metni birlikte kaleme aldık diyebilirim, sadeleştirdik, ne kadar başarılı oldum bilmiyorum. Ben onun duygularını dile getirmeye çalıştım, o ise benim içsesim oldu. Canlı bir güvercine barış nasıl anlatılır? böyle çıktı. Ne için, kimin için? Onu duyacak birileri çıkar diye, bir vicdan sahibi çıkar diye.

Medyanın acı haber kontenjanı var

Videoyu ilk izleyip, dinlediğimde aklıma Hrant Dink’in ‘güvercin tedirginliği’ geldi. Oğlun Robin’in konuşmaya çalıştığı paçalı, Amed’li bu beyaz güvercinin ruh hali nedir?

Evet,Hrant Dink... ‘Kekê Hrant’, Amedlilerin deyişiyle. Hiç, ama hiç atamadım bu tedirginliği üzerimden. Güvercinin tedirginliği, onun görüp, tanık olduklarından kaynaklanıyordur, bu tetikte olma hali değil, sizi arada yoklayan bir dalga gibi, gelip geçiyor, ama bitmiyor. Onun tekrar geleceğini, sizi yoklayacağını biliyorsunuzdur, tam da bundan söz ediyorum. Hrant’ın katliyle, barışa dair pek çok umudu da öldüreceklerini hesaplamışlar mıydı? Sanmıyorum. Ama böyle oluyor işte, kimi güzel insanların öldürülmesi, boşluğun halkasını genişletiyor. Bu adam, bu vakur adam, Türkiye’de öldürüldü. Kâtili içeride yedirildi, içirildi, semirdi... Tahammül edemiyorum o görüntülere! Devlete de, onun adaletine de güvenmiyorum! Nasıl güvenirsiniz diye söylenir ya Ezra Pound, öyle işte!

Sorunuza gelince, aslında uzun bir zamandır bir ruh hali üzerinde düşünüyorum sevgili Evrim, düşük yoğunlukta seyreden savaşın en berbat yönlerinden biri de, ne zaman sonlanacağını bilmiyor olmanızdır. Yani bu savaş, elli yıl daha bu tempoda sürebilir. Kürtler ölür, Türkler ölür, ama sonuçta gençler ölür ve hiçbir şeyde elde edilmez. Bu devletin ve medyasının bir acı haber kontenjanı var, bir de şurada sivil öldü tekerlemesi. Ben bunları yazarken, Cizre’den ölüm haberleri geldi ve öldürülenlerden ikisi çocuktu. Biri yedi, diğeri on yaşında. Barış Süreci bitti mi sahiden? Sonrası bu mu yani? Eh yani, bravo bize! Umudumuz var demek istemiyorum, buna inanmıyorum çünkü. Umut, siyasetçinin artık, benim değil, bu sözcük bana aitmiş gibi gelmiyor. Robîn’in –sevgili Şavkar Altınel söylemişti ilk karşılaşmamızda bu ismin narbülbülü veyahut kızılgerdan olduğunu– Kürtçedeki karşılığı gün kokusu veyahut günü, güneşi gören, bu kokuyu özleyen bir ruh hali içinde olduğunu söyleyebilirim o paçalı güvercinin.

- Dil tercihinde tereddüdün oldu mu? Bunun alt anlamları var mı?

Hayır, olmadı. Ta baştan Türkçe olmasına karar kıldım. Buraya değil, barış çağrısına kulak tıkayanlara seslenecekti. Onların diliyle seslenecekti. Kürtçenin hiçbir güvencesi yok, o zaten ya Yaşayan Diller kategorisinde veyahut Bilinmeyen Dil kategorisinde. Belki sadece böyle bir alt metni olabilir, ama daha fazlası değil. Robîn her iki dili de kullanabiliyor, ben de, annesi de onunla Kürtçe iletişim kuruyoruz. Kürtçenin Bir geleceği var mı peki? Şimdi yok, muhtemelen yakın bir zamanda da olmayacak. Robîn’in tereddütleri var tabii ki, anadilini konuşan her Kürt çocuğunun tereddütleri var, o da karşıdakinin Kürtçeyi bilip bilmemesiyle alakalı. Ah, bu öyle büyük bir sorun ki!?

(*) Burada Barış yazıyor

‘Önyargıları olan özgür değildir'

- Bu iş, en özgür olduğunu düşündüğümüz varlığın bile kendi hayatının (önyargıların) kafesinde yaşadığı fikrine mi dayalı?

Önyargılara sahip bir varlık özgür değildir. Bu video, savaş süresince oluşmuş tüm önyargıların da altını oymaya başlıyor, hem de ilk cümlesiyle: “Açıkçası sevgili beyaz güvercin, barışı, pek itibar görmeyen hayatımız cehenneme dönmeden önce konuşmalıydık, şimdi değil!” Zamanla, ben de önyargılarımdan arındım, hiçbir dilin kötü olmayacağını, bu karanlığın sorumlusunun bir dil olamayacağını, Nazi vahşetinden ötürü güzelim Almanca’yıdüşman ilan edemeyeceğimizi, hiçbir dilin ırkçı potansiyeller taşımadığını vs. her fırsatta dile getirdim. Ne ki, Kürtlere ve Kürtçeyeyönelik olmusuz bakışın önyargıların ötesinde olduğunu düşünmekteyim. Dilin içine sinmiş ve dilin zamanla o sinmiş olana dönüştüğüölümcül bir hakikatten söz ediyorum ve gelen her iktidarın bu balonu şişirdiğini söylüyorum. Bizleri önyargılarımız bitirecek, bombalar değil. Kafeste yaşama fikrine gelince, kimse bile isteye o kafese girmez, kendini hapsetmez, tutsaklığına boyun eğmez o paçalı beyaz güvercin gibi. Zaten salıverdik... Uçup gitti.

- Videoyu tekrar izleyince, nedense aklıma adada tutsak bir kişi geldi. Yorumun nedir?

Ve akabinde kosterin bozuk olduğu mavalı... Kosterin hangi durumda bozuk, hangisinde çalışır halde olduğu da, son derece konjonktürel. Devlet, vermek istediği mesajı her şekilde veriyor zaten. Ancak, her üç beş ayda bir Kürtlerin tepkisinin hangi düzeye çıktığını test etmeyi –kimileyin birebir, kimileyin paramiliter yapılar üzerinden– anlayabilmiş değilim. Farkına varmadan, kimi yasaların çıkması için canla başla mücadele etmişolabiliriz.

- Sana günümüz Türkiye’sinde sınırsız yetki verseler, yapacağın ilk üç şey ne olurdu?

Sınırsız yetkiyle aklımı oynatabilirim. Değişebilirim ve bana o sınırsız yetkiyi verenleri, bin pişman edebelirim. İş işten geçmiş de olabilir. Ama madem sordun, söyleyeyim: Kürtlere istediklerini verirdim, hem de hiç düşünmeden. Gaspettiğim ne varsa iade eder ve zulmettiğim tüm insanlardan özür dilerdim. Üç; bu sorunları çözdükten sonrayetkiyi iade eder, gerisin geri sanatıma dönerdim.

- Solo sergin “Çıkış Var”daki “Yapışık” adlı, çocukluğuna dair iş üzerinden yapacağımız bir alıntı da çok çarpıcı: “Devletle yapışık geliyorsun dünyaya, senin olan, aynı zamanda onundur.” Bunu biraz açar mısın?

Devlet bu, böyle görüyor. Bana ait olanın, aynı zamanda kendisine de ait olduğunu söylüyor ve buna inanıyor. Yani bir mülkiyet sorunu ile karşı karşıya kaldım. Yoksa, annemi tartaklayarak, benim çocukluk albümlerime el koymazlardı 90’lı yıllarda. O zaman da bana son derece anlamsız gelmişti bu gasp şekli. Bomba değil, mühimmat değil, çocukluk fotoğrafları! Yapışık buralardan geldi, fotoğrafı diptik olarak tasarladım, ama çerçevesinde radikal bir değişikliğe gittim, kırılacak, her an koparlıcakmış gibi... Eğreti duruyor, belki orada olmaması gerekiyor...

Otobiyografik bir çalışma, ama zaten serginin bütünü, bunu böyle olması gerektiğini söylüyor, her çalışmada ayrı ayrı işlenmiş bir çocukluk da var. Bir türlü bir araya gelemeyen bir çocukluk, ki bu cümle, ‘Canlı bir güvercine barış nasıl anlatılır?’ videosunda da var.

Bugün de çok insan öldürülecek

- Bugün Dünya Barış Günü. Ne hissediyor ve umuyorsun?

Bugün de çok insan öldürülecek, dünyanın çeşitli yerlerinde, kadınlar, çocuklar öldürülecek. Bugün
de korkunç şeyler olacak dünya genelinde. Bugün Dünya Barış Günü diye, kötülük es vermeyecek,
çalışacak gün boyu. Açlıktan ölenler de olacak, susuzluktan ölenler de. Kaçak göçmenler kafile
kafile çıkarılacak havasızlıktan can verdikleri teknelerden. Allah ve din adına da birileri kafa kesecek,
polisler ateş açacak yoldan geçenlere… ve bizler, “Olacak gibi değil!” diyeceğiz her seferinde.
Daha adil olmayacak yaşlı gezegen, daha insan olmayacak, daha insan bakmayacağız… Bu, sıradan
bir dünya günü işte, sıradan bir Türkiye sabahı, sıradan bir Kürdistan akşamı...