Latife Tekin’den ‘Altınçayır Vadisi’nin Çocukları’
Latife Tekin’in büyüleyici dili, ekosofistliği ve direnişçi ruhu, Altınçayır Vadisi’nin Çocukları adlı ilk çocuk romanından süzülüp; rüya, masal, efsane, fal ve gizem birleşiminde çocuk okura tılsım olup yağacak. Bir dilek gibi.
Simlâ Sunay / Cumhuriyet Kitap EkiOtları çiçekleri duyabilmek için
Latife
Tekin coğrafyayla birlikte konuşan bir yazar. Hem doğayı konuştur
hem de insanbiçimci olma… Doğa merkezinde kalmayı işte bu
“birlikte konuşma” ile yapabiliyor olmalı. Bu ne fantazya ne de
üstgerçekçilik/gerçeküstücülük, tanımlaması zor ve gereksiz
de. Okurken sözgelimi, kapanmış bir madenin hayalet maden işçileri
(köleleri) ip merdivenlerle bir dağı tırmanırken sırtlarına
vurulan kırbaçları işittiğimizde bunun “gerçeküstü”
olduğunu düşünecek zamanımız yok, rüzgâr taşlara vuruyor
aynı anda, dallar çatırdıyor. Efsane ne, doğa ne, ayrım nerede
bilemiyoruz. Her ikisine de inanıyoruz. Efsane doğayla aramızdaki
dil, doğa efsaneyle aramızdaki ses oluveriyor. Latife Tekin,
doğayla kültürü birleştiriyor.
Romanda, doğadaki her şeyin hareket halinde olması, dille insana bağlar atması, olay örgüsünü bir sis gibi çepeçevre sarması, cansızın da adlı sanlı canlı olması, sanılanın aksine çocuk okur için “yeni”dir. Çünkü fantazya metaforla oluşur, Tekin’in romanındaysa metafor olmadan, kendi olarak konuşuyor doğa. İnsan doğaya karışıyor, doğa insana. Doğa bir çevre değil, orada, dışarıda bir “yer” değil. Kültürü “doğa dışı” olarak öğrenmiş çocuk okur bu roman vesilesiyle doğayı ve kültürü iç içe tartışabilir. Bu olanağın araçları olarak masalları ve efsaneleri yeni ve farklı bir bakışla yeniden değerlendirebilir. Otları çiçekleri duyabilir…
COĞRAFYA
Romanın geçtiği yer ilk bakışta Ege’nin balıkçı, zeytinci bir köyü olarak düşünülebilir. Antik tarihin toprağının üstünden fışkırdığı, altın madeniyle sularının zehirlendiği, babaların sakat kaldığı, kanserin ve arsa simsarlarının kol gezdiği tanıdık bir köy… Ancak günlerce süren yağmurlar, “keçi dumanı” adında bir türlü kalkmayan sis, dik dağlar, fırtına romana Karadeniz’i de getirip oturtuyor sanki. Fıstık, çiriş derken tüm Anadolu, Altınçayır Vadisi’nde birleşiyor. Çünkü romanın temel meselesi madencilik, Anadolu’nun her yerine yayılmış bir bela. “İçi dolu çuvallarla elleri başlarının üstünde iki büklüm yürüyen yarı çıplak” köle adamlara (Karaboğular) benzeyen, korkutucu biçimli kayalıklarla dolu Kızıl Dağ, Kuru Ağaçlar Korusu, Siyah Orman, köylülerin Ağılı (Zehirli) Çanak dediği Kirli Göl, Küllü Mağara, Şelale Boğazı’nın Karpuzlu Şelalesi, lüks Altınpark Sitesi, antik tiyatroların, dehlizli mahzenlerin, sarayların üstüne kurulmuş tek katlı evler, terk edilmiş meyve bahçeleri, Küçük Savurgan ve Büyük Savurgan adlı meşhur rüzgârlar, yel değirmenleri, masal kuşları, adını ilk kez duyduğumuz otlar, benekli mantarlarıyla “altından değerli” bir vadi Altınçayır… Altınçayır’da geçmiş ve gelecek iç içe. Zaman aklını yitirmiş. Kirlilik nedeniyle nüfusu azalmış. Arkadaşı Semagül de bu göçe takılıp gidince, kendini yalnız hisseden Asinaz adlı kız çocuğunun izinde Altınçayır’ı ya da Türkiye haritasında parmağımızı değdireceğimiz herhangi bir noktayı toprak üstü ve altıyla bambaşka tanıyoruz.
ASİNAZ
Romanın başkarakterinin ne adı ne de bir kız çocuğu olması tesadüf. Muinar’dan da biliyoruz ki Tekin bir ekofeminist, “naz”ı gören ama önüne “asi”yi koyan sesleniş bundan. Asinaz’ın büyücü, falcı, cadı, kocakarı büyükannesi Sultanay Dudu’nun mirasını taşıması da. Coğrafyayı hafızasına belleyen ve geleneği dantel gibi işleyip işleyip de aktaran kadın kuşaklardır ancak. Asinaz’ın kederini, özlemini mandalina kokulu mektuplarından okuyoruz. “İnsanın arkadaşından ayrılması çok üzücü” (sayfa 25), Asinaz ile Semagül’ün en büyük hayali geçmişe gitmek. Geçmiş daha güzel demek ki; kül ve siyanür gelmeden öncesi. Zehirden öncesi.
Köyde çocuklar bazı tercihlerle gruplaşmış; Hayalciler, Altıncılar, Bilimciler, Kuşçular ve daha sonra kurmayı düşündükleri Liderler grupları… Köyün Hayalciler Grubu’nu kuranlar da Asinaz ve Semagül’dür. Bu gruplar arasında çocuklar birbirleriyle çatışıyor, zaman zaman yer değiştiriyor, ayrılıyor ya da birleşiyor. Bir gruba dâhil olmak o kadar da kolay değil; örneğin Hayalci olmak için bir test var, hayal kurmanın önündeki engelleri bilmelisiniz. “1. Gerçekler/ 2. Daha önce kurulmuş hayallerin saçmalığı / 3. Rüyayı hayal saymak / 4. Kırık hayaller / 5. Sınırlar / 6…” Altıncıyı da siz bulmalısınız.
Yazar, aralarındaki yarı şaka yarı ciddi çatışmalar, kavgalar, aşklar, kıskançlıklar; sokakta, “dışarıda” sosyalleşmeye, büyümeye çalışan, yer yer büyükleri taklit eden çocuk karakterleri gerçekçi bir bakışla yansıtıyor. Okuru Hayalciler Grubu’nun yanına çekse de belli bir fikir ve düşünceye saplanıp kalmıyor, çok yönlü tartışıyor. Kimi zaman gelecekten yana kimi zaman geçmişten yana felsefi münazara açıyor, hayalcilikle materyalizmi kıyaslıyor.
Asinaz’ın en büyük dileği Semagül ile yeniden buluşmak, bunun için büyükannesinin kocakarı yöntemlerine başvuracak, tavsiyelerini alacak. “Günlerdir yağan yağmur, dereleri taşırıp kayalıklarını yıkadığı vadiye hafif bir çisentiyle veda edecekti artık. İki ağacın arasından geçip toz inceliğinde uçuşan bu son damlacıklara yüzünü verenlerin ümitleri boşa çıkmaz, hayalleri gerçek olurdu.” (sayfa 13). Yüzüne çiy yağması birinci dilek gerçekleştirendir. “Semagül’e kavuşmak istiyorsan, görülmedik bir çiçek ya da bilinmedik, tadımlık bir ot bulup getirmelisin.” (sayfa 57). İkinci dilek gerçekleştirecek olan da bilinmedik ottur. Ancak Altınçayır’ın çok önemli bir derdi var, kapanan maden ocağı yeniden açılacak ve zehir canlanacak. Büyükannesi Sultanay Dudu’nun önderliğinde köylülerin bir kısmı ve çocuklar bir direniş başlatacak.
Dileği olsun diye aradığı ve sonra ne iyi ki rastladığı mavi, haberci, masal kuşu gökkarga (üçüncü dilek gerçekleştiren) eşliğinde Asinaz’ın büyükannesiyle birlikte geçmişe (büyükannesinin çocukluğuna) yolculuğu ve madene karşı direniş eylemleri arasında macera hiç kesilmeden iki yönlü akacak. Yoksa Sultanay Dudu’nun dileği de çocukluğuna gitmek midir? Geçmişe yolculuk Asinaz’ı atalarıyla ve efsanelerle yüzleştirecek. “Büyükannesi, babası, annesi ve o, Asinaz, bir masalda yaşıyorlardı.” (sayfa 89). Ancak her şeyi düzeltmek için ne kadar geçmişe gitmek gerek, işte büyük soru bu!
MASAL GÖZÜNDE DOĞA
Romanda, hikâyeyi kendi boyutunda yansıtan bir masal da vardır. Karpuzlu Şelale’nin ve Aslında Altınçayır’ı var eden coğrafyanın şekillerinden, biçimlerinden, renginden ve kokusundan çıkma, aslında coğrafyayı var eden, adlandıran bir masal. Masal ya da efsane eski de olsa hikâyenin geçtiği zamanla ilişki kurar, adeta kişiler eşleşir. Maden sahibi, kral Tusula olabilir sözgelimi, Balıkçı Kaptan’ın oğlu Alyamolis; Alimert, âşık olduğu, bahçıvanın kızı; Asinaz ve masalda engelleriyle serüveni sürükleyen Dev ve kızı da toprak satan köylüleri imler. Kahramanların her biri türler arası başkalaşım içindedir. Dev, keçiye, Alyamolis ve bahçıvanın kızı çiçeğe dönüşebilir. Tıpkı Karaboğular dedikleri köle işçilerin kayalaşması, (zulüm gördükleri, hakları yendiği için mi) hayalet gibi dolaşması... Sonra, o meşhur “savurgan” rüzgârlar Dev’in nefesidir. Mavi gökkarga pek tabii ki yol göstericidir, Zümrüdüanka. İşte tam da böyle; efsane doğayla aramızdaki dil, doğa efsaneyle aramızdaki ses oluverir. Biz efsaneyle doğa oluruz, otları çiçekleri duymaya başlarız. Bütün ayrımlar silikleşir. Karaboğular peşimizdedir, evet zulüm gördükleri için, hakları yendiği için. Arkamızı dönüp onlara bakarsak, dileğimiz gerçek olacak, çocukluğumuza gideceğiz.
Altınçayır Vadisi’nin Çocukları / Latife Tekin / Resimleyen: Mehmet Tekin / Editör: Mehmet Erkurt / Can Yayınları / 92 sayfa / 2020 / 12 + yaş