Laiklik ve Susan Aydınlar
cumhuriyet.com.trAtatürk ilkelerini temel alan Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkarak dine dayalı bir devlet düzeni kurmak isteyenlerin laikliği hedef almaları boşuna değil. Türk devriminin temel taşı olan laikliğin içinin boşaltılması,
kamu alanlarında dini sembollerin ve giderek din kurallarının hâkim kılınması ile, demokratik düzenin yıkılıp halkın iradesinin olmayacağı, tüm güçlerini dinden alan dini liderlerin dikta idarelerinin ortaya çıktığı bir ülke durumuna gelirsek hiç şaşmayalım.
Atatürk devrimlerinin temeli akılcılıktır. Atatürk aklı ön plana alan bir düşünce sistemi geliştirmiştir. Aklın ve mantığın süzgecinden geçmemiş hiçbir eylemi yoktur. Boş inançlar ve dogmalarla hareket etmemiştir. O yüce insanın “Manevi mirasım akıl ve bilimdir” demesinin ve Türk gençliğine miras olarak bilimi bırakmasının anlamı budur. Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in bir sorusuna verdiği yanıtı İsmet Giritli “Kemalist Devrim ve İdeoloji” adlı eserinde “Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin, mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar” sözleriyle yer almaktadır.
Dinler arasındaki fark
Bu nedenle laiklik ilkesinin anlamının, kapsamının ve öneminin çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu, “Laiklik Türk devriminin temel taşıdır” der. Prof. Dr. Eralp Özgen de laikliğin önemini şöyle vurgular: “Devlet ve toplumun temel taşı olan laikliğin tanımını Batı ülkelerindeki tanımlarda aramak hatalı olur. Çünkü ülkemizde laiklik, ülkemizin özelliklerine göre anlam kazanmıştır. Bu açıdan Batı ülkeleri ile aramızdaki en önemli fark, ülke nüfuslarının çoğunluğunun inancını teşkil eden dinler arasındaki farktır. Batı ülkelerinin nüfuslarının çoğunluğunun inancını teşkil eden Hıristiyanlık, kökeninde dünyevi egemenlik iddiası bulunmayan bir dindir ve bunun sonucu din ve devlet birbirinden kesin sınırlarla ayrılmıştır. Oysa ülkemiz nüfusunun büyük çoğunluğunun inandığı İslam dininde din ve devlet birbirinden ayrılmamıştır. İslam dini dünya işlerine ilişkin çeşitli kurallar, özellikle şeriat adı altında kişi hukuku, miras hukuku, yargılama hukuku, ceza hukuku ve diğer hukuk dallarına ilişkin pek çok hüküm öngörmektedir. Ülkemizde laiklik, bir düşünce sistemi olmaktan önce, ismi konmadan devletin temel niteliği yapılmış, Cumhuriyet ile birlikte laikliğe aykırı unsurların teker teker ayıklanması işlemine girişilmiş ve nihayet kavram olarak laiklik 1937 yılında anayasaya girmiştir.”
Medeni Kanun
Atatürk’ün Türk devrimini laiklik temeline oturtmasının nedeni budur. Laikliğin adı konmadan devrimler peş peşe gerçekleştirilebilmiştir. Halifeliğin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, eğitim birliğinin sağlanması, Medeni Kanun’un yürürlüğe konulması, kılık ve kıyafet yasası ancak bundan sonra gerçekleştirilebilmiştir.
Bu devrimlerin en önemlisi, bence, sosyal hayatta gerçekleştirilen devrimdir. Din kurallarından bağımsız laik bir düzen, 30 Kasım 1925 yılında çıkarılan 677 sayılı yasa ile tekke, zaviye ve türbeler kapatılmıştır. Mustafa Kemal bunun nedenlerini şu sözlerle anlatmıştır. “Ölülerden medet ummak medeni bir toplum için yüz karasıdır. Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamıyla medeniyetin saçtığı ışık karşısında filan ve falan şeyhin irşadıyla maddi ve manevi saadet arayacak kadar ilkel insanların medeni Türk toplumunda var olabileceğini asla kabul etmiyoruz. Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır.”
Bütün bunlar, ülkemiz koşullarının getirdiği laiklik, sadece din devlet işlerinin ayrımı anlamında değil her türlü dogmadan kurtulma anlamını taşımaktadır.
Hedef boşuna değil
Atatürk ilkelerini temel alan Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkarak dine dayalı bir devlet düzeni kurmak isteyenlerin laikliği hedef almaları boşuna değil. Türk devriminin temel taşı olan laikliğin içinin boşaltılması, kamu alanlarında dini sembollerin ve giderek din kurallarının hâkim kılınması ile, demokratik düzenin yıkılıp halkın iradesinin olmayacağı, tüm güçlerini dinden alan dini liderlerin dikta idarelerinin ortaya çıktığı bir ülke durumuna gelirsek hiç şaşmayalım.
Kamu kurum ve kuruluşlarının yemekhanelerinin ramazan ayında bakıma alınması, ilköğretim kurumlarında bile ramazan ayında oruç tutmayanların dövülmesi hatta öldürülmesi, kadınlarımızın kara çarşaflara sokulması, üniversitelerimize türbanla girilmesi, bilimsellik yerine ulemaya sorulması, okullarda mescitlerin açılması ve dahası...
Teokrasi ile yönetilen bir Ortadoğu ülkesi olmak istemiyorsak, çocuklarımıza çağdaş, uygar ve aydınlık bir Türkiye bırakmak istiyorsak hepimize, özellikle aydınlarımıza büyük görevler düşmektedir. Sadece edebi bağlılık nutukları atmakla, törenlerde en önde hazır bulunmakla bu ülkeye olan borcumuzu ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ne olan görevlerimizi yerine getirmiş olamayız.
Günümüzde doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti’ni ve laik düzeni hedef alarak onları yıkma kalkışmalarının başarı şansı olmadığı daha önceki denemelerle görüldüğü için, artık uzun vadeli bir mücadele stratejisi benimsenmiş ve özellikle laiklik ilkesinin adım adım, törpülene törpülene yok edilmesi çalışmalarına başlanmıştır. Ve ne yazık ki, bazı yetkililerin, bilerek ya da bilmeyerek bu plana alet oldukları görülmektedir. Yapılmaya çalışılan anayasa değişiklikleri ile hak ve özgürlükler adına laik Cumhuriyet budanmaya çalışılmakta ve teokratik bir düzenin temelleri oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bunun adına da kişisel hak ve özgürlükler denmektedir. Laik Cumhuriyeti yıkmak ne zamandan beri hak oldu?