‘La Casa De Papel’in yapımcısından yeni dizi: ‘White Lines’
Netflix’in yeni dizisi ‘White Lines’ İspanya’nın ünlü tatil beldesi Ibiza’da ölü bulunan bir İngiliz DJ’in esrarengiz hikâyesini anlatıyor. Dizinin oyuncularıyla bir Zoom söyleşisi yaptık.
Emrah KolukısaŞu sıralar herkes karantina şartlarında yaşadığından tüm dünyanın favori uygulaması Zoom ile buluşup sohbet etmek hiç zor değil elbette. Fenomen dizi “La Casa De Papel”in yapımcısı Alex Pina’nın ortak yapımcılığını üstlendiği “White Lines” dizisinin oyuncularıyla da Zoom üzerinden buluştuk ve karşılıklı keyifli bir sohbet yaptık.
Tom Rhys Harries dizide Axel rolünde.
İlk sohbetimizde Laura Haddock ve Tom Rhys Harries ile buluştuk…
Dizide 20 yıl önce Ibiza’da kaybolan ve günümüzde cesedi bulunan Axel karakterini canlandıran 27 yaşındaki İngiliz oyuncu Tom Rhys Harries dizide oynamayı neden kabul ettiğini sorduğumuzda “90’lı yıllarda İspanya’da Ibiza’da DJ’lik yapan bir karakter… Bunu bana kabul ettirmek hiç zor değil doğrusu” diyor ve ekliyor: “Üstelik Alex’in o hınzır zihnini, eklektik tarzını, yaramazlık peşinde olan kafasını çok seviyorum.”
Laura Haddock
Onun kız kardeşi Zoe rolünde ise Laura Haddock var. Kardeşinin 20 yıl sonra ortaya çıkan cesedini teşhis etmek ve olayın ardındaki sır perdesini aralamak için Ibiza’ya gidiyor ve macera da aslında onun bu yolculuğuyla başlyor. “White Lines” aslında bir ensemble işi, tüm oyuncular hemen hemen eşit derecede ağırlığa sahip ama Laura Haddock’ın oynadığı rol hepsine nazaran biraz daha ön planda.
Haddock daha önce “Guardians of the Galaxy” filmlerinde ve “Transformers” serisinin son ayağı “The Last Knight”da rol almış deneyimli bir isim ve “White Lines”da oynamak istemesinde Alex Pina adının katkısı olduğunu gizlemiyor.
“Bana gönderdikleri bölüm senaryoları çok iyiydi” diyen Haddock şöyle devam ediyor: “Alex Pina’ya zaten büyük bir hayranlığım vardı, “La Casa de Papel”i aralıksız izlemiştim ve onun yeni dizisinde oynamayı da güzel bir fırsat olarak gördüm. Hem hikâyeyi hem de Zoe karakterini çok sevdim ve her şey de böyle başladı işte.”
‘İSPANYOLCA ROMANTİK BİR DİL’
Dizide İngilizce ve İspanyolcanın bir arada konuşulduğunu hatırlattığımızda Haddock “Bu gerçekten çok ilginç oldu benim için. Çok iyi İspanyol oyuncuların yer aldığı bir kadromuz var ve onları ana dillerinde konuşurken izlemek bir keyifti. İspanyolcanın ne kadar lirik ve romantik bir dil olduğunu fark ettim. hatta bazı repliklerin İspanyolcası bana İngilizce tercümesinden daha güzel geldi” diyor.
Bu noktada söze karışan Harries İspanyolca konuşmaya başlıyor ve anladığımız kadarıyla “Az buçuk İspanyolca konuşabiliyorum” diyor ve İngilizce olarak ekliyor: “Aslında utanıyorum biraz çünkü çok daha fazla İspanyolca öğrenmeliydim ama olmadı. O kadar çok çalıştık ve içerik de o kadar yoğundu ki, istediğim kadar vakit ayıramadım İspanyolca öğrenmeye, artık sette ne kaptıysam o kadar.”
‘SANAT BİZİ BİRLEŞTİRİYOR’
Söz dönüp dolaşıp koronavirüs salgınına ve karantinaya geliyor elbette. Harries tiyatro sahnesinde rol aldığı “Martı” (A. Çehov) adlı oyunun yarım kaldığını söylüyor. “Bu çok uzun zamandır yaşanan en büyük pandemi ve insanların hayatına mal olan bir kriz. Kısıtlamlar ne zaman kalkar bilmiyorum ama bekleyeceğiz bir süre daha ve geçecek. Ama şuna da şükrediyorum bir yandan, dizimizin çekimleri ve montajı kısıtlamalar başlamadan önce bitmişti. Bu anlamda şanslıyız.” diyor ve ekliyor:
“Şu sıralar hikâyelerin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bizi birleştiren her şey, sanat olsun, gazetecilik olsun, hep çok önemli amaçları var şu günlerde.”
Laura Haddock ise “Çok tuhaf günlerden geçiyoruz. Bilinmeyen çok şey var ve kimsenin de bir yanıtı yok. Ne kadar korkunç olsa da yaşananlar, insanlar bir şekilde adapte olabiliyorlar, bunu çok etkileyici buluyorum.” diyor ve ekliyor: “Tüm bunlardan olumlu bir şey çıkarmak gerekirse, yaratıcı sanatlar bu süreçte insanları rahatlatmak adına çok önemli bir rol üstlendi ve ben de bunun bir parçası olduğuma mutluyum.”
Angela Griffin dizide Anna rolünü canlandırıyor
Haddock ve Harries’e veda ettikten sonra Angela Griffin’e bağlanıyorum.
Kadronun en deneyimli isimlerinden olan ve 2008 yılında başrolünü Dustin Hoffman’ın oynadığı “Last Chance Harvey” adlı filmde oynayan Griffin geçen yıl da Idris Elba’nın bir DJ’i canlandırdığı “Turn Up Charlie” adlı Netflix dizisinde rol almıştı. Yani “White Lines” onun ikinci Netflix dizisi ve ikisinde de çekimler için İspanya’ya gitmiş.
Dizide oynadığı Anna karakterinin “Narsisist, kendisine tapınılmasını isteyen, egosu çok yüksek biri” olduğunu söylüyor ve ekliyor hemen: “Bana hiç benzemiyor aslında. Belki de bu yüzden oynamak istedim bu karakteri.”
Diziyi henüz izlemeyenler için küçük bir parantez açalım; Anna da aslında diğer arkadaşları gibi 90’lı yıllarda Ibiza’ya gelmiş ve burada evlenip kendine bir hayat kurmuş. Ama sonradan boşanıp farklı bir yola sapan Anna şimdilerde erotizmin sınırsızca yaşandığı özel partiler organize ediyor. Axel’in nasıl öldüğü konusunda onun da gizlediği bazı sırlar var elbette.
‘OYUNCULUK EN BÜYÜK TUTKUM’
Ibiza’da çekim yapmanın bir hayli pahalıya mal olduğunu söyleyen Griffin “Hem ‘Turn Up Charlie’de, hem de bu dizide çekimlerin büyük kısmı Majorca ve Madrit’te yapıldı. Beş ay süren çekimlerin belki 10 günü gerçekten Ibiza’da yapıldı. Benim sahnelerimini hiç biri Ibiza’da değildi ama, ona biraz üzüldüm” diyor.
Yıllarca çeşitli TV kanallarında sunuculuk yapan Griffin’e oyunculuğu mu yoksa sunuculuğu mu daha çok sevdiğini soruyorum. Hiç düşünmeden “Kesinlikle, yüzde bin oyunculuğu tercih ederim” diyor ve ekliyor: “Oyunculuk benim en büyük tutkum.”
“Last Chance Harvey” film için Dustin Hoffman ile kamera karşısına geçen Griffin’e yeniden Hollywood’da çalışmak isteyip istemediğini de soruyorum. “Bazı şeyler için biraz yaşlandığımı düşünüyorum.” diyor 43 yaşındaki Griffin ve “Bu yaştan sonra Hollywood’a gidip star olacağım gibi hayaller biraz silindi artık, önemli olan yapacağım işin kalitesi, nerede olursa olsun.” diye de ekliyor.
‘ZOOM ARTIK EN İYİ ARKADAŞIM OLDU’
Griffin’in karantina sırasında çekimlerine başlanan “Isolation Stories” (İzolasyon Hikâyeleri) adlı dizide de rol alıyor. Dizinin çekimlerinin nasıl gittiğini sorduğumda Griffin “Kapıma bir sürü ekipman getirdiler.” diyor, “Tabii hi her şey sterilize edilmişti ve yüzünde maske olan bir adam kapı önünde bana neler yapmam gerektiğini gösterdi. Bunu şöyle yapacaksın, şunu suraya takacaksın diye tek tek bana ve kocama gösterdi. Kocam da benim çekimler sırasındaki film ekibim oldu haliyle. Teknolojinin ne kadar geliştiğine inanamadım. Ben kameranın karşısına geçtim ve görüntü yönetmeni ile kameraman uzaktan bağlanarak kamerayı idare ettiler. zaten çekilen şey de Zoom ile yapılan bir terapi seansı idi. Çok ilginç, dört hafta önce Zoom nedir hiç bilmiyordum, şimdiyse en iyi arkadaşım oldu. (gülüyor) Bir hisse senedine para yatıracak olursam bu kesinlikle Zoom olur.”
Cel Spellman (büyük fotoğraf) ve Daniel Mays dizide DJ marcus karakterinin gençliğini ve günümüzdeki halini oynuyorlar.
Son olarak dizide aynı rolün farklı yaşlarını canlandıran Daniel Mays ve Cel Spellman ile buluşuyoruz.
“White Lines”ın en renkli karakterlerinden Marcus’un gençliğini oynayan Cel Spellman (‘Kel’ diye okunuyormuş adı)oyuncu kadrosunun da en gençlerinden. 24 yaşındaki oyuncu “White Lines” için seçmelere katıldığı gün başına gelen ilginç bir tesadüfü şu sözlerle anlatıyor: “Seçmeden sonra akşam bir arkadaşımla buluştum ve bana ‘La Casa De Papel diye bir dizi var, mutlaka izlemelisin’ dedi. Ben de ‘daha bugün o adamın yeni dizisinin seçmelerine katıldım’ dedim. ‘La Casa De Papel’i ilk kez o gün duydum yani ve oturup izledim. Müthiş bir diziydi gerçekten ve sonra ‘White Lines’a dahil olunca onun o zengin dünyasına ben de dahil oldum bir şekilde.”
Daniel Mays
‘ALEX PINA’YI HİÇ DUYMAMIŞTIM’
Kadronun deneyimli oyuncularından Daniel Mays diziden önce Alex Pina’nın kim olduğunu bilmediğini söylüyor ve “Açıkçası ‘La Casa De Papel’i de hiç izlememiştim” diyor. “Yani benim için senaryonun ve karakterlerin kalitesi ön plandaydı. Hikâyenin Ibiza’da geçiyor olması ve iki farklı ulustan oyuncuların rol alması gibi şeyleri de ekleyince, bu iş iyi yapılırsa çok müthiş bir şey olabilir diye düşündüm. Üstelik yapımcılardan biri de ‘Crown’ dizisinin yapımcısıydı, ki bu da beni bir hayli umutlandırmıştı. Sonuçta 10 bölümünü izledim dizinin ve çok da gurur duydum doğrusu.”
Marcus da bir DJ ve işin ilginç yanı da Cel Spellman’ın kısa bir süre DJ’lik yapmış olması. Bunu hatırlattığımda “Evet DJ’lik yaptım biraz ve şu sıralarda İngiltere’de bir radyo programı sunuyorum” diyor ve ekliyor: “Tabii ki dizideki karakterler Axel ya da Marcus kadar iyi bir DJ değilim, ama biraz deneyimim var evet. Dizide benim oynadığım dönem 90’lı yıllar ve o zamanın müziği ile bugünün müziği bir hayli farklı. 90’larda dans müziği, tekno, house gibi türler anaakım sayılmıyormuş, ve küçük klüplerde çalınıyormuş daha çok. O dönemi öğrenmek, tekno müziğin ilk çıktığı yılları araştırmak güzeldi. Çok heyecan verici zamanlarmış o yıllar.”
Söze giren Daniel Mays “Evet, Cel genç Marcus’u oynuyor, bense daha yaşlı, karizmatik, yakışıklı versiyonunu…” diyor ve herkesi güldürdükten sonra oynadığı karakter hakkında şunları söylüyor: “Buradaki arkadaş grubu birbirine çok bağlı tipler ve 20’li yaşlarındaki Marcus da gruptaki Anna’ya sırılsıklam aşık oluyor. Evlenip çocuk yapıyorlar ama o da kendince DJ’lik yapıyor ve Axel’ın peşinden Ibiza’ya gidiyorlar. Daha sonra boşanıyor ve yıllar içinde gitgide çaresiz bir adama dönüşüyor. Biz onu günümüzde uyuşturucu satan, su sporları işiyle uğraşan biri olarak görüyoruz. Sevimli bir serseri olarak tanımlayabilirim onu, kurnaz ve yolunu bulan birisi her zaman.”
Cel Spellman’ın ‘İyi haberler’ adını verdiği ve sosyal medyadan paylaştığı bir girişimi de var. Bununla ilgili olarak “Bir süredir bu konuyu düşünüyordum aslında. Her gün dünyada içimizi karartacak çok fazla şey oluyor, ama bir yandan güzel şeyler de oluyor. Ben de bunlardan bahsedip insanların içine biraz ferahlık serpmek istedim” diyor.
Daniel Mays ve Cel Spellman
‘SAM MENDES İLE ÇALIŞMAK MÜTHİŞ BİR DENEYİMDİ’
Son iki yıldır neredeyse durmadan çalıştığını söyleyen Daniel ise “Şu sıralar çalışmadan evde oturmak çok kolay değil doğrusu benim için. Evde kalmak ve ailenle bir arada olup onlarla bir bağ kurmak için tüm mantaliteni yeniden ayarlaman gerekiyor. Ama doğrusu artık işe geri dönmek istiyorum galiba.” diyor.
Daniel Mays’in son filmlerinden biri de Sam Mendes imzalı 1. Dünya Savaşı epiği “1917”. Mendes ile çalışmanın nasıl bir şey olduğunu sorduğumda şöyle yanıtlıyor Daniel: “İnanılmaz bir deneyimdi. Sadece üç gün setteydim ben ama şunu söyleyebilirim ki Mendes ile çalışmak müthiş bir deneyim. Çekimler sırasında hava durumu çok önemliydi, yani yağmurda ya da güneşli havada çekemiyorduk, bulutlu olması gerekiyordu illa. O yüzden çok fazla beklediğimiz oluyordu, güneşin gitmesi için. Ben de bu beklemeler sırasında Mendes ile takılma fırsatı bulmuş oldum. “Road To perdition” hakkında, Paul Newman hakkında ya da “American Beauty” hakkında konuştuk bol bol. Bazen kendimi çimdikliyordum, gerçek mi bu sohbetler diye.”
‘AYNI YILDIZLARA BAKIYORUZ’
Cel’e WWF (World Wide Fund for Nature / Dünya Doğayı Koruma Vakfı) için yaptığı çalışmaları da soruyorum son olarak. Bunun kendisin için bir tutku olduğunu söyleyen Cel “Hayvanları ve doğayı oldum olası çok sevmişimdir. Ama son zamanlarda çevre ve doğa ciddi bir tehlike altında ve ben de bir oyuncu olarak sahip olduğum imkanları bu konuda bir farkındalık yaratmak için kullanmaya çalışıyorum. Hepimiz aynı gökyüzüne bakıyoruz ve geceleri hepimiz aynı yıldızları paylaşıyoruz. Be4nce hepimiz dünyamızı daha fazla sevmeli ve elimizden geleni yapmalıyız. Ben de kendi payıma düşeni yapmaya çalışıyorum işte.”
“White Lines”ın birinci sezon bölümleri Netflix’te izlenebilir.