Kuvayı Milliye Milli Mücadele’nin Başlangıcı

Dünkü yazımızda, 15 Mayıs 1919’da 100 yıl önce, Yunan askeri güçlerinin işgal amacıyla İzmir’e çıkışını ele aldık. Özellikle İzmir Limanı’nda demirleyen İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan savaş gemilerinin Yunan işgal güçlerini desteklediklerini belirttik. Bugünkü yazımızda, “Kuvayı Milliye ve Milli Mücadele ne zaman başladı” sorusuna yanıt aranacaktır.

Alev Coşkun

19 Mayıs 2019’da, Atatürk’ün Samsun’a çıkışının 100. yıldönümünü kutluyoruz. Türk halkının Ulusal Bağımsızlık Savaşı mücadelesinin yüzüncü yılındayız.

Mondros Ateşkesi’nden sonra, İzmir’den Kars’a, Kilikya ve Edirne’ye kadar çeşitli tarihlerde Müdafaa-ı Hukuk kongreleri Anadolu’da yaygın olarak toplanmaya başlamıştı. Sivas Kongresi’nden önce Anadolu’da 13 Müdafaa-ı Hukuk kongresi toplanmıştı. Bunlar birden fazla toplananlar dahil olmak üzere Kars, Ardahan, İzmir, Balıkesir, Nazilli, Alaşehir, Muğla ve Erzurum kongreleridir.

Kongre iktidarları

4 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi’nden sonra Anadolu’da Balıksir, Edirne, Oltu, Lüleburgaz, Afyon ve Pozantı’da olmak üzere 14 kongre daha yapılmıştır. Prof. Bülent Tanör, bu dönem için “Türkiye’de Yerel Kongre İktidarları” deyimini kullanmıştır. Ve bu başlıkla bir kitap yazmıştır.

Çoban ateşleri

Bunlar çoban ateşleriydi Anadolu’nun, Trakya’nın dört bir yanında başlayan yerel kongrelerdi. Ancak bu çoban ateşleri yanıp biten saman alevleri olmamalıydı. Bunların birleştirilmesi, vatanın bütününü kapsayan bir örgütlenmeye dönüştürülmesi gerekiyordu. Bu Milli Mücadele’nin önderlik konusuydu. Bunu da Atatürk başarmıştı.

Milli Mücadele kimilerine göre yukarıda belirtilen yerel kongrelerle başlamış oluyordu. Birçok yazar da, Milli Mücadele’yi 19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla başlatır. Bu konularla ilgili olarak “Kuvayı Milliye’nin Kuruluşu” ve “Samsun’dan önce Bilinmeyen 6 Ay” adlı kitaplarımı yazarken derinlemesine incelemeler yaptım. Bu konuya kısa bir girişle açıklık getirmek istiyorum.

Milli Mücadele ne zaman başladı?

Prof. Dr. Stanford J. Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye adlı iki ciltlik ve daha sonra yayımlanan İngilizce From Empire to Republic adlı 5 ciltlik eserinde, “Türk Bağımsızlık Savaşı”nın başlangıç tarihini Kasım 1918 olarak gösterir.

Son Suriye Savaşı’nda Mustafa Kemal’in tavrı

Biz bu düşünceye aynen katılıyoruz. Mustafa Kemal, en son Suriye-Filistin Savaşı’nda, Alman generali Liman van Sanders’in emrini dinlememiş ve askerlerini Suriye’nin kuzeyine doğru çekerek bir “hat”, bir “çizgi” belirlemişti. İngiliz askeri birlikleri de bu hattı geçememişti. Bu sınır çizgisinde durdurulmuştu. Daha sonra bu hat, misakı milli sınırı olarak kabul edilmişti. Aslında bir bakıma Milli Mücadele böylece, Mondros Ateşkesi’nden on gün önce başlamış oluyordu.

İngilizler, 26 Ekim 1918’de Katma’da bu birlikler karşısında ilerleyemediler, durmak zorunda kaldılar. Bunun anlamı şudur. Atatürk, Halep’in kuzeyinde Türk süngüleri ile bir sınır çizdi. Atatürk, Türk süngüleriyle çizilen o sınırı, misakımilli’nin güney sınırı olarak kabul etti. Bu durumu, sonradan Falih Rıfkı Atay’a şöyle anlatacaktı: “Gerek Erzurum Kongresi’nde gerekse Sivas Kongresi’nde Türkiye’nin milli sınırlarını tespit için ben Türk süngülerinin işaret ettiği bu hattı esas kabul ettim...”

İskenderun’u İngilizlere teslim etmek yaradılışıma uymaz

Mustafa Kemal’in Mondros Ateşkesi’nden hemen sonra atandığı Yıldırım Orduları Komutanı olarak İstanbul Hükümeti ile tartışma açması, Mondros Ateşkesi’nin koşullarına karşı çıkması, İskenderun Limanı’na çıkacak olan İngiliz askeri güçlerine engel olmak için silahla karşılık verilmesini emretmesi ve sonunda Ali Fuat Paşa ile görüşüp, ileriye dönük direniş örgütü kuruluşunun ilk önlemlerini alması, “Türk Bağımsızlık Savaşı”nın tohumlarının atıldığını gösteriyordu. Aslında bir bakıma Milli Mücadele böylece, Mondros Ateşkesi’nden on gün önce başlamış oluyordu.

Mustafa Kemal karşı çıkıyor

Saray, hükümet ve İstanbul basını Mondros Ateşkes Antlaşması’nı övüp göklere çıkaradursun, Yıldırım Orduları Komutanı olan Mustafa Kemal, 1918 Kasım’ının başında Genelkurmay Başkanlığı’na gönderdiği telgrafta, bu antlaşmaya sert bir biçimde karşı çıkıyor ve tarihin de haklı çıkardığı şu yorumu getiriyordu:

“Büyük Osmanlı Devleti, bu ateşkes antlaşması ile kendini hiçbir koşula bağlı olmaksızın düşmanlarına teslim etmeyi kabul etmiştir. Yalnız kabul etmiş değil, düşmanların ülkeyi ele geçirmesi için ona yardıma da söz vermiştir.”

Mustafa Kemal bu raporunda, “... Ülkenin baştan sona ele geçirileceğini ve saldırıya uğrayacağını... Bir gün Osmanlı Bakanlar Kurulu’nun da düşmanlar tarafından atanacağını” belirtmişti
Mustafa Kemal kendisine bağlı askeri birliklere bir talimat gönderdi ve işgallere karşı çıkılmasını istedi. Verdiği emirlerle Mustafa Kemal, fiilen Mondros Ateşkesi’nin hükümlerine karşı çıkıyor, aslında ileriye dönük önlemler alıyordu.

İskenderun işgaline karşı silah

Mustafa Kemal, kendisine bağlı birliklere gönderdiği emirde “İskenderun işgaline silahla karşı konulmasını” emretti.

Mustafa Kemal’in Adana’dan başkent İstanbul’la, o günün en ileri iletişim aracı telsiz telgrafla gerçekleştirdiği iletişim savaşı 8 gün sürdü.

Telgrafla iletilen bu ulusalcı görüşlere karşı İstanbul Hükümeti Mustafa Kemal’i yumuşatmaya çalışıyordu, ancak o tavır koyuyor, duraksamadan yanıtlarını veriyordu.

Atatürk’ün güçlü kişiliğinin ve siyasal öngörüsünün tarihsel kanıtları olan bu telgraflardan kimi önemli noktaları aşağıya alıntılıyoruz:

Ordular dağılacak, İngilizlerin ihtiraslarının önüne geçilemeyecek

“Pek ciddi ve samimi olarak arz ederim ki, ateşkes şartları hakkında yanlış anlayış ve düşünceleri ortadan kaldıracak önlemler alınmadıkça, ordular dağılacak ve İngilizlerin her dediklerine boyun eğecek olursak, ihtiraslarının önüne geçmeye olanak bulunmayacaktır.”

Mustafa Kemal bir başka telgrafında:

“Bu antlaşma olduğu gibi uygulandığı takdirde memleket baştan sona ele geçirilecek ve saldırıya uğrayacaktır... Düşmanların her dediğine baş üstüne demenin bütün Türkiye’ye bu saldırganların egemen olmasına yol açacağına kuşku duymamak gerekir...”

Atatürk’ün telgraflarından alınan bu cümleler, onun tavrını ve öngörüsünü açıklamaya yeterlidir. Ancak, İskenderun Limanı’nın işgali ile ilgili tartışmaların ayrıntısına kısaca girmekte yarar vardır.

İskenderun tartışması

Mondros Ateşkesi’nin hemen ertesi günü Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı görevini alan genç general Mustafa Kemal, İngilizlerin petrol nedeniyle Musul’u işgal etmek isteyeceğini ve tüm bölgeyi denetim altına almak için de İskenderun Limanı’na asker çıkaracağını öngörüyordu. Daha 5 Kasım 1918’de, kendisine bağlı birliklere verdiği emirde, İskenderun işgaline silahla karşı konulmasını istedi, bu durumu da Savaş Bakanlığı’na bildirdi.

Savaş Bakanlığı görevini de yürüten Sadrazam Ahmet İzzet Paşa Mustafa Kemal’e verdiği yanıtta özetle şunları söylüyordu:

“Antlaşma hükümlerine göre İngilizlerin İskenderun’u işgale hak ve yetkileri yoktur, ancak Halep civarındaki ordularını beslemek için İskenderun’dan yararlanmak istemeleri de haklı bir istektir. İngiliz temsilcisi sözlü olarak teminat verdiği için, bu centilmenliğine karşılık iyi bir davranış olarak İskenderun Limanı’ndan İngilizlerin erzak vesaire taşımacılığı yapmasına izin verilmesine de sak›nca görmüyorum.”

Görüleceği gibi, Mustafa Kemal bir yandan İstanbul hükümetinin isteklerine direniyor, öte yandan da Mondros Ateşkes hükümlerine karşı çıkıyordu. Halep civarında bulunan 7. Ordu’yu tutsak olmaktan kurtarmak için Anadolu içlerine gönderiyordu. Savaş Bakanlığı da sorumluluğunda olduğu için doğrudan sadrazama gönderilen ve Atatürk’ü daha iyi anlamamıza yarayacak olan bu telgrafın son paragrafı aşağıya aynen alınmıştır.

‘Bu teslim yaradılışıma uymaz, görevi bırakıyorum’

“İngilizlerin aldatıcı önerilerini ve hareketlerini İngilizlerden çok haklı gösterecek ve buna karşılık şirin görünmeye çalışmayı içerecek emirleri uygulamaya yaradılışım el vermediğinden ve oysa Başkomutanlık Genelkurmay Yüksek Başkanlığı’nın görüşlerine uygun hareket yapmadığım takdirde birçok suçlamalar altında kalacağım doğal olduğundan, komutayı hemen teslim etmek üzere yerime atayacağınız kişinin ivedilikle emir ve bildirilmesini özellikle istirham ederim.”

İngilizler Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonraki bu kısa sürede Osmanlı hükümetine karşı önce yumuşak davrandılar. Çanakkale Boğazı’ndaki mayınların temizlenmesini beklediler ve 6 Kasım 1918’de, Çanakkale Boğaz’ından savaş gemilerini hiçbir engelle karşılaşmadan geçirdiler ve İstanbul’a doğru yöneldiler. 8 Kas›m1918’de de petrol bölgesi Musul’u işgal ettiler. Onlar için artık her şey yolundaydı. Ne yazık ki, gelişmelerin özünü İstanbul hükümeti anlayamıyor ve İskenderun konusunda sert tavır takınan Mustafa Kemal’i suçlu görmek yoluna gidiyordu.

(Bu konuda daha geniş bilgi için Alev Coşkun’un Samsun’dan Önce Bilinmeyen
6 Ay kitabına bakılabilir.)

TARİHE DÜŞÜLEN NOT

Mustafa Kemal, görevden alınmasına kuşkusuz üzüldü. Görüşlerinden ödün vermeden ve hiçbir rütbe ve san kullanmadan sadece Mustafa Kemal imzasıyla sadrazama aynı gün, 8 Kasım 1918’de bir yanıt verdi. Bu yanıt da tarihe düşülen önemli bir nottur. Mustafa Kemal’in üstün yeteneğini ve öngörüsünü gösterir.

Gerekeni söylemekten kendimi alıkoyma gücünde değilim

Mustafa Kemal şöyle diyordu:

“...Ben her ne durum ve konumda bulunursam bulunayım, doğru olduğuna inandığım ve gerekenlere söylemeyi ve ulaştırmayı memleketin esenliği gereği kabul ettiğim görüşlerime uymaktan kendimi alıkoyma gücünde değilim.”

Yıldırım Orduları dağıtılıyor ve Mustafa Kemal İstanbul’a çağırılıyor

Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, Adana’da bulunan Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Mustafa Kemal’i telgraf başına davet etti, “Bir an önce İstanbul’a gelmelisiniz, sizinle görüşmeye ve danışmaya ihtiyacım var,” dedi.

Adana görüşmesi: Direniş örgütü kurma karar›

Mustafa Kemal, kendi emrindeki ve o sırada Halep civarında bulunan 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’yı Adana’ya çağırdı. Ali Fuat Cebesoy Adana’ya geldi. Birlikte uzun bir toplantı yaptılar.
Görüşmeler sonunda, iki arkadaş çok önemli kimi kararlara vardılar. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç kararları sayılacak olan bu konuyu Cebesoy’un anlatımına bırakalım: “Vardığımız ortak kanı şu idi: İngilizler ve onu izleyen diğer devletler, ateşkes filan dinlemeyecekler, oldu bittilerle ülkemizi işgal edecekler... Vatanımızı her türlü savunma ve dayanma araç ve imkânlarından yoksun bıraktıktan sonra da arzularını zorla ve baskıyla kabul ettireceklerdi. Musul’un işgali ve İskenderun olayı... Bunun açık birer kanıtıydı. Zatı şahane (padişah) kendi tahtını düşünecekti.”

Milletin kendi hakkını araması

Mustafa Kemal Paşa bu noktada şöyle konuştu: “Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve savunması, bizlerin de mümkün olduğu kadar yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz lazımdır.” Ve sonra Cebesoy’a aynı düşüncede olup olmadığını sordu: “Aramızda tam bir uyum var paşam, cevabını verdim.” “Evet, artık millet kendi hakkını kendisi arayacaktı... En önemli görevin şimdi bana düştüğünü, çünkü bugünlerde İngilizlerin bir baskısı sonucu olarak Yıldırım Ordular Grubu ile 7. Ordu Karargâhı’nın kaldırılacağını, bu durumda benim 20. Kolordu’nun başında kalacağımı ve bu sayede ilk savunma önlemlerini alabileceğimi hatırlattı. İlk direnme merkezini Kilikya’da (Adana) kuracaktık. Aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktu.”
Yukarıda da belirtildiği gibi, Yıldırım Orduları Grubu birkaç gün içinde kaldırıldı, Mustafa Kemal İstanbul’a çağırıldı. Ali Fuat Cebesoy da, Mustafa Kemal’le ortaklaşa verdikleri kararları uygulamaya başladı. Bakınız Ali Fuat Cebesoy anılarında ne diyor: “Adana bölgesinde, ilk iş olarak ordunun subay ve erat kadrosu jandarmaya kaydırıldı. Bunların silah, araç ve gereçleri de tamamlandı.” Bunun önemli nedeni şudur:

Mustafa Kemal, önündeki zor günler için hazırlık yapıyordu. Mondros Ateşkesi’ne göre asker terhis edilecek fakat jandarma birlikleri sınırlı sayıda kalacaktı. Mustafa Kemal askerleri jandarmaya kaydırıp böylece Milli Mücadele için askeri güç olanakları yaratıyordu.

Yarınki yazıda Kuvayı Milliye’de atılan ilk kurşunlar üzerinde durulacaktır.