Kutsuz Başbakan
cumhuriyet.com.tr“Kut” günümüze kadar yaşayan en eski Türkçe kelimelerdendir. Bayramların kutlu olması dilekleri oradan gelir. Mutlu ve uğurlu anlamlarını içerir. Ama aynı zamanda derin bir siyasal anlamı da vardır. Eski Türk devletlerinde siyasal egemenlik kut inancına dayanırdı. Bu bağlamda kut bir lidere yüce “gök” tarafından bahşedilen hükümranlık yetkisidir. Ama somut değil, gizil bir güçtür. Gözle görülemez, elle tutulamaz ama herkes tarafından sezilen bir manevi otoritedir. Türkler kut sahibi olduğuna inandıkları kağanlara şiddetle bağlanırlardı. Kağan savaş kazandığı, açları doyurduğu ve halkına adalet dağıttığı sürece kut’u elinde tutmaya devam ederdi. Ama adaletsizlik ve uğursuzluk başgösterdiğinde Gök’ün kut’u geri çekmiş olduğuna hükmedilir ve kağan tahttan indirilirdi.
Egemenliğin kaynağı
Günümüzde egemenliğin kaynağı Gök değil halktır. Hükümetler artık sandıktan çıkıyor. Ama iktidarların görünmez temeli olan manevi otorite her zaman alt alta yazılan rakamların toplamından çıkmıyor. Bazen öyle bir tarihi an geliyor ki, “üç beş çapulcu” on yıllık azametli bir saltanatın manevi otoritesini birkaç günde yerle bir ediyor.
Bugün Başbakan açısından durum budur. Ama maddi gücünün zirveye ulaştığı noktada nasıl olup da manevi otoritesini bir anda kaybettiğini anlayamıyor. Sebeplerini ağaçlarda, faiz lobilerinde, halkın arasına sızan marjinal gruplarda arıyor. Oysa kaldırımları okuması yeterli olacaktır. Muktedir olan benim dese de kaldırımlara halk “iktidarın ayaklarımın altındadır” diye yazıyorsa iş bitmiştir. Peki her şey güya bu kadar güzel giderken ne oldu da halk ayaklanmıştı? Ortada parti, örgüt vesaire yoksa kim önderlik yapmıştı bu ayaklanmaya? Başbakan kendisine direnen herkesi bertaraf etmemiş miydi? Daha ne yapacaktı? Orduyu tasfiye edip polisi kendi kişisel milis gücü haline getirmişti. Yargıyı siyasallaştırmıştı. Medyayı yandaş yapmıştı. Gazetecileri, bilim insanlarını ve diğer muhalifleri hapse tıkmıştı. İş çevrelerinin ticari kaderini iki dudağının arasına mahkûm etmişti. Yabancılar ne istiyorsa vermişti. Kitleleri apolitikleştirmek için bir tüketim ve gösteriş kültürü yaratmıştı. Ve sonunda padişahlığını tam ilan edecekti ki bir şeyi fark etti. Dünyanın en büyük gücünü hesaba katmamıştı. İktidara geldiği 2002 yılında 23 Nisan bayramını kutlayan çocukları. Yaşları küçük olduğu için onlar oy kullanmamıştı. Akıllarında oyun oynamaktan başka bir şey yoktu.
Ama sonra büyüdüler. Bu sefer 2013 yılında 19 Mayıs bayramıyla gençliklerini kutlamak istediler. Fakat bayramları ellerinden alınıyordu. Ve fark ettiler ki bütün bu milli bayramları onlara armağan eden Atatürk aynı zamanda Cumhuriyeti de onlara emanet etmişti. Birinci vazifelerini hatırladılar. Ayağa kalktılar. Ve siyasal rüştlerini ispat ettiler. Onları gören büyükleri korku duvarını yıkıp peşlerinden gitti. Sonunda Edirne’den Hatay’a kadar bir kahramanlık destanı yazdılar. Sayelerinde bugünün çocukları Başbakanlık koltuğunun sadece 23 Nisan’larda fotoğraf çektirmek için oturulacak bir koltuk olmadığını öğreniyorlar. Çünkü koltuğun arkasındaki kut’un sahibi bizzat kendileridir.
Halk ‘kut’u geri çekti
O yüzden kimse eylemcilerden üzerinde pazarlık yapabilecekleri bir talep listesi istemesin. Pencerelerini açıp meydanların sesine kulak verdiklerinde zaten Türkiye’nin her yerinden tek bir talebin haykırışını duyacaklardır: Tayyip istifa! Çünkü adaletsizlik ve uğursuzluk başgösterdiğinde gözle görülemeyen, elle tutulamayan ama herkesin sezebildiği kut’u halk geri çekmiştir. Ve kut öyle bir şeydir ki, ister Gök geri çeksin ister halk. Bir kere kaybedildi mi bir daha geri kazanılamaz.
Uygar Aktan/Araştırmacı - Yazar