Kutsalın İzleri
Goya'nın bir kara deseni (1810-14) ve Caspar David Friedrich (1831) ile başlayan, XX. yüzyılı katederek, 2007 tarihli birkaç çağdaş sanat ürünüyle ucu açık tamamlanan bu soruşturmanın odağında İnanç, İnan, Varoluş sıkıntısı, yer yer doğaüstünün ve ötesinin alanına sıçrayan bir metafizik çerçeve duruyor.
cumhuriyet.com.trBeaubourg, yazöncesi son büyük girişimini patlattı: Kutsalın İzleri, kapsamlı ve soluklu sergi, usta işi bir küratörlük dersi: Goya'nın bir kara deseni (1810-14) ve Caspar David Friedrich (1831) ile başlayan, XX. yüzyılı katederek, 2007 tarihli birkaç çağdaş sanat ürünüyle ucu açık tamamlanan bu soruşturmanın odağında İnanç, İnan, Varoluş sıkıntısı, yer yer doğaüstünün ve ötesinin alanına sıçrayan bir metafizik çerçeve duruyor. Geometrik mutlakla hesaplaşma, Golgotha'da billurlaşan mutlak suç, mutlak terk ediliş, belirsizliğin beslediği mutlağın estetiği, başka bir açıdan bakıldığında, ana izlekler olarak görülebilir.Küratör göz kamaştırıyorsa, ilişkilendirme, bağlantıları kurma yeteneğiyle düzorantılı bu: Kutsalın İzleri'nde son derece sağlam bir örgü, neredeyse geçit vermeyen, deliksiz bir anlatı çıkıyor karşımıza. Bu büyük sergilerin benim açımdan en heyecan verici yanlarının başında keşiflere şans tanıması geliyor: Hiç tanımadığım, karşılaşmadığım, bazan ıskalamış olmama şaşırdığım yapıtlar sonsuz bir kaynağın derkenarında yaşadığımı düşündürüyor; otuz yıl öncesinden bildiklerim, tanıdıklarım ise aynı kaynağın merkezinde durayazdığım duygusunu uyandırıyor içimde böyle bir alaşım işte.
Kaçınılmaz: Her izleyici, her sergi okuru gibi ben de eksiklere takılıyorum; daha doğrusu takılmıyorum da, ekliyorum onları, güzergâha. Sanıyorum, işini hakkıyla yapan küratörün izlerkitleden bekleyeceği, hattâ umacağı bir reflekstir bu. Neresinden bakılsa, herşeyi içerecek değildir bir sergi: Olanaklar çerçevesinde seçecektir.Kapsadığı dönem göz önüne alındığında, Kutsalın İzleri'nin ağırlıklı olarak Hristiyan kültürü çerçevesinde dönmesi doğal görünüyor: Müslüman, Yahudi, Budist, Taocu sanatçılar, modern çağda kutsalı fazla didiklemediler. Böyle bir sergiye 'biz'den ne katılabilirdi? Cihat Burak, Yüksel Aslan, bir de çok özel olacak ama olsun: Kesinkes 'Önce'. Dönüşte, bu gözle bir tarayacağım depomuzu.Büyülendiğim yapıtları saymak isterim, yeni tanıştıklarım arasında: Dix'in 'Savaş' dördüzlüsü (1929), Picasso'nun 'Çarmıh' deseni (1932), Bill Viola'nın 'San Jan Cruz'u (1983) ve Maurizio Cattelan'ın 'O'suyla (2001) bir dans fenomeni.Dix'in görkemli dördüzlüsü, yalnızca iki savaşın arasına köprü kurduğu için değil, plastik olgunluğuyla da önemli geldi bana: 'Desen'in boyut çıtasını onca yükseltmek o dönemde kolay rastlanan bir eğilim sayılmaz (öncesinde, Orsay'daki iki dev Toulouse-Lautrec'in üzerimde yarattığı şaşkınlığı anımsıyorum).Picasso'nun 'çarmıh' desenini Grünewald'la yan yana getirdim belleğimde: 'Geometrilerin en güzeli', sayısız sahne çeşitlemesiyle dolu Batı resim tarihi, ben o ikisini ayırdım, ayırıyorum. Öbür üç yapıt, ayrı ayrı açılmayı, gerektiriyor - birer sayfayla.Ama Kutsal'ın önemi şurada: İnanmayanı kuyusuna çekmeyi biliyor. >Bill Viola'nın yapıtının önce içine giriyorsunuz: Büyük, karanlık bir odada, bir küp-odada, bir kübün kapsama alanındasınız. Üç yanı karanlıkta güç bela seçilebilen karanlık kare tablolarla kaplı odanın ortasında, Kâbe'yi çağrıştıran simsiyah, penceresiz bir küp daha, kapı aralığından ufak bir masa, üstünde eski küçük ekranlı bir monitör, bir sürahi ve bir bardak görüyorsunuz. Saint-Jean'ın ayakta duramadığı, yatamadığı küçüklükte bir hücrede, işkence altında yaşadığı biliniyor.
Karşı duvarda koca bir ekran, siyah-beyaz bir film akıyor, herhalde Alpler'de çekilmiş görüntüler, genellikle karla kaplı ıssız tepeler, doruklar, bir dağ silsilesi üstünde ileri-geri, oldukça sert kaydırmalarla ilerliyor alıcı, zaman zaman yukarıya yöneliyor objektif, bulutların ortasına dalıyor, çıkıyor görüntülere, yüksek oktav uğultu eşlik ediyor kesintisiz biçimde, öyle ki: Yeryüzünde misiniz, terk edilmiş bir gezegenin atmosferine mi girdiniz, kestiremiyorsunuz.Oylum, duvar, ışık, görüntü, imge, ses, renk üzre bir çoğul yapıt Viola'nınki. Ermişin azabını, direncini, sırat köprüsünü, iman sınavını birebir tercüme eden bir iş.Çıkışta, ürperti. >Cattelan'ın heykeli de çıplak bir odada, karşı duvara yüzü dönük, sırttan kimliği teşhis edilemeyen, iki dirhem bir çekirdek giyinmiş, diz çökmüş yakaran birini temsil ediyor. Buradan bakıldığında, tek başına ufalmış haliyle bu gövdenin mümin duruşu kendiliğinden ilk etkiyi yaratmaya yetiyor; ama asıl tek etki, ilerleyip yaklaştığınızda, yanına sokulup yüzünü görülebileceğiniz konuma ulaştığınızda sarıp sarmalıyor benliğinizi, bir an elektrik çarpmış gibi irkiliyorsunuz tanıdık yüzle yüzyüze geldiğinizde: Karşınızdaki, Adolf Hitler.Cattelan'ın yapıtının toplam gücü, gerçekte onunla ilk tanışmanıza sıkısıkıya kenetlenmiş. Bir dahaki karşılaşmanızda, ola ki ona sırttan bakmakla yetinecek, ürpertinizi yeniden görmeyi reddedeceğiniz, buradan bakınca görünmeyen yüze ilişkin önbilginizden devşireceksiniz. Kutsalın öteki yüzü bu: İblis bile, bütün yaptıklarından sonra, irinle dolu aklına karşın diz çöküyorsa, tapınmanın anlamının bittiği, tükendiği yerdeyiz.