Kutsal ittifak... (23.10.2014)

Kentsel dönüşümü ve HES alanlarındaki yıkımı fotoğraflayan Murat Germen, siyaset-din-para ittifakını anlattı: ‘Rant, güç ve para hırsı ile gözü hiçbir şey görmez hale gelen ve diktatörleşen siyaset-din-para ittifakları, muhafazakâr olduklarını öne sürmelerine karşın; kente, kültüre ve özellikle de doğaya dair neredeyse hiçbir şeyi muhafaza etmemekteler.’

Aslı Uluşahin/Cumhuriyet

 

Mimar, fotoğraf sanatçısı Murat Germen, yıllardır İstanbul’daki kentsel dönüşümü çarpıcı fotoğraflarla, dünyanın dört bir yanında açtığı sergilerle aktarıyor. Şimdi de Türkiye’de HES alanlarındaki doğa kıyımına dikkat çekmek için kolları sıvayan Germen, bu yeni seriyle, HES saldırısının sadece Karadeniz’de değil, tüm ülke çapında ilerlediğini ispat etmek istiyor.

- HES alanlarını fotoğraflamak için çıktığınız yolculuk nasıl başladı?
HES’leri konu edinmemin nedeni, aynı, yakından izlediğim kentsel dönüşüm denen rant sürecinde olduğu gibi, projelerin yangından mal kaçırırcasına ardı ardına eşzamanlı başlatılmasıyla kafalarda oluşan soru işaretleri. Enerji gereksinimi bahane edilerek başlatılan bu projelerin arka planındaki olası çıkış noktalarına bakıldığında, aslında su haklarının özelleştirilmesi niyetinin olduğunu görmek için komplo teorilerine meraklı veya dahi olmak gerekmiyor.
Kendi coğrafyalarında HES projelerine karşı çıkmak için uğraşan elleri öpülesi cesur insanlar da, sermayenin himayecisi devletin iddia ettiği gibi enerjiye veya sermayeye düşman olduklarından değil, yıllardır kullandıkları sularının devlet tarafından bir ticari meta haline getirilip özel sermayeye peşkeş çekilmesine razı olmadıkları için kendi hayatlarını tehlikeye atıyorlar.

Umut mücadelede
- Şimdiye dek nelere tanık oldunuz?
Bugüne kadar Diyarbakır ve çevresi, neredeyse tüm Karadeniz, Antalya ve İstanbul yakınlarına gittim. HES deyince ilk akla gelen doğal olarak Karadeniz Bölgesi; benim amacım ise, bu saldırının sadece Karadeniz’de değil, tüm ülke sathında ilerlediğini ispat etmek. Bu yüzden Ege Bölgesi, Orta Anadolu, Batı Karadeniz-İstanbul hattı gibi daha çekim yapamadığım yerlere gidip çekimleri bitireceğim.
Eşim Sema Uygur Germen ile beraber yaptığımız çekimler sırasında tanışmaktan heyecan duyduğumuz ve ileride dost kalmayı arzu ettiğimiz aktivistler tanıdık. Doğdukları, yaşadıkları doğayı hiç teslim etmeye niyetleri olmadıklarını gördük, bu bize cesaret verdi. Son zamanlarda kendimi, hayatımda hiç hissetmediğim kadar baskı altında hissediyorum, bazen yurtdışına göçmeyi düşünecek kadar. Mücadele veren ve başarı kazanan iyi kalpli insanları gördükçe vazgeçiyorum...

Çok boyutlu bir sergi
- Bu projeyi önümüzdeki yıl sergileyeceksiniz. Kapsamından söz eder misiniz?
Sergi Milli Reasürans Galerisi’nde olacak. Büyük olmayan ebatlarda çok sayıda fotoğrafı, vadi vadi dikey olarak derlenmiş bir şekilde duvarlara astıktan sonra, fotoğrafların yanına kalın uçlu kalemlerle çekim sırasında yaşadığım tecrübeleri, edindiğim bilgileri el yazısı ile yazmayı düşünüyorum. Tüm sergileme yerleştirmesi bittikten ve sergi açıldıktan sonra ise, bu kalemleri duvara yakın bir şekilde konumlandırıp ziyaretçilerin de görüş bırakmasını, katkıda bulunmasını; yorum, öneri, eleştiri yapmasını sağlamak istiyorum. Bu şekilde izleyicinin konuyu sahipleneceğini umuyorum. Su konusu çok önemli, biliyorsunuz son zamanlarda ilerdeki savaşların petrol üzerine değil de su üzerine olacağı sıklıkla zikredilmeye başlandı.
Ayrıca, olası bir sanatçı konuşması yerine, su hakları için uğraş veren aktivistleri çağırarak mücadeleleri hakkında konuşmalarını sağlamayı amaçlıyorum. Dolayısı ile bu sergi, kolektif boyutta baktığımızda önümüzdeki yıllardaki jeo-politik strateji, konum ve siyasetimizi, daha da önemlisi kişisel boyutta sağlığımızı, hayatımızı, cebimizi ilgilendiren çok önemli bir konuda farkındalık yaratmak için düşünüldü.

HES’ler doğayı bitiriyor


- “Facsimile” fotoğraf serinizde de kentler üzerinden insan-doğa arasındaki gerilimi işlemiştiniz. HES alanlarında, yani doğada, insan-doğa arasında nasıl bir gerilim, ilişki var? Bu ilişki kentlerden nasıl farklılıklar gösteriyor?
Evet, bunu gündeme getirdiğinize sevindim; bu yüzden “Facsimile”den tümüyle doğaya geçişimin de belli bir dizisel anlamı var. İnsan devamlı doğaya müdahale ediyor, doğayı bu kadar hırpalayan başka bir canlı türü sanırım yok. Doğanın içindeki döngünün dışında kalan, kendiliğinden huzurla akan işleyişe çomak sokmadan duramayan bir tek insan var, bu yüzden insanı hiçbir zaman “eşref-i mahlûkat” olarak göremedim. Geçenlerde “Tanrı CC” adlı Twitter kullanıcısının bir tweet’ine denk geldim: “Şüphesiz ki insan iyi bir fikir değildi, ben de kabul ediyorum” diyordu; hoşuma gitti.
Buradan HES’lere geçiş yaparsak; HES’ler binalar gibi değiller, çok daha büyük boyuttalar, dolayısıyla müdahalenin boyutu çok daha büyük. Kentlerde olan bitenle fark ise şu: Özellikle bizdeki şehirler herhangi bir doğallık taşımayan, tümüyle insan yapısı, aralarda kalan yeşillerin bile imara açıldığı, kazanç uğruna geleneklerin, kültürel mirasın, onurun yok edildiği; kısacası zaten insanın tecavüzüne uğradığı yerler. Bu yüzden kent ortamında “kentsel dönüşüm” adı altında kakalanan yeni rant betonlaşmaları durumu çok daha vahim hale getirmiyor, çünkü kentlerde durum zaten vahim. HES’ler ise çok daha fazla zarara yol açıyorlar, çünkü imara açılmaktan kurtulup geriye kalan doğa parçalarını bitiriyorlar.


İstanbul can çekişiyor

- “Muta-morfoz”, “İnşa” gibi fotoğraf serilerinizde hep kente odaklandınız. Kentler, yaşayan varlıklar. Doğuyor, büyüyorlar; peki ölürler mi? Bunu özellikle İstanbul’u düşünerek soruyorum...
Kent diye sunulan yerler kültür üretemedikçe, hatta kültür üreten kurumlar büyük bir hızla engellenip kapatılıp yerlerini AVM’ler ve yüksek katlı sosyal konutların “rezidans” diye yutturulduğu devasa gayrı insani yapılara bıraktıklarında, kent olmaktan çıkıyorlar ve mega-köylere dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya kalıyorlar. Salt barınma ve tüketme üzerinden yapılan inşai tatbikat, kente bir yarar getirmekten çok zarara yol açıyor.
Bu tür temel kırsal ihtiyaçlara cevap vermek ve seçmen potansiyeli yaratmak için durmaksızın ortaya atılan, bazıları da “çılgın” olan projeler kentin çok ihtiyacı olan yeşil alanları ve su havzalarını tehdit ediyor. Rant, güç ve para hırsı ile gözü hiçbir şey görmez hale gelen ve diktatörleşen siyaset-din-para ittifakları, muhafazakâr olduklarını öne sürmelerine karşın; kente, kültüre ve özellikle de doğaya dair neredeyse hiçbir şeyi muhafaza etmemekteler.
Sorunuza dönersek; evet, kentler ölebilirler bence. Şu an İstanbul’un can çekiştiğini gözlemleyebiliyorsak, İstanbul’un ölebileceğini olasılığını da değerlendirmemiz gerekiyor.

- Can Yücel’in bir şiiri geldi aklıma: “Hani nerde o İstanbul? / Nassı koymuşlar ki ona / İstanbul’u kodunsa bul!”
Kasım 2010’da, FotoAtlas İstanbul sayısı için “Şeytan tüyü: İstanbul” başlıklı bir yazı yazmıştım.* Bu yazıdan bazı alıntılar yapmak isterim:
“Gayrimenkul spekülatörleri, arazi rantçıları her ne kadar İstanbul’u yüksek binalara boğmaya çalışsa da bu kent aslen yatay gelişmiş ve gelişen bir canlı organizmadır. İstanbul’un güzelliği yataylığındadır, dikeyliğinde değil, İstanbul Manhattan olmaya asla öykünmemelidir...
İstanbul yedi tepe ya, belki bu yüzden İstanbul’u herkes tepe tepe kullanır, çünkü İstanbul burnundan kıl aldırmayan birine benzemez, İstanbul her yola gelir. İstanbul’a birçok kişi para kazanmaya gelir, ‘memleket’ İstanbul değildir birçok kişi için. İstanbul’u kâğıt mendil misali kullanıp atan pek çok misafir ‘memleket’e bunu reva görmez; memleket hep daha kutsaldır, bu yüzden de misafirliklerini bir türlü atamazlar üzerlerinden…”

Özellikle son paragraf meseleyi anlatıyor sanırım: İstanbul; İstanbul’u “taşı toprağı altın” kafasıyla bir rant alanı olarak görerek bu kıymetli şehri taşa toprağa boğan, kent ile kentli değerlerden pek hazzetmeyen, kenti bir mega-köye dönüştürmeye çalışan, kasaba kurnazı ve kıt kafalı bir anlayışın işgali altında...


Murat Germen’in “Muta-morfoz” serisinden fotoğraflar, Fotoistanbul 1. Beşiktaş Uluslararası Fotoğraf Festivali kapsamında 18 Kasım’a kadar Beşiktaş Meydanı’nda görülebilir. Germen, 13-16 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek 9. Contemporary İstanbul Fuarı’na da farklı serilerden daha önce sergilenmemiş 6 çalışmasıyla katılacak.

* http://muratgermen.wordpress.com/2011/03/06/seytan-tuyu-istanbul/