'Kürtlerin Türkiye'yi bölme amacı yok... Siyasi soykırımla karşı karşıyayız'

“Siyasi soykırımla karşı karşıyayız” “Toplum ortak aklı artık bulmalı”

KEMAL GÖKTAŞ

Kürt siyasetinin en tecrübeli isimlerinden Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk " şu an bir siyasi soykırımla karşı karşıyayız"' dedi. Türk "Siyaseti, milletvekilini, belediye başkanını susturdukları zaman halkı da susturmuş olacaklar. Ortadoğu yeniden şekillenirken Kürtlerin güçsüz olması gerektiği düşünüyorlar" diye konuştu. 

Türk "Kürtlerin Türkiye'yi bölme amacı yok" diyerek şunları anlattı: Ben Türkün de Kürdün de ‘artık yeter’ demesini bekliyorum. Halen birlikte yaşam konusunda istek var. Kürtlerin mücadelesinde Türkiye’yi bölme amacı yok. Eşit haklara sahip olma çabası ve arayışı var. Özerklik ayrılma talebi değil, yerinden yönetim ilkesidir. Bunu da sadece Kürtler için değil bütün Türkiye için istedik. 

Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, Kürt siyasi hareketinin en büyük bedelleri ödeyen isimlerinden biri. 1970’lerden itibaren CHP’de başladığı siyaset hayatını Kürt siyasi hareketinin kurduğu HEP, DEP, HADEP, DTP gibi partilerde sürdüren Türk, 1980’de Diyarbakır Cezaevi vahşetini yaşadı, 86’da, 94’de tutuklandı, sivil faşistlerin fiziki saldırılarına maruz kaldı. Buna rağmen Ahmet Türk, karşıtlarında bile saygı uyandıran, soğukkanlı, bilgece ve barışçı bir siyaset yapma tarzıyla hep “çözüm” denildiğinde akla gelen bir isim olageldi. Kürt siyasetinin bu önemli ismiyle Diyarbakır Belediye Eşbaşkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’nın gözaltında olduğu, çatışmaların can almaya devam ettiği günlerde yine “barış” ve “çözüm” olasılıklarını, olanaklarını konuştuk…

- Hep bu işin cefasını çekmişsiniz. Diyarbakır Cezaevinde işkence görmüşsünüz. 86-87 de tutuklandınız, her 10 yılda tutuklanmışsınız. Saldırılar, yumruklamalar olmuş Samsun’da, Batman’da… Gelinen aşamada Kürt sorunun çözüleceğini umduğumuz bir aşamada cehenneme girdik. Siz umutlu musunuz cefayı çektiğiniz bir hayat sonunda?

Aslında mutlaka bir çözümün olması gerekir. Ortak aklın ortaya çıkması gerekir. Ama bugün bu hükümetin Kürtlerle ilgili yaklaşımına, devletin şu andaki ortaya koyduğu siyaset ve yaklaşım biçimi gerçekten umutları kıran bir noktada. Tabii ki bizim amacımız demokratik özgür bir gelecek ve Türkiye ve bu Türkiye’de Kürtlerin özgür adil yaşadığı bir ülke yaratmak. Bunun mücadelesini veriyoruz. Hak ve özgürlüklere inanıyorsanız onun mücadelesini sürdürmek zorundasınız. Bugün bir umutsuzluk var ama gelecekte bunların çözülmesi gerektiğine ve çözüleceğine inanıyoruz. Bazen çatışmalar ve savaşlar barışın gelişmesi için de ortaya çıkabiliyor. Ortak aklın artık ortaya konulması gerekir. Bugüne kadar hükümetin refleksleri, yaklaşım biçimi içleri karartan bir noktada...

- AKP hükümeti tek başına iktidarda olduğu sürece çözüm zorda diyebiliriz mi?

Elbette zorda bu yaklaşımla… Ben bir gün Türkiye’de ortak aklın ortaya çıkması gerektiğine inanıyorum. Türk’ün de Kürt’ün de artık yeter demesini bekliyorum. Bakın aslında halen birlikte yaşam konusunda istek var. Bugün bile Kürtler en zor anda bile Kürtlerin dili, özgür eşit olduğu, kendi kültürünü dilini özgürce yaşadığı bir ortamın sağlanması amacında. Kürtlerin kafasında Kürt mücadelesinde Türkiye’yi bölme amacı yok. Eşit haklara sahip olma çabası ve arayışı var. Açık bir şekilde taleplerini dile getiriyor bunun için…

- Kent savaşlarından sonra çok büyük mağduriyetler yaşandı. Hala Türkiye bunu konuşamıyor. Bunun Kürtlerde bir kopuş yarattığı da söyleniyor. Bu kopuş neye tekabül ediyor?

Ben halkın gerçekten bugünkü anlayışa, Cizre’deki yaklaşım biçimine, Şırnak’taki, Nusaybin’deki yaklaşım biçimine, büyük bir tepki ve öfkeyle yaklaştığını görüyorum. Polis devleti var. Baskı var, sindirme var. Kürtleri çökertmeye çalışan bir anlayış var ama bütün bunlara rağmen Kürtler Türkiye’den kopma, ayrılma değil ama gerçekten bir ümitsizlik de gelişmiştir. Kürtleri sindirmeye, çökertmeye çalışan bir politika izlediğini görüyoruz devletin. Bütün Kürtlere sorarsanız ayrılmaktan çok birlikte eşit özgür bir çözüm istiyor. Bütün bu olumsuzluklara rağmen bir gün bunun bir ortak akılla çözüleceğini, herkesin bir gün oturup ortak bir projeyle demokratik bir anlayışla çözeceği konusundaki beklenti var. Ama dediğim gibi şu anda baktığımız zaman insanlar psikolojik olarak ‘bu devlet Kürtlerin varlığına dahi tahammül etmiyor’ gibi bir noktada. Tabii buradaki uygulamalarla da sınırlı değil. Örneğin bugün Rojava meselesine girdiğimizde bir tarafta DEAŞ’la mücadeleden söz ediliyor ama DEAŞ’la çatışma, mücadele yok. Kürtlerin kazanımların yok etme, o kazanımların ortadan kaldırılmasına dönük bir politika izlediğini görüyoruz. Yine Irak’taki savaşa girme ısrarı, orda bulunma ısrarının nedeni yine Kürtlerdir. Kürtler bunu çok iyi görüyor. Oysa ki Kürtler her zaman şunu düşünmüş; Türklerle Kürtler aslında bu coğrafyada Ortadoğu’da birlikte yaşayabilecek iki halktır. Eğer Kobane’de Suriye’deki politikalarla Kürtleri kucaklayıcı bir anlayışla yaklaşılsaydı bugün farklı bir süreci yaşardık. Ve gerçekten Irak’taki, Suriye’deki Kürtler bile Türkiye’deki Kürtlerin ve Türkiye’nin bir parçası olarak görüyor. Hep Kürtler potansiyel bir tehlike olarak görülüyor. Kürtlerin sindirilmesi, korkutulması konusunda kafalarda hep bu planlandı veya o şekilde bir arayış içinde potansiyel tehlikeyi nasıl ortadan kaldırırız diye Kürtlere yaklaşıldı. Yani kucaklayıcı olmaktan uzak kalındı. Peki bu düşünce nereye kadar gidecek? Sonuç olarak Kürtler Ortadoğu’daki en büyük halklardan biri. Suriye, Irak, İran ve Türkiye’deki Kürtlerin sayısı 40 milyon ediyor ama bu halkın hiçbir hakkı, hukuku yok. Bunlar gündeme geldiği zaman da bu halk çok ciddi bir şekilde, ağır bir şekilde bastırılıyor.

- Afrin’e müdahale edilirse bunun Türkiye’ye bir yansıması olur mu?

Yani tabii ki zamanında Kobani’ye müdahale edildiğinde buradaki insanlar nasıl ayağa kalktıysa, Afrin’e müdahale edildiğinde de aynı tepkiyi gösterecek. Ama dediğim gibi bugün bir sindirme, çökertme politikası var. İnsanların üzerinde bir baskı oluşturarak demokratik reflekslerini ortadan kaldırmaya yönelik bir baskı var. Ama sonuç olarak Kobani Kürtler için nasıl önemliyse, Afrin de o kadar önemli. Başından beri zaten bizler öyle görüyoruz. Bu Suriye projesi tamamen Afrin’in Kobani’yi birbirinden uzaklaştırma, Kürtler arasındaki ortak gelecekleriyle engellemeye yönelik bir set oluşturmaya yönelik. Yoksa burada IŞİD’le ilgili değil, orada Rojova’ya girişi. Yine Beşika’daki Türk askerlerin bulunması inanın ki ne mezhepsel bir meseleden dolayıdır ne Araplara karşı ne de IŞİD’e karşıdır. Yine de orada Kürtleri kontrol altında tutmaya yöneliktir. Biz öyle değerlendiriyoruz. Peki Kürtlere her konuda baskı olacak ama ‘Kürtler refleks göstermesin’ denilecek. Bugün Diyarbakır’da yaşanan iki eş başkanımızın gözaltına alınmasıyla birlikte en ufak tepkiyi bile kabul etmiyor. Belediye görevlileri ‘bizim irademizdir dokunmayın’ diye iki eş başkanın resimlerinin olduğunu bir afiş asmış, bunu asanlar bile gözaltına alınıyor. Halen gözaltında insanlar.

- Diyarbakır Belediyesi eş başkanlarının gözaltına alınması yeni bir aşamaya mı işaret ediyor?

Yani söylediğim gibi siyasi soykırımla karşı karşıyayız. Siyaseti, milletvekilini, belediye başkanını susturduğun zaman halkı da susturmuş olacaksın. Bu yöntemlere başvurarak halkı ürkütmeye, korkutmaya hem de siyaseti güçsüzleştirmeye yönelik bir şey var. Kürtler Ortadoğu’da önemli bir aktör. Kürtsüz bir sorunun çözülmeyeceğini bütün dünya görüyor. Tam bu aşamada ‘Kürtlerin sindirilmesi gerekiyor’ gibi bir anlayışla hareket ediliyor. Ortadoğu’daki gelişmelerle Kürtlere yönelmenin bir rabıtasının görülmesi gerekiyor. Kürtler tamamen bir aktör olmaktan çıkarılınca barış nasıl sağlanacak? Dünya bunun mümkün olmadığını görüyor. Kürtler geçmişteki gibi hukuka, hakka sahip olmayan bir yaşamı kabul etmiyor. Birinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra Ortadoğu yeniden şekillenirken Kürtlerin güçsüz olması gerektiği düşünülüyor ve hem içerde hem dışarda bu nedenle kontrolü sağlamak istiyorlar.

- Bu anlattıklarınızdan Rojova’daki sorun çözülmeden barışın zor olduğunu anlıyorum. Aslında çözüm sürecinde Öcalan ve Erdoğan’ın karşılıklı olarak ‘Rojova kırmızı çizgimizdir’ demeleri de bunu gösteriyordu.

Ortadoğu’daki gelişmeler Kürt sorunun çözümü veya çözümsüzlüğü konusunda önemli bir etken. Kürtler 4 parçada yaşıyor. Hem siyaseten aktör, hem de örgütlü bir halk. Bu yürütülen politika Türkiye’nin, Türk halkının yararına mıdır? Bunun tartışılması gerekiyor. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, şiddete rağmen ortak aklın ortaya çıkması lazım. Ortak akılla çözmemiz lazım. Başka çözüm yolu yok. O nedenle bu süreçte umutsuzluğumuzu ifade ediyoruz ama çözmekten başka yöntem de yok. Siyaseti susturdunuz, belediyelere kayyım atadınız. Peki, bütün halkı susturmuş mu olacaksınız? Ben geçmişte de bunu söyledim. Şimdi konuşabileceğiniz aktörler var ama 10 yıl sonra belki bu aktörler de kalmaz. Geleceği düşünerek ortak projeler etrafında bütünleşmeliyiz.

- Ortak akıl vurgunuz var ama bunun Türkiye’deki karşılığı nedir? Hükümet bundan uzaklaşmış görünüyor. CHP’nin de Kürt sorunu konusunda çözüm önermek konusunda çekinceleri var.

Ülke felakete gidiyorsa bu suskunluk kimi kurtaracak? CHP’nin son dönemdeki tavrı felaketin büyümesine neden oldu. Hukuk kalmamış, basın kalmamış, demokrasi kalmamış… her şey kontrol altında. Siz hala ‘biz sessimizi çıkarırsak milliyetçi kesimler bize saldıracak’ diyorsunuz. Yanlışa karşı suskunluğun milliyetçilikle ne ilgisi var? Milliyetçilerin de artık bu sürece karşı çıkması gerekiyor. Bu Türkiye’yi felakete götürüyor.

- Peki kimle oluşturulacak bu ortak akıl?

Yani işte bütün mesele bu. Bir söz var: Fareler toplanıyor. ‘Kedinin boynuna bir çıngırak koymamız lazım. Geldiğinde haberimiz olsun’ diyorlar. Anlaşıyorlar ama sonra diyorlar ‘peki ama bu çıngırağı hangimiz koyacak?’ Bizde de sorun bu olmuş. Bu yanlışlara bu hukuksuzluklara kim dur diyecek? İşte bunun arayışı içindeyiz hepimiz. Ama mutlaka bunun olması gerekir, diye bir ortak akıl var. Türkiye’de herkes susturuldu. Tek yönlü halk üzerinde bir propaganda yürütülüyor. Devletin sözleri boyanarak; doğru ilan edilerek topluma öyle yansıtılıyor. Böyle bir toplumun bazı gerçekleri kavraması da zaman istiyor. Şimdi Orta Anadolu’ya gidin, bölgede olan bitenlerden haberleri yok, onların gündeminde bile değil. Tek taraflı medyanın hükümetin mesajlarını vermekten başka işi yok. Toplumu bu kadar Türkiye’nin sorunları ile ilgili duyarsız hale getirirseniz veya yanlış bilgilerle bu toplumu doldurursanız sonuç olarak demokratik reflekslerin gelişmesi gecikir. Buruda demokratik ya da ortak aklın oluşması konusunda da sıkıntılar yaşanır. Ama bütün bunların aşılacağını düşünüyorum. Acılar çekebiliriz, yanlışlıklar yapılabilir, bedel ödeyebilirsiniz ama sonuç olarak bu işin böyle gitmeyeceği ortada. 90’ları 80’leri yaşadık, faili meçhulleri, köy yakmaları gördük. Peki, bitti mi sorun, bitmedi. Yarın bizlerle ilgili bazı kararlarlar da alabilirler. Kayyım atayabilirler. Parlamenterlerin tutuklanması söz konusu olabilir.

- Yakın zamanda böyle bir gelişme mi bekliyorsunuz?

Zaten bu konuşuluyor. Yüksek sesle dile getiriyor Cumhurbaşkanı, ‘herkesten hesap soracağı’ diyor. Yürütülen bu siyaset, bırakın Kürtleri, ne kadar Türkiye’nin menfaatinedir? Yani bunu da oturup tartışmak lazım. Sonuç olarak bir toplumu, halkları birlikte yaşayan halkları karşı karşıya getiren bir siyaset yürütülüyor. 90’lardan daha ağır bir süreç yürütülüyor. Daha hukuksuz bir yaklaşım ortada.

- Çöktürme planı diye bir plandan söz ediliyor. Sizce bu gerçek mi?

Niyet bu… Çökertmek, sindirmek… 21. yüzyılda Kürtlerin kazanımlarını nasıl ortadan kaldırırız diye hareket ediliyor. Silahlı unsurlar bitse bile bu sorun çözülmedikten sonra yarın farklı bir örgüt çıkar. 21. yüzyılda dilsel, kültürel yerinden yönetim konularında talep var. İnsanları eskisi gibi hiçbir hakka sahip olmayan bir halk olarak yönetemeyeceklerini görmeleri lazım. Türkiye’nin de şuna hakkı var. Evet çözelim ama birlikte yaşayalım deseler, kimsenin itirazı olmaz. Üniter devletin bütünlüğü içinde, demokratik bir geleceği ortaya koyma konusunda Kürtlerin bir itirazı yok ki… Kürtler inkar ve asimilasyon politikasının artık günümüz dünyasında geçerli olmadığını söylüyor.

- Bazı belediye başkanlarının özerklik ilan etmeleri Türkiye kamuoyunda sanki bir ayrılık mesajı gibi algılandı.

Özerklik talebi bir ayrılma talebi değil. Özerklik yerinden yönetim ilkesidir. Bunu sadece Kürtler için değil bütün Türkiye için istedik. Yani Cumhurbaşkanı ‘bu sistem yürümüyor, başkanlık olsun’ diyor da bizler ‘yerinden yönetim olsun’ dediğimizde niye suç oluyor. O da bir sistem değişikliği. O suç olmuyor da bu oluyor. Ayrıca geçmişten bugüne kadar da zaman zaman Cumhurbaşkanları, başbakanlar, siyasetçilerin ‘Federasyon dahil her şeyi tartışılabilmeliyiz’ diye açıklamaları oldu. Rahmetli Turgut Özal bunu söyledi. Mesut Yılmaz’ın benzer açıklamaları oldu. Tansu Çiller ‘BASK modelini tartışalım’ dedi. E peki Kürtler yerinden yönetim ilkesini savunurken neden bu kadar hedef haline getiriliyor?

- Orada yöntemde bir sorun yok mu? 7 Haziran’dan önce özerklik fikri bu kadar tepki çekmiyordu. Ama sonra özerklik biraz da şiddetin eşlik etmesiyle, hendeklerle birlikte ilan edilince böyle bir algı yaşanmadı mı?

Özerklik ilanından çok talepler gündeme geldi… Öyle bakmak lazım..

- Ama özerklik ilan ediyoruz denildi..

Gültan hanım ne zaman bunu söyledi?

- Gültan hanım demedi ama başka yerlerde belediye eş başkanları bunu dedi.

Bir ilçe başkanı söylemiş olabilir ama önemli olan bu talebi gerçekleştirmektir. Oturup tartışmak geliştirmektir. Ben ilan ediyorum demekle, soyut bir şeyle mesafe de alınmıyor. Bu bireysel düşüncemdir.

- Özerkliğin ilanıyla hendeklerin aynı anda olmasında bir hata yok mu sizce?

Hendeklerle demokratik özerkliğin ilgisi yok ki… Demokratik özerklik 2 yıl önce parti programına girdi. Devletin elindeki malzemeyi nasıl kullanacağını bilemezsiniz. 1 yıl önce konuşma yapmışsınız ses çıkmamış, 1 yıl sonra geliyor sizi o konuşmadan ötürü örgüt üyeliğinden yargılıyor.

- Sizin de böyle bir davanız var, değil mi?

Evet daha önce toplantı gösteri yürüyüşleri yasasından ifade verdim. Sonra Diyarbakır almış o dosyayı KCK üyeliğinden dava açmış.

- Ahmet Bey, hendekler politikası çok tartışıldı…

Bakın meseleyi hendeklere getirmeyelim. Burada Kürtlerin hakkını hukukunu ortadan kaldırmak için bir bahane olarak kullanıldı. 7 Haziran’dan sonra hükümet, Cumhurbaşkanı farklı bir politikayı kullanmak için Kürtlere yönelmeyi esas aldı. Bu böyle açıktır. ‘Dolmabahçe’yi tanımıyorum haberim yok’ dedi. Bunların hiçbiri doğru değil. Bunlar belgeleriyle ortada. 7 Haziran’dan sonra kendisine oy geleceğini hesapladı. Hesapları alt üst olunca Kürtlere yönelmeye başladı.

- Ama PKK de bu savaşı kabul etti sanki. Hendekler politikası olsun, Suruç katliamından sonraki şiddet eylemleri olsun…

Ben işin başında bile hendek olayının doğru olmadığını ifade den bir insanım. Bunu söyleyince de tepki aldım. Halk da ‘o bölgenin, Kürtlerin mağduriyetinden başka bir şey getirmedi’ diyor. Ama meseleye öyle bakmamak lazım. Çünkü bu 2 yıl önceden kararlaştırılmıştı. Dolmabahçe mutabakatını tanımadığını söylemesi farklı bir yaklaşımı ortaya koyacağının ifadesiydi. Bunların hendekle hiçbir ilgisi yok. Ama hendeği bahane olarak kullanıyor.

- Size de hendekler yüzünden bazı tepkiler geliyor sanırım. Halk hendeklerden ötürü sizi de sorumlu tutuyor mu?

Yüzlerce esnaf ziyaret ettik, birkaç vatandaş bazı sorunlarını dile getirdi diye böyle bir algı yaratılıyor.

- HDP seçmeninin son olaylardan sonra partisiyle mesafelendiği söyleniyor. Kayyım atandıktan sonra, Gültan Hanım gözaltına alındıktan sonra halkın sokağa çıkmaması da böyle yorumlandı.

O öyle değil. Siz bütün sokakları tutarsanız, halkın sokağa çıkmasını engellerseniz, itirazını yapanı bile gözaltına alırsanız, halk ne yapacak? Halk bizi eleştirebilir ama kayyım meselesinde halktan ‘iyi ki kayyım geldi’ diyen yok ki. Her toplumda farklı görüşler var. Burada da korucular, devletten beslenen bazı kesimler bunu söyleyebilir ama genel olarak halkta kayyımlara karşı tepki var. Bugün psikolojik bir savaş yürütülüyor. Halk sindirilmeye çalışılıyor, belki bu nedenle bir suskunluk var ama bizi eleştiren bile devletin bu politikalarından nefret ediyor. Bunu görmek lazım. Biz halkın içindeyiz görüyoruz.

- Parti olarak özeleştiri sürecine girmişsinizdir mutlaka. Nerede hata yaptınız? PKK’nın ikna edilmesi dahil…

Bizim eksikliklerimiz olabilir. Eksiği hatası olmayan kimse yok. Siyaset yapıyoruz. Mesele bizim eksiğimizden kaynaklanmıyor. Mesele devletin Kürt sorunu ile ilgili birlikte yaşadığı halka bakışından kaynaklanıyor. Biz eksiklerimiz için halktan özür dileriz, eksikleri tamamlayabiliriz ama devletin yaklaşım biçimini nasıl düzeltiriz. Mesele bu. Eksikliklerin tamamlanmasıyla bu sorunun çözümü arasında bir bağ kurabilir miyiz? Eksiklikleri yanlışlıkları ortadan kaldırdık diyelim ama devlet Kürt politikasının yanlışından ötürü mü bu kadar baskıcı tutum içinde?

- Türkiye’de HDP ile birlikte gelişen farklı bir bakış da vardı. O insanlar şunu söylüyor: Kürt hareketi özellikle Kandil, bunu önünü açacak şeyler yaptı, mesele devletten kaynaklansa bile. Mesela 7 Haziran’dan sonra PKK şiddet eylemlerine ara verseydi ya da yurt dışına çekilseydi, bu devletin şiddete yönelmesini zorlaştıramaz mıydı?

Ama tabii bazı şeyler bizi aşıyor. Siyasetimiz belli. Siyaset yapıyoruz. Bu sorunu nasıl çözeriz diye yoğunlaşıyoruz. Çözüm konusunda katkı sunmak istiyoruz. Devlet çözüm isterse belki PKK üzerinde çözüme yaklaşmak konusunda daha aktif bir rol oynayabiliriz. Bu işin çatışmayla çözülemeyeceğini açık açık ifade ederek bütün enerjimizi ortaya koyarız. Çökertme, sindirme mantığı ile hareket eden bir şeye karşı sizin fazla bir rolünüz olmuyor. Başından beri bu işin barışla çözüleceğini söylüyoruz. Sayın Öcalan da bunu söylüyor. Sayın Öcalan da diyalogla ortak akılla çözülmesi gerektiğini söyledi gittiğimizde. Bütün Kürtler de barış konusunda büyük destek veriyor. Kimse savaşı istemiyor. Savaşın, çatışmanın ortadan kaldırılması için hiçbir mesaj yoksa siyasetçinin yapabileceği çok fazla bir şey yok. Elbette biz zindanlara da girsek barışın gelişmesi için ısrarcı olacağız. Şurada sıkıntı yok. Ama burada bu ortamın sağlanmasını istemek lazım. Herkes için söylüyorum. Devlet için de PKK için de…

- PKK’de böyle bir istek var mı?

Ben onun olduğuna inanıyorum. Son dönemlerde çözüm için varız diye bir açıklama yaptılar. Bugün dahi Öcalan devreye girerse birkaç gün içinde çatışmaları bitirebilir, yeniden bir süreç başlayabilir. Ama bugün bile devletin görüşme yapılmasını istemiyorum, savaşta ısrarlıyım mesajıdır bu…

- Arabuluculuk girişiminde bulunanlar var mıdır hala?

O konuda net bir bilgiye sahip değilim ama benim bildiğim kadarıyla şu anda bir diyalog bir görüşme yok. Tabii ki dünyada örnekler var. Bu çatışmalar süreçler nasıl bitmiş yani mutlaka hakem rolünü oynayacak bir kesimi üçüncü tarafın ortaya çıkması lazım. 3. Taraf iki tarafın yanlışlarını ortaya koyuyor ve mesafe alınmasını sağlıyor. İlla ABD Rusya gibi bir devlet olmayabilir. BM içinde kurumlar var NATO var, onların desteklediği üçüncü bir taraf olabilir. Bosna Hersek’te, Filipinler’de buna benzer şeyler oldu. Hatta İrlanda olayında buna benzer girişimler oldu ve Sonuçta mesafe alındı. Eğer gerçekten tarafsız bir güç buraya müdahale ederse kimin savaştan kimin barıştan şana olduğu ortaya çıkar ve dünya bunu görür. Eğer gerçekten barış istiyorsak üçüncü taraf devreye girmeli. Hakem olarak görüşmeyi izlemek üzere devreye girmeli. Kim adım atmıyorsa Türkiye dünya kamuoyunu aydınlatacak bir çalışma yapması gerekir. O zaman diyalog süreci sağlıklı gelişir diye düşünüyorum.

- Çözüm süreci devam ederken ‘mantalite değişmeden barış zor’ diyordunuz. Gördük ki devlet açısından pek değişmemiş. Ama bu tarafta da silah ve şiddet kullananlar açısından da değişmemiş…

Biraz da devletin adım atmayacağını düşünenler, barış sağlamayı hedeflemediğini düşünenlerde sıkıntı olabilir. Böyle bir sorun var. Yani devletin adım atmayacağını söyleyenlerde.

- Klasik bir soru olacak ama, HDP ile PKK arasındaki ilişki nedir? Çünkü bu konu baskıların kaynağı olarak bu gösteriliyor.

Kürt sorunu var. Siyasi partiler de bu sorunun çözülmesi için taraftır. PKK de Kürt sorunu nedeniyle ortaya çıktığını söylüyor. Bu nedenle toplumda, kamuoyunda organik bağ varmış gibi görünüyor. Oysa böyle bir şey yok. Ben defalarca ‘keşke siyasi kanadı olsaydık da daha etkili olabilseydik’ dedim. Ama böyle bir şey yok. Hak ve özgürlük talebinde bulunduğumuz zaman örgüt de aynı talepte bulunuyor diye siyasi partimizin cezalandırılması mantığının doğru olmadığını ifade etmek istiyorum.

- Bu aşamadan sonra HDP Türkiyelileşme projesiyle var olabilir mi?

Biz Kürt sorununu sadece Kürtlerin sorunu olarak görmüyoruz. Kürtleri yalnızlaştırmak isteyen bir politika izleniyor. Ama bu sorun Türkiye’nin, Türk halkının demokrasiye inanların sorunudur. Biz bu nedenle sorunu çözerken sorunların ortadan kaldırılmasını isterken Türkiye’de vicdan sahibi insanlarla ortaklaşarak bu mücadeleyi büyütme kararındayız. Bu kararımızda da asla bir değişiklik olmayacak. Biz ırkçı, milliyetçi bir anlayışla meseleye bakmıyoruz. Başından beri halkların kardeşliğini temel alıyoruz. Daha milliyetçi anlayışların Türkiye’yi felakete götüreceğini söylüyoruz. Bu sorun sadece Kürtlerin değil Türkiye halklarının da sorunudur. Birlikte mücadeleyle çözülebilir diyoruz. Bu yüzden HDP’nin başarısının engellenmesi gerekiyordu. Yürütülen siyaset de bu. Bütün televizyonlar kontrol altına alınmış, sesimizi nasıl duyuracağız? Bugün bile açıklama yapıyoruz ama açıklamamızı bir tek polis alıyor. Bugün Musul’dan gelen kükürtle ilgili açıklama yapacağız dedik ama bunu bile sadece polisler okuyacak, basında yer almayacak. Geçen gün Mardin belediyesi ile ilgili televizyonda program yapılıyor. Müfettiş raporuyla sabit: Bizim işçi memura verdiğimiz ücretlerin oranı 2014’de yüzde 19 . Geçen yıl yüzde 21. Bu yıl tahminimiz yüzde 22. Genel bütçede yüzde 30’u aşamaz deniyor. Ama televizyona çıkan bir AKP’li profesör diyor ki ‘verdiğimiz paranın yüzde 60-70’i işçi memura gidiyor.’ Ben Habertürk’e bağlanmak istedim. Dedim ki ‘bu iftiradır, cevap hakkımızı kullanmak istiyorum.” Ama kesinlikle bağlamayız dediler. Böyle bir şeyle sesimizi nasıl duyuracağız? Ama tek taraflı işliyor. Bunlar bölücü, Türkiye’nin, Türk halkının düşmanı deniliyor... Biz ne Türkiye’nin ne Türk halkının düşmanıyız. Biz Türkiye halkıyla adil eşit bir yaşamı esas alan demokratik özgür bir Türkiye arayışı içinde olan insanlarız.

- Gezi eylemlerinde yaptığınız bir açıklama tepki çekmişti. ‘Bilinçli bir senaryoda devreye girenler de olabilir hükümeti yıpratmak ve çözüm sürecine karşı olanlar da olabilir’ dediniz…

O biraz farklı bir şekilde yansıtıldı. Gezi olaylarında demokrasi güçlerinin ortaya çıktığını ve gerçekten artık bu yöntemlere karşı bir ses olmaya yönelik bir arayış olduğunu biliyorum. Ama şunu söyledik. Basında bazı dedikodular çıktı. Ben de iyi niyetli kötü niyetli insanlar da oraya girmiş olabilir. Alnında ne olduğu yazmıyor ki... Ama biz Gezi eylemlerinin eleştiren bir yaklaşım göstermedim. Tam tersine ilk defa demokratik reflekslerini gösterdiğini, bu yanlış politikaya karşı sesini duyurmaya çalışmış diye değerlendiriyoruz. Ama bunların içinde gezinin ruhunu anlamını vermek istediği mesajı farklı b.ir yere çekmiş olan insanlar da olabilir. Kürtlerin kurtuluşu Türkiye halkının gerçeği görmesinden geçiyor. Türkiye halkının ortaya koyacağı refleksle de ilgili. Biz bunun için Kürt partisi değiliz. Türkiye’nin sorunlarını çözmeye çalışıyoruz. Elbette Kürtlerin sorunlarını savunuruz ama bunu yaparken Türkiye halkı ile birlikte içinde bir dayanışma ile bunu gerçekleştirmemiz lazım. Siz bunları söylerken bazı Kürt grupları da tam tersi işte bizi Türkiye halkı ile kesimlerle niye bu kadar içi içesiniz diye eleştiriyorlar. Bizi, hatta şahsımızı Kürtlüğe sahip çıkmıyoruz diye eleştirenler de var.

- Son gelişmeler Kürt hareketi içindeki milliyetçi eğilimi güçlendiriyor mu?

Benim inancım şudur: Kürtler farklı bir adreste olmak istemiyor. Türkiye halkı ile sorunlarını çözmek istiyor. Genel kitle öyle ama toplumun her kesiminde milliyetçi duygularla beslenen insanlar çıkabilir.

- Şu çok sık soruluyor: Kürt siyasi hareketi, Kürtler neden dönüp de PKK’ye ‘bizim adımıza şiddet yapmaya son verin’ diyemiyor.

Aslında bu söyledikleriniz bütün toplum içinde tartışılıyor. Bunu da biliyorlar. Bu konuda da görüşlerimizi de açık açık ifade ediyoruz. Ama siz bunu sorduğunuzda peki ama devlet adım atacak mı? Silahları bırakın gidin, peki ne olacak sonrası? Bu konuda yolu açtık ama bir günde masayı devirdi. Onunda verdiği cevap bu olacak. Bizim etkili olabilmemiz için iki tarafın da bu sorun nasıl çözülür. Çözüm konusunda kendilerinin bir şeyi yok. Biz rahmetli Özal’la bir araya geldik dedi ki ben herkesten daha milliyetçiyim ama mutlaka bunu oturup konuşmamız lazım. Bunun formülü nedir bulmamız lazım. Öcalan’a bu mesajı gönderdi bizimle. Size gidin ya da gitmeyin de demiyorum gidince sıkıntıya da girersiniz ama bu mesajı iletin dedi… Devlet yaklaşımını değiştirirse bizim de etkili olma şansımız olur. Devlet belini kıracağım ezip biçeceğim gibi bir mantıkla yaklaşırsa sizin bir rolünüz girişimde bulunma şansınız yok, etkili de olamazsınız.

- Belediyeciliğe alıştınız mı?

Belediyecilik çok zor bir şey. Halkı memnun etmenin kolay olmadığını biliyoruz. Bütün çabalarımıza rağmen eksikliklerimiz var. Hiçbir projemize İller Bankası destek vermiyor. Burada yapılması gereken çok şey var. Mardin’de 5 bin 500 km köy yolu var. Düzgün iki yol bulamazsınız. Bu yıl 1000 km asfalt, 500 km stabilize yol yaptık. 70 paylaşım evi yaptık. Şehir merkezlerinde park-bahçelerle ilgili bir şey yapmak istiyoruz. Hizmet binamız bile yok. Mardin Belediyesi’nin binası bile bize verilmedi ilçeye verildi. İşsizlik çok. Herkesi alamıyorsunuz işe ama alamadığınız insanlar da size kızıyor. Bugüne kadar 1.5 yıldan beri her gün 3-5 müfettiş geliyor. Bize getirilen suçlamalar görüşlerimizden ötürü. Bize yolsuzluk suçlaması gelmiyor.

- Partinizin 100’ün üzerinde belediyesi var. Buna rağmen sol, toplumcu belediye örneği ortaya koyamadınız. Klasik belediyecilği yolsuzluk olmadan yürütmek gibi bir anlayış var. Oysa Türkiye’de bir Fatsa deneyimi vardı, şimdi de Ovacık’ta benzer bir deneyim söz konusu…

Rahat bir ortamda belediye başkanlığı yapmıyoruz. Buraya geldiğimizde Şengal’den 30 binin üzerinde insanın göç dalgası oldu. Devlet bunları sahiplenmedi, bir tek kuruş vermedi. Arkasından Kobani olayları oldu. Son dönemde yürütülen siyaset bizi zorlayan bir noktaya getirdi. İstediğiniz projeleri yaşama geçirmeniz zor. Şimdi kooperatifler konusunda çalışmalar var. Sosyal kültürel tesislerin yapılması, kadınlar için çalışmaların yapılması… Kültürel alanda girişimlerimiz oldu. Ama bunlar ne kadar yeterli bilemiyoruz. Ekonomik kaynaklarımız kısıntılı… Tahsilatımız nedir? Mardin’de suyun yüzde 85’i kaçakken MARSU’yu nasıl ayakta tutacağım? Tek geliri su ama yüzde 85’i kaçak. Yeni büyükşehir belediyesi olan bir yerde bu disiplini sağlamak zor. Kırsal alanımız yüzde 50. Bu kırsal alanda su parası almanız, kırsal alanda hizmetleri eksiksiz yapmanız kolay değil. Geçmişle mukayese ettiğimizde aldığımız mesafe de önemli… Ben Ovacık’taki arkadaşımızı kutluyorum. Ama Mardin bir ilçe 5 -10 köyü olan bir yer değil ki… Her ilçemizin 100’ün üzerinde köyü var. 50’ye yakın mahallesi var. Geniş bir alan. Ve gerçekten ihmal edilmiş. Birçok köy yollarımız toprak.

- Belediyelere yönelik çok ağır suçlamalar var…

Bakın, cenazeleri kaldırmak belediyenin görevidir. Hastanede ölmüş, Adli Tıp’tan geçmiş cenazelere cenaze arabası, mezar yeri vermek zorundayız. Bunu bile suç yapan bir süreçle karşı karşıyayız. Biri öldüğünde dosyası bile ortadan kalkıyor. Seçmenindir, senin insanındır, komşundur. 40 yıldır siyaset yapıyorum. İnsanların yüzde 50’sini isim isim biliyorum. Cenazeye gitmediğimizde insanlar kırılıyor. Şimdi bu insani görev nasıl suç olur?

- Bir vekilinizin Ankara Güvenpark’ta sivilleri öldüren canlı bombanın ailesine taziyeye gitmesi de aynı çerçevede mi sizce?

Dikkatli olmak lazım bu konularda. Mesela ben Kızıltepe’de hastane yakınlarındaki patlamada ölen bir gencin ailesine de taziyeye gittim. Öyle kolay kolay herkes cesaret etmez. Ama gittik, çünkü onlar da biliyor ki böyle bir şeyi asla tasvip etmeyiz.

- Belediye araçlarının patlayıcı taşıdıkları söyleniyor.

Hangi belediye başkanı gel arabama bomba koy der? Kimse öyle bir şey demez. Vatandaşın arabaları alınmadı mı? Müteahhitlerin arabaları alındı. Müteahhit mi verdi ona?

- Çözüm süreci bittikten sonra canlı bomba saldırılarında siviller öldürüldü. Bunu yapanlar da ‘Kürt mücadelesi adına yaptık’ dediler. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çatışmalar ne olursa olsun yarınki barışı göz önünde tutarak vicdani, insani refleksten uzaklaşmamız gerekir.

 

- Size yönelik olarak özellikle sosyal medyada “Sol bir partide ama kendisi ağa. Bir ağanın mazlumları savunduğunu söylemesi ne kadar gerçekçi” gibi yorumlar yapılıyor.

Benim ailemde bir ağalık yok. Biz Mardin’in, Derik’in, Mazıdağı’nın dağ köyündeki yoksul bir aileyiz, ovaya inmişiz. Annemizden, babasından arazi kalmış. Kimse bizi burada da ağa olarak kabul etmiyor. Ama hep halkla birlikte iyi diyaloğumuz olduğu için, toplumda saygınlığımız olmuş, bunun ötesinde bir şey yok. Dedem yoksul bir kömürcü. Toprak ağası filan diye abartıldı. Dedemin zamanında anneme kalmış. Dedem Trabzon’a sürülmüş. Bizim aile kızlarıyla evlenmiş ve annemden kalan tarihi bir bina.

Annemden kalan topraklar var. Bu topraklar bugün bölüştüğünüz zaman her birimize 100 dönüm bile arazi düşmüyor. Aile büyüdükçe toprak küçülüyor. Ben gençliğimden beri sol içinde yer aldım. Kürtler bir halktır. Bu halkın hakları, hukuk var. Bunu savunmak da bir onurdur, görevdir diye düşünüyorum.

- Komünist olduğunu ileri süren bir yazar, siz Samsun’da yumruk yediğinizde ‘Sonuçta yumruğu atan emekçi, yumruğu yiyen ağa’ diye yazmıştı.

Ben ağa olduğum için yumruğu yemedim ki. Halkımın taleplerini dile getirdiğim için hedef oldum. Bunu göremiyorsa ona yazık. O zaman o iyi bir sosyalist, komünist değilmiş.