Kurşunlar Hepimize/ 7
Silahlı saldırı sonucu öldürülen Necip Hablemitoğlu'nun komşuları ve eşi aynı kişiyi tarif etti İfadeler doğrultusunda çizilen robot resim hiçbir işe yaramadı, ‘faili meçhul cinayet’ sayıldı.
cumhuriyet.com.trEşi Zerrin’den Gaffar Okkan’a mektup
Çocuklarımıza senin yokluğunu hissettirmemeye çalışıyorum. Babasına sarılan bir çocuk gördüğümde içim titriyor. Can’ın kin, intikam, nefret duygularından uzak büyüyebilmesi için uğraşıyorum. Biraz daha büyüyünce senin olayını irdeleyeceğinden, soracağı sorulardan korkuyorum. Senin yokluğun canımı çok acıtıyor. Çocuklarımı babasız bırakmalarını, yapılan canice suikastı kesinlikle kabul edemiyorum. Hepsine lanet ediyorum.
Hava erken kararırdı bu kentte, o gün sanki daha erken çökmüştü karanlık. Zerrin Hanım evde sekiz yaşındaki oğlu Can ile beraberdi. Akşam saatlerinde kapı çalındı. Karşısında iki komşusu duruyordu. Zerrin Hanım, her zamanki gibi güleryüzle karşıladı konuklarını. Ama bir terslik vardı. Komşuları hiç konuşmuyordu. Şaşkın şaşkın baktı yüzlerine. “Kötü bir şey mi oldu? Sizin çok acayip bir haliniz var. Renginiz benziniz uçmuş” dedi. Zerrin Hanım yine yanıt alamadı. Bu kez, “Birine bir şey mi oldu? Ne oldu? İnsanı çıldırtmayın, delirtmeyin” diye söylenirken, komşuları ona sakin olmasını, bir olay olduğunu ama olayın içeriğini bilmediklerini söylediler. O sırada Can içerden koşarak yanlarına geldi: “Anne, televizyon babamı söylüyor!”
Zerrin Okkan, olaydan sonra birçok mektup yazdı eşine. Zerrin Okkan sorularımızı yanıtlamak yerine, pek çok soruya yanıt olabileceğine inandığı bu mektuplardan birini iletti bize.
Canımın içi, canım benim
Sensizliğimin dördüncü yılı bitmek üzere. O tarih, o kahrolası gün yaklaşıyor. Ben yine devre dışı olmaya başladım. Her yerde varım. Ama yokum. Kurulmuş bir makine gibi üstüme düşeni yapmaya çalışıyorum. Bu arada yazmaya çabalıyorum. Seni anlatmak en büyük gayretim. “Yazmak, yazmak, yazmak…” diyor hocamız. Çok zor iş biliyor musun? Uğraşıyorum, didiniyorum, elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Biraz seni, biraz kendimi. Duygularımı yazdım şimdiye dek. Kimselerle paylaşamadığım duygularımı paylaşıyorum yeni tanıştıklarımla. Rahatlıyor muyum? Daha çok çıkmaza mı giriyorum? Galiba paylaşmak bana iyi geliyor.
Düşünüyorum. Seni düşünüyorum. Toplumu, insanları düşünüyorum. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyen suskun insanları düşünüyorum.
Susmak, susmak, hep susmak. Birçok insan yaşamı boyunca hep bu görevi üstlendi. Kendi kabuğunda sessiz sakin yaşamayı marifet saydı. Zannetme ki bir şeyler değişti. Halen bu böyle sürüp gidiyor. Ne vardı memleket sorunlarını bu kadar irdelemeye. Üstüne gitmeye. Sen de birçok meslektaşın gibi dur denilen yerde durmasını bilseydin. Salla başını, al maaşını çalışsaydın. Yüreksiz olsaydın. Sorumluluk sahibi olmasaydın. Medeni cesaretin olmasaydı. Direnmeseydin, birçok şeye. Nabza göre şerbet verseydin. Sen mi kurtaracaktın bu memleketi?
Özür dilerim sevgilim, beni tanımıyorsun değil mi? Bu benim karım değil diyorsun. Kusura bakma. Sensizliğin özlemi söyletiyor bunları bana. Biliyorum şu an yaşıyor olsaydın, nasıl kızardın bana kim bilir? “Benim gibi bir adamın eşine bu düşünceler yakışmaz” dediğini duyar gibiyim. Lakin bana da hak ver. Özlemin bir çığ gibi büyüyor her gün. Zaman her şeyin ilacı diyorlardı, nasıl da yanılıyorlar. Geçen zamanla birlikte özlem büyüyor, büyüyor… Sensizlik gün geçtikçe yüreğime taş gibi oturuyor. Günbegün ağırlaşıyor. Bu ağırlığın altında eziliyorum.
Biliyor musun? Senin yokluğunu ne anam, ne kardeşlerim, ne oğlum, ne kızım, hiç kimse dolduramıyor. Yanlış anlama. Herkesin yeri ayrı. Onlar benim canım ciğerim. Hepsinden önemlisi yaşam kaynağım. Beni hayata bağlayan varlıklar.
Ümitsizce seni özlüyorum. Sana ihtiyacım var. Aç insanın ekmeğe, toprağa, suya ihtiyacı gibi. Seninle konuşmayı, sohbet etmeyi özledim. Hâlâ sabaha karşı uyanıyorum biliyor musun? “Hadi kalk hoca, biraz sohbet edelim” diyecekmişsin gibi geliyor.
Yanımdaymışsın gibi sohbet edelim istersen. Önce sana Can’ı anlatayım. Can olanca hızıyla büyüyor. Altıncı sınıfta. Ergenlik çağına girdi. Boyu benim boyumu geçti. Senin boyunu da geçecek gibi gözüküyor. Elleri, ayakları kocaman. Daha şimdiden kırk bir numara ayakkabı giyiyor. Senin gibi, insanları çok seviyor. Senin kokunu, sıcacık, sımsıcak ona sarılıp öpüşünü hatırlıyor. Ketum bir çocuk, senin yokluğunu fazla dile getirmiyor. Bir de arabada müzik dinlemeni, müzikle birlikte tempo tutuşunu anlatıyor. Geçen yıl, “Anne, babamın mezarına bir kaset koyalım, babam dinlesin” demişti.
Babam olsaydı, babam görseydi
Sezin master programını tamamladı. İki yıldır, iyi bir hukuk bürosunda avukatlık yapıyor. Sevgiyle, saygıyla büyümüş olduğu belli. Hatırnaz, kişiliği oturmuş. Duyarlı, sevgi dolu, insanları incitmekten korkan, insanlara değer veren bir yapıya sahip. Sezin nişanlandı biliyor musun? Hani tanışmayı bir türlü kabul etmediğin arkadaşı vardı ya, onunla. Mutlu. Çok mutlu. İşi iyi, eşi iyi. Mutlu olduğunda veya bir şeye üzüldüğünde sana çok ihtiyaç duyuyor. “Babam olsaydı, babam görseydi” diyor. Oralardan senin bizi kolladığını, sıkıntılı anlarımızda Hızır gibi yetiştiğini düşünüyor hep.
Bana gelince… çocuklarımıza senin yokluğunu hissettirmemeye çalışıyorum. Babasına sarılan bir çocuk gördüğümde içim titriyor. Can’ın kin, intikam, nefret duygularından uzak büyüyebilmesi için uğraşıyorum. Biraz daha büyüyünce senin olayını irdeleyeceğinden, soracağı sorulardan korkuyorum. Senin yokluğun canımı çok acıtıyor. Çocuklarımı babasız bırakmalarını, yapılan canice suikastı kesinlikle kabul edemiyorum. Hepsine lanet ediyorum. Medyada; “Gaffar Okkan suikastının tetikçisi yakalandı”, “Gaffar Okkan suikastının tetikçisi serbest bırakıldı” gibi haberler çıkıyor. Bu haberler beni çileden çıkarıyor. Bunları kim koşullandırdı? Kimler bu emri verdi? Bunların başı nerde? Kimler? Kimler? Cevabını bulamadığım birçok soru beynime üşüşüyor.
Sen ve senin gibiler. Gazeteciler, polisler, öğretmenler ve daha niceleri… Vatanı için çalışıp şehit edilenler. Sizden sonra da hiçbir şey değişmedi. PKK, Hizbullah, mafya, rüşvet, yolsuzluk, kaçakçılık, ahlaksızlık, gasp, cinayet, her şey mevcut. Haksızlıklar karşısında toplum olarak sustuğumuz sürece bu memlekette ne şehitler biter ne de kötülükler biter sevgilim.
Daha fazla yazamayacağım. Hazan yaprağı gibi titriyorum şu anda. Sezin, Can ve ben; senin gibi onurlu ve şerefli yaşıyoruz. Senin çocuğun, senin eşin olmanın gururunu taşıyoruz. Bir kahraman eşi, çocukları olmak herkese nasip olmaz.
Elinde telsiz dini radyo dinliyordu
Silahlı saldırı sonucu öldürülen Necip Hablemitoğlu’nun komşuları ve eşi aynı kişiyi tarif etti İfadeler doğrultusunda çizilen robot resim hiçbir işe yaramadı, ‘faili meçhul cinayet’ sayıldı.
Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002 günü, akşam evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Hablemitoğlu, üniversiteden çıktıktan sonra evinin yakınındaki alışveriş merkezine uğrayıp, saat 20.30 sıralarında Çankaya Portakal Çiçeği Sokak, 40 numaradaki evinin önüne gelen Hablemitoğlu, park yerinde kendisine ait 06 TF 647 plakalı araçtan indiği sırada silahlı saldırıya uğradı. 9 milimetrelik silahla başına iki el ateş edilen Hablemitoğlu olay yerinde yaşamını yitirdi.
Saldırgan ya da saldırganlar karanlıktan yararlanarak kaçarken, silah sesini duyan Hablemitoğlu’nun komşuları 155 Polis İmdat servisine olayı bildirdiler. Hablemitoğlu suikastı, Galatasaray-Ankaragücü maçı sırasında işlendi. Ahmet Taner Kışlalı’yı öldürdüğü gerekçesiyle mahkûm olan Kudüs Savaşçıları örgütü üyesi Ferhan Özmen ve arkadaşları da, Kışlalı’nın otomobiline bomba koydukları saatte Galatasaray-Liverpol maçı oynandığını söylemişti.
Dr. Hablemitoğlu’na yönelik saldırı, tüm yurtta büyük tepki yarattı. Olay; sevenleri, meslektaşları, üniversiteler, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, yargı ve emniyet yetkililerince kınandı. Evinin önüne, öldürüldüğü noktaya karanfiller bırakıldı.
Sürpriz tanık
Hablemitoğlu’nun eşi Şengül Hablemitoğlu, cinayet günü sabah saatlerinde “Fiat Brava” marka bir aracın içinde dini müzik dinleyen bazı kişiler gördüğünü söyledi. Akşam saatlerinde cinayetin duyulmasının ardından aynı apartmanda oturan komşu bir kadın, aynı gün öğle saatlerinde arabasıyla dönüş için manevra yaparken yolun karşısında bekleyen ve içinde iki kişinin bulunduğu bir araca çarptığını, bu hafif çarpma sonrasında arabadan inen eli telsizli bir kişinin, onunla tartıştığını anlattı. Komşu kadın, öğleyin kendisine hakaret eden eli telsizli kişiyi akşam cinayet sonrasında da evin önünde gördüğünü, bu kez bir bere takmış olduğunu söyledi. Şengül Hablemitoğlu’nun sabah radyo dinlerken gördüğü kişinin eşgali ile komşu kadının tarif ettiği kişi birbirine benziyordu. Tanık ve Şengül Hablemitoğlu’nun ifadesi doğrultusunda zanlının robot resmi çizildi. Ancak, “Fiat Brava” gümüş rengi araca ulaşılamadı.