'Kupli': Karadeniz’in Pir Sultan’ı Sinan Akçal’dan doğaya ve insana türküler
Karadeniz’in Pir Sultan’ı Sinan Akçal, yeni albümü “Kupli”yi yayımladı. “Dağı gördüm dağın türküsünü yaptım, dumanı gördüm dumanın” diyor.
Deniz ÜlkütekinSizi, muhtemelen tanımadığınız, ismini duymadığınız bir müzik ustasıyla tanıştıracağım.
Tanımamanızın sebebi, kalıpların dışında olması, Karadenizli olmasına karşın tulum veya kemençe ile değil bağlama ile türkülerini söylemesi, ticari müzikten bugüne kadar uzak durması.
Ona Nacaklı Sinan diyorlar. Yıllardır doğa katliamlarıyla acı çeken Karadeniz’in yaylasının, dağının, deresinin, ağacının feryadının türküsünün onun diline gelmesi boşuna değil... Onun için doğa bir dekor ya da korunması gereken bir mirastan çok daha fazlası. Evrenin tınılarına ses veren, görüntülerine ışık tutan canlı bir varlık. Sinan Akçal uzun süre sonra türkülerini Kalan Müzik etiketli “Kupli” isimli albümde bir araya getirdi.
İLK ÇALGISI BAĞLAMA
Albümünüzden bahseder misiniz, hangi türküleri söylediniz?
Albüm yapmak gibi bir niyetim yoktu. İşlenmemiş, yapılmamış, dokunulmamış o kadar çok yaşanmışlık var ki bunları kayıt altına almayı düşündüğüm için albüm oluştu. Ben ezgilerin evrene ait olduğuna inanıyorum. Sesin, insanın, her hücrenin evrene ait olduğunu ve harmoninin düzenli devamı için bu türküleri üretmek gerektiğini düşünüyorum. Günümüz sanatçılarının birçoğunun o yaşanmışlıklara dokunmadığını gözlemledim. Böyle bir farkındalığı dile getirmem türkülerime kaynak oldu. Günümüzde popüler kültür ön plana çıktığı halde bunu düşünmeden çalışmalara devam ediyorum. Hangi türküleri okuduğuma gelince, dağı gördüm dağın türküsünü yaptım, dumanı gördüm dumanın, terkedilmiş yayla evlerini gördüm onlara yazdım, çocukluğumun izleri ile giderek kaybolan kültür, bozulan doğa ve insan türkülerimin ana konusu oldu.
Karadeniz müziği denilince akla tulum, kemençe geliyor. Fakat siz bağlama çalıyorsunuz. Bunun sebebi nedir?
İlk öğrendiğim çalgı aleti bağlama, yaptığım ilk çalışmaları bağlama ile çalıp okuduğumda insanların hoşuna gidince böyle devam ettim. 1975’ten beri çalıyorum. Karadeniz Bölgesi’nin ana çalgı aleti olmamasına rağmen insanlar benimsediler. Hep tulum ve kemençe bazen insanlara sıradan geliyor. Arada değişiklik onlara özel haz verdi. Anadolu saz kültürü aslında Karadeniz’de de var fakat ilgili sanatçı arkadaşların az olması nedeniyle azılıkta olsa da insanlar seviyor.
Müzikal olarak arkanızdan gelebilecek, el verebileceğiniz birisi var mı?
Aslında bunu çok istiyorum. Bunun için gelen birçok arkadaş oldu ama aradığım ruha sahip biriyle henüz karşılaşmadım. O coğrafyanın anlattığını duyamayan, dokusunu içine sindirememiş parmaklar benim hissettiğimi üretemez.
Türkülerinizin bazılarını ormanlara gidip, yaylalara çıkıp yazıyorsunuz...
Hepimiz doğanın birer parçasıyız. Hiçbirimiz doğadaki böcekten, çiçekten, orada yaşayandan farkı olmayan yaratıklarız. Kuşun, böceğin, canlının bir dili var. Ben oraya gittiğimde şunu hissediyorum: Biz onlarla aynı havayı, aynı suyu ve aynı doğayı paylaşıyoruz. Aynı yağmurda ıslanıyoruz. Onların arasında olduğumda sanki bana mesajları varmışçasına onlarla iç içe oluyorum.
Size Nacaklı Sinan diyorlar. Bu isminiz nereden geliyor?
Evet Nacaklı Sinan derler. Karadeniz’deki doğa talanına karşı uzun yıllardır direndiğim için bu adı verdiler. Doğanın bir parçası olduğum hissi ile davranıyorum. Sadece Karadeniz değil dünyanın her yerinde mücadeleye katıldım veya destek verdim. Başka bir dünya yok.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Cumhuriyet gazetesine ve sizlere teşekkür ediyorum. “Kupli” albümü ve tüm çalışmalarım umarım hislerimi dinleyene ulaştırır…
HES MÜCADELESİ YÜRÜTTÜ
Usta müzisyen, iklim krizinin ülkemizde bu kadar hissedilmediği zamanlardan beri mücadeleci. Yıllar önce HES direnişine başlayan isimlerden.
Rize’nin Senoz Vadisi’ndeki Çataldere köyünden. 1982’de İstanbul’a göç etmiş sonra geri dönmüş. 2007 yılında başlayan direnişte Senoz Vadisi Koruma Platformu sözcülüğü yaptı...
Akçal, Seferihisar Doğa Okulu’nun da üyesi. Ekibin bir parçası olmasını ise şöyle anlatmış:
“Rize’nin Senoz Vadisi’nde dağlarda doğdum. Ormanda, yaylalarda ve çay bahçeleri arasında büyüdüm. Yaşlı annemle birlikte 350 yıllık ahşap bir evde oturuyorum. Evimizin önünden geçen derenin HES şirketlerine satılmasıyla birlikte suyumuz için mücadele etmeye başladım. Bu yolculuk sırasında Türkiye’nin farklı yerlerinde doğa mücadelesi veren başka insanlarla da tanıştım ve dost oldum. Doğa Okulu benim için bu dostluğun en güzel meyvelerinden biri.”