'Kumpas'a bir açıklama daha

Yalçın Akdoğan'dan 3. 'kumpas' savunması: Benim kumpas sözüme atfen, bir kısım dava isimleri sayılarak, bunlara yönelik 'asılsız, mesnetsiz, boş, uydurma' gibi sözler söylüyormuşum gibi bir hava estirildi.

cumhuriyet.com.tr

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan, isim vermeden Gülen cemaatine yönelik, “TSK’ya kumpas kurdular” iddiasını dile getirmesinin ardından başlayan tartışmalarla ilgili, “Siyasetçi kamu vicdanının sesidir ve algılar üzerinden yorum yapabilir. Hukuk ise somut ve nesnel olgularla hareket eder. Muhalefetin 'kumpasa izin verdiniz, ortak oldunuz' türü çıkışları da, 'her şey yalan mıydı' gibi yorumlar da büyük haksızlıktır” görüşünü dile getirdi.

AKP ile Gülen cemaati arasındaki iplerin yolsuzluk soruşturmasıyla kopma noktasına gelmesinin ardından, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan Star gazetesindeki köşesinde isim vermeden cemaati kastederek, “Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranların bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi bilir” görüşünü dile getirmişti.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Gülen cemaatini kastederek, “yargı ve polis içinde çeteler var” açıklamasının ardından gelen Yalçın Akdoğan’ın bu ifadeleri, akıllara Ergenekon ve Balyoz gibi askerlerin yargılandığı davaları getirmiş; muhalefet, sanık yakınları, avukatlar ve çeşitli STK’lar AKP’nin “suça ortak olduğunu” öne sürerek, yeniden yargılanmayı gündeme getirmişti.

Gelen tepkilerin ardından kumpas iddialarıyla ilgili Star gazetesinde yeni bir yazı kaleme alan Yalçın Akdoğan,  sözünün maksadını aşarak gündeme getirildiğini savunarak, “Bizim ifadelerimizde spesifik olarak bir dava veya soruşturmaya yönelik bir iddia ve farklı bir bilgi bulunmamaktadır” dedi.

TSK’ya yönelik kumpas iddiaları kamuoyunda tartışılmaya devam ederken Yalçın Akdoğan, Yeni Şafak’ın bugünkü (1 Ocak) nüshasında, Yasin Doğan mahlasıyla konuyla ilgili üçüncü bir yazı kaleme aldı.

Yalçın Akdoğan’ın Yeni Şafak’ta “Her şey yalan mıydı?” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

Her şey yalan mıydı?

AKP kurulduğu günden bu yana bir kısım kumpaslarla, tertip ve tezgahlarla karşı karşıya kalıyor. Darbeci ve vesayetçi anlayış, tüm sivil iktidarların başına ördüğü çuvalları AKP'ye karşı da örmeye çalıştı. Devlet içindeki veya dışındaki çeteler, doğrudan milli iradeye ve onun temsilcisi iktidara karşı adı konulmamış bir savaş başlattı. Hukuksuzluğun her türlüsü, kirli oyunların enva-i çeşidi devreye konuldu. Milletin desteğini arkasına alan AKP büyük bir siyasi irade ortaya koyarak bu oyunları boşa çıkardı. Başlatılan yargı süreçleri oynanan oyunların günyüzüne çıkartılmasında tarihi önemdeydi. O günlerde yazdığım bir yazıya 'Türkiye hukuki hesaplaşmayı başardı' başlığını atarken şu vurguları yapmıştım: 'Ergenekon davası Türk demokrasisinin geleceği açısından bir dönüm noktasıdır. Darbe teşebbüsü iddialarının yargı konusu olması ve cezalandırılması tarihi bir olaydır ve Türkiye bunu başarmıştır. Bu dava 27 Mayıs'tan, 12 Mart'tan, 12 Eylül'den, 28 Şubat'tan, 27 Nisan'dan süzülüp gelen bir müdahale ruhundan hesap sorulmasıdır'.

AKP devam eden davaların bir kısmında ya doğrudan müdahil olmuştur ya da siyasi pozisyon olarak süreçlerin önemini vurgulamıştır. Ancak bu süreçlerde AKP'nin de eleştirdiği hususlar olmuştur. Başbakanımız uzun tutukluluk hallerini, bir kısım tutuklamaların yersizliğini, halka halka devam eden dalgaların ülkeye zarar verebileceğini söylemiştir. Bu noktada iki hususu vurgulamamız gerekir:

1. Darbeci ve vesayetçi anlayışla mücadeleye AKP her zaman destek olmuştur.

2. Yanlış gördüğü uygulamaları o günlerde açıkça eleştirmiş ve sorgulamıştır.

2012 Mayıs ayında Başbakan Erdoğan şu ifadelerde bulundu: 'Ancak böyle bir dalga, iki dalga, üç dalga, dört dalga filan bunlar toplumun huzurunu da doğrusu kaçırıyor. Bundan bizler de ciddi manada rahatsızız. Yani atılması gereken adımlar atılır, biter, geçer. Ama bu dalgalar böyle arka arkaya geldikçe o dalgalarda kusura bakmasınlar ülke boğulur' dedi.

İlker Başbuğ ile ilgili ise şunları söylemişti: '2 yıl Genelkurmay Başkanı olarak beraber çalıştığımız mesai arkadaşımdır. Burada tutuklu değil de tutuksuz yargılama olması her zaman belirttiğimiz üzere bizim arzumuzdur ve süratle bu noktada neticelenmesi şahsım ve partimin arzusudur. Bu şekildeki yolu isabetli bir yol olarak görüyoruz.'

Benim kumpas sözüme atfen, bir kısım dava isimleri sayılarak, bunlara yönelik 'asılsız, mesnetsiz, boş, uydurma' gibi sözler söylüyormuşum gibi bir hava estirildi. Oysa buradaki kasıt çok açıktır.

Ülkenin milli kurumlarını yıpratmaya veya karalamaya yönelik kampanya, tertip veya faaliyetler çeşitli vesilelerle ve farklı araçlar kullanılarak gündeme gelebiliyor. Özellikle son dönemde iki yanlış birden yapılıyor. Hem yanlış yapan kişiler değil doğrudan kurumların şahs-ı manevisini zedeleyen ve ülkeye toptan kaybettiren yaklaşımlar öne çıkıyor, hem de suçluluğu ispat edilmeyen kişilerin itibarını zedeleyen yaklaşımlar organize bir kampanyaya dönüşüyor ve adeta bir kumpas görüntüsü oluşuyor. Medya üzerinden yürütülen itibarsızlaştırma faaliyetleri yargısız infaz anlamına geliyor. Yürütülen operasyonların usule uygunluğuyla ilgili bir çok tartışma yürüyor.

Bu tartışmalar çerçevesinde acaba bu yanlışlıklar nereye kadar uzanıyor sorusu gündeme geliyor.

Bizim de önem verdiğimiz daha önceki dava süreçlerinde de tartışılan çok konu oldu. Uzun tutukluluklar, erken saatlerde gerçekleşen gözaltılar, kaçma riski bulunmayan önemli makamlardaki kişilerin tutuklu yargılanması, emir verenle emir alanların aynı kefeye konulması, sahte delil iddiaları vs... Tüm bunlar farklı düzeylerde eleştirildi, tartışma konusu yapıldı.

Başta Ergenekon davası olmak üzere darbeci anlayışla mücadeleye önem veren bir çok çevre 'acaba kurunun yanında yaş da mı yanıyor' gibi sorulardan etkilendi.

'Hem yanlış yapanların üzerine gidilmeli, hem de sapla saman birbirine karıştırılmamalı' görüşü genel bir hissiyat haline geldi.

Adaletin tecelli etmesini istemek, suçluyu cezalandırmayı, masumu ise ayırt etmeyi gerektirir. Kamu vicdanını tatmin etmek önemli bir gerekliliktir. Meseleye siyah/beyaz mantığıyla yaklaşmak, kategorik davranmak veya toptancı hareket etmek her durumda yanlıştır.

Siyasetçi kamu vicdanının sesidir ve algılar üzerinden yorum yapabilir. Hukuk ise somut ve nesnel olgularla hareket eder.

Muhalefetin 'kumpasa izin verdiniz, ortak oldunuz' türü çıkışları da, 'her şey yalan mıydı' gibi yorumlar da büyük haksızlıktır.