Kum torbaları
Sadece bu ülkede değil tüm dünyada toplumlar sorunlarını hep başkalarından kaynaklı sanıyor. Bu düşünme şekli bazen ayrımcılık bazen daha ileri giderek ırkçılığa dönüşüyor. Yeni icat sosyal medya üzerinde her görüş hararetle tartışılıyor. İnsanlar buradaki diyaloglarında karşısındakinin söyleyeceği bir cümleyle, soracağı bir soruyla değişebileceğini düşünüyor. Ama kimse öyle kolay kolay değişemiyor.
Sedef Erkenİnsan, hayatını sürdürmek, kırılıp dökülmemek için kendini daha çocuk yaşlarda geliştirdiği savunma mekanizmalarıyla korur. Ego kırılgandır, zedelensin istemez, bu yüzden de dış kabuğunu böyle örer. Çünkü halledilmesi gereken gündelik işleri vardır, konu komşuya “iyi insan olmanın hesabını” o vermektedir. Çoluğa çocuğa o sahip çıkmakta, bu kısa ve bir rüya gibi akıp giden hayatın cazibesini bize o anlatmaktadır.
Ne zaman kusurlu bir yanını berrak bir ayna gibi yansıtan biriyle karşılaşsa ondan çekinir insan, korkar. Belki de bu yüzden kendisinden farklı gördüğü biriyle karşılaştığında ilk tepkisi eleştirmek hatta, değiştirmek olur. Aslında bunu düşünüp taşınarak değil, neredeyse refleks olarak yapar. Hayata dair korkularını, komplekslerini “öteki” üstünden gidermek işin kolayıdır.
Kimse öyle kolay kolay değişmiyor
Sadece bu ülkede değil tüm dünyada toplumlar sorunlarını hep başkalarından kaynaklı sanıyor. Bu düşünme şekli bazen ayrımcılık bazen daha ileri giderek ırkçılığa dönüşüyor. Yeni icat sosyal medya üzerinde her görüş hararetle tartışılıyor. İnsanlar buradaki diyaloglarında karşısındakinin söyleyeceği bir cümleyle, soracağı bir soruyla değişebileceğini düşünüyor. Ama kimse öyle kolay kolay değişemiyor.
Böyleleri karşısındakini bütünüyle değiştirmek isterken kendisine dair en ufak eleştiride sarsılıyor. Yüzeyde işler yolunda göründüğünde bile öyle kaskatı bir halde hayattan gelebilecek bir sonraki darbeyi bekliyor ki derisine atılan ufacık bir çizik bile sırça köşkünde depremler yaratmaya yetiyor. Nereye dönsek birileri bu darbelerden korunmak için daha güzel, daha iyi, daha daha daha olmak istiyor.
İstekler, arzular, hırslar, tutkular bitmiyor. Bir kurs daha, bir kitap daha, hatta bir diploma, sertifika daha, bir başarı daha. Hep bir şeyler eksik, o tamamlandığında işlerin yoluna gireceği sanılıyor.
En inanmıyorum diyen bile kutsal icat ediyor
İnsan kendisini yeniden yaratma peşinde gibi görünüyor. Çeşitli akımların peşinden milyonlar gidiyor. Bu bazen bir beslenme biçimi, bazen bir marka, bazen yoga meditasyon, bazen bir şarkı ya da şarkıcı. İbadethaneler kadar, kişisel gelişim kursları ve kamplar da dolup taşıyor.
Tılsımlı kitaplarla hayatın sırrını çözmenin mümkün olduğu düşünülüyor. En inanmıyorum diyen bile ne yapıp edip kendine bir kutsal icat ediyor, en kötü ihtimalle kendi inançsızlığını kutsuyor.
Oysa mesele çoğu zaman fazlalıklarda. İnsanın doğayla ilişkisi koptuğundan beri aynası kırık. Şehir hayatı hızlı, sert ve acımasız. Hep yetişilmesi gereken bir yer, ödenmesi gereken bir fatura var. Ömür kısa, bu liste hiçbir zaman tamamlanmayacak, işler bitmeyecek, hesaplar eninde sonunda yarım kalacak.
Bu labirentten çıkış yok, tek kaçış hafifleyip uçmakta. Belli ki kum torbalarını atıp biraz hafiflemeden bulutlara yükselmek pek de mümkün olmayacak.