Kültür mü? O da Ne?
27 Mart Dünya Tiyatro Günü'nü geride bıraktık... Tiyatro konuştuk mu, tiyatromuz, tiyatromuzun gelişimi, ülkemizdeki sanatsal kaygılar ile alakalı fikir üretebildik mi?
cumhuriyet.com.trTiyatronun toplumsal değişim için öneminin farkına varabildiğimiz bir süreçten geçiyor muyuz? Hayır demek zorundayım bu sorulara… Ne tiyatroya, ne kültüre ne de sanata fazlaca zaman ayırmadık. Planlarımız içinde bu kavramlar ısrarla yine geride kaldı.
Oysa dünyanın en önemli şehirlerini görmeye gittiğinizde size öncelikle o ülkelerin devrimler ve isyanlar yaşadığı, tarih yazılmış olan meydanlarını, muazzam opera ve tiyatro binalarını, konser alanlarını, sanat merkezlerini, sergi salonlarını, sanat caddelerini, müzelerini görmenizi önerirler.
Gidip o binaların önünde hayranlıkla durup fotoğraf çektirebilirsiniz. O sahnelerin büyüsüne tanık olduğunuzda kıskanırsınız. Örneğin Mariinsky Tiyatrosu (St.Petersburg), Berliner Ensemble (Almanya), Palais Garnier (Paris), Juliusz Slowacki (Polonya), Fenice Tiyatrosu (İtalya), Golden Gate Tiyatrosu (Kaliforniya) ve bir çokları… Çağdaşlık denilen şey, ifadesi uzun ama tanık olunduğunda pek de insanca bir şeymiş dersiniz. Nasıl olmuş da bu insanlar bu binaları alışveriş merkezleri haline dönüştürmemiş diye şüpheye düşersiniz. Sosyal devletin azizliği işte, kaz gelecek yerden tavuğu esirgemiş dersiniz belki kim bilir. Birçok ülkede en görkemli tarihi binalar, tiyatro ve opera binaları olarak korunur. Ülkenin genç insanları ve sanat talep eden toplumu değerlidir ve bu değer onlara ülkenin tarihi ve milli altyapısının kültür yatırımları olarak geri dönüşümü sağlanarak verilir.
Doğu bloku ülkelerde de, orta Avrupa’da da, bu hep böyledir. Örneğin kütüphaneler bütün ülkeler için çok önemsenen simgelerdir. Dünyanın modernizm simgesi haline gelmiş kentlerini taşra kafasıyla yönetmeye kalkarsanız o kentlerde ne fırtınalar kopar ne doku uyuşmazlıkları olur bir düşünün. Toplum bu durumu asla kabul etmez. Edemez…
Şimdi biraz İstanbul hakkında düşünelim. Örneğin, İstanbul’un en önemli alanlarını, meydanlarını, simgelerini saymanız istense aklınıza öncelikli olarak gelecek yerlerden biri Taksim Meydanı’dır. Taksim Meydanı bence şu anki görünümüyle o kadar bakımsız bir fotoğrafa sahiptir ki…
O meydan bu haliyle neyi temsil etmektedir? Derme çatmalığı, meydanın bakımsızlığı, Atatürk Kültür Merkezi’nin kaderine terk edilmiş bomboş görüntüsü, Gezi Park’ının bir türlü çehre değiştirememişliği ve kendi haline bırakılmışlığı… Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine ve aydınlanma düşüncesine hizmet eden en önemli simgelerden biri olan Atatürk Kültür Merkezi hakkında yönetim ne düşünmektedir? Başka bir ülkeden gelen bir arkadaşınıza şehirle ilgili bilgi verdiğinizi düşündüğünüzde acaba Atatürk Kültür Merkezi’nin önüne gelerek ne anlatabilirsiniz? Bu metruk bina, yıkılarak yerine kongre ve kültür merkezi adı altında zevksiz ve estetikten uzak bir TOKİ binası yapılabilir, olasıdır. Ya da bir sermaye grubuna sadece ve sadece onun ekonomik çıkarları gözetilip toplum hiçe sayılarak bir bina yapılması olasılığı da olabilir ama ben bunların hiçbirine inanmıyorum çünkü aydınlanması istenen toplumlarda kültürel simgeler bu anlamda yağmalanmaz diye konuşmanızı sürdürebilirsiniz.
Sonra bir kenti yönetmenin zorluklarından bahsedebilirsiniz. Çünkü İstanbul gibi bir kenti yönetmeye talip olduysanız çağdaş, ileriye dönük, kitlelerin bilinçlenmesine ve eğitilmesine yönelik akıl uçuklatacak projeler sunmak durumundasınızdır. Yavaş yavaş yürüyerek İstiklal Caddesi’ne gelirsiniz. Sağlı sollu kafeler, restoranlar, kapanan tiyatrolar, sinemalar, sayıları pek yetersiz sergi salonları… E hani burası bir kültür simgesi mekandı? Bir sene içinde birkaç sinema etkinliği bu kente yetiyor demek ki… İstiklal Caddesi, Beyoğlu, Taksim dünyanın tanıdığı bir kültür merkezi haline gelebilecek bir yer değil miydi? Demek ki Türkiye için biçilen elbise neyse, İstanbul için de yakıştırılan elbise buymuş.
Gelelim yeni yapılan Demirören Alışveriş Merkezi’ne… Herkese hayırlı olsun! Uzunca bir zamandır harıl harıl inşaat halinde olan bu inanılmaz değerdeki mülk, alışveriş merkezi olarak topluma kazandırıldı. Ruhsuz alışveriş merkezlerini görmekten fenalık duyanlardanım, hicap duyanlardanım… Dışarıdan bakıldığında yepyeni, restore edilmiş bir binayla karşılaşıyorsunuz, içine giriyorsunuz binanın haline ağlayasınız geliyor. İstiklal Caddesi’nde alışveriş merkezi sıkıntımız varmış da haberimiz yok. Toplumumuz kültür, sanat, proje değil daha çok giyinmek kuşanmak ve dolanıp durmak niyetindeymiş. İstiklal Caddesi, Taksim, Beyoğlu bir kültür-sanat merkezi haline gelmek için daha çok erkenmiş bence… Buradan şu sonuç çıkıyor: Restore edilecekse bile bu toplum yararına değil, ekonomik çıkarlarını her şeyin üstünde tutan gruplar yararına olacaktır. Bunun bir ortası olamaz.
Arkadaşıma İstanbul’u gezdiriyorum… Diyorum ki “bak burası Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından kalma modern mimariyle yapılmış bir kültür merkezidir, biraz ilerisinde dünyanın önemli klasik eserlerinin sahnelendiği 1700’lerden kalma heyecan verici şu bina var, bir sokak aşağısı tiyatro sokağıdır, İstiklal Caddesi’ne geldiğinde şu ve şu binalar genç insanların kültür projeleri ürettiği mekanlardır, sadece Taksim’de birkaç opera binası ve sayısız tiyatro sahnesi bulunur. Müzik Enstitüleri, tarih ve kültür kurumlarının en çok bulunduğu bölge burasıdır. Bu meydana geldiğinde kendini özgür ve çağdaş hissedersin. Demokrasi, sanat ve çağdaş toplum gönüllüsü dostlarla mütemadiyen burada buluşur, sesimizi duyurmaya çalışırız. Fikir üretilir. Basından ve edebiyat çevresinden arkadaşlarla alternatif şeyler yazıp tartışabildiğimiz platformlarımız ve sendikalarımız vardır.
Diyorum ya İstanbul’a geldiğinde seni getirecekleri en önemli yerlerden biri bu meydandır, kendini caddeden aşağı doğru bir kuş gibi özgür hissedersin”… Rüyamdan, yataktan düşer gibi uyanıyorum ve bir bakıyorum ki, yepyeni nur topu gibi alışveriş merkezinde bir fincan tatsız kahveyi içerken soğuktan donmuşum…
Ya sonra? Sonrası şu; neyi talep edeceğinden habersiz toplumun, ballandıra ballandıra anlattığı alışveriş merkezlerinin birinden çıkıp birine girerek kırk gün kırk gece alışveriş çılgınlığına davet edilişi tam bir trajikomedya… Kültürünüz az, alışverişiniz bol olsun ey halkım!