‘Kültür el değiştirdi’

Mimar Doğan Kuban, 1970’li yıllara kadar gelen geleneksel ahşap yapıların sonraki süreçte hızla yok edildiğini söylüyor. Bunu da köyden kente göçenlerin kent kültürüne sahip çıkmamasına bağlıyor. Kuban “Ak Saray”la ilgili de “çirkin bir büro binası” diyor.

Mehmet Keskin/Cumhuriyet

Sultanahmet’teki Turing’e ait “Yeşil Ev” geçen günlerde boşaltıldı. Ev ihaleyle 15 yıllığına devredilmişti ve işletecek olan firma istemediği için içindeki eşyalar müzayedede satıldı. Yeşil Ev, “koruma”ya büyük önem veren Turing’in eski başkanı Çelik Gülersoy tarafından 1977’de satın alındı, restore edilerek Türkiye’nin ilk “tarihi tipte otel”i olarak yıllarca hizmet verdi. Ahşap bir yaı olan Yeşil Ev bu haliyle Avrupa’nın en saygın kültür kuruluşlarının başında gelen “Europa Nostra”nın başarı madalyasını da Türkiye’ye getirdi. Bir dönem Turing’de görev alan mimarDoğan Kuban’la Yeşil Ev üzerinden İstanbul’daki ahşap yapıları ve koruma politikalarını konuştuk.

Öğrencileri Turing’in işlettiği yapıların restorasyonunu yapan Doğan Kuban, Gülersoy’u “Yaptıklarını kimse yapmadı” diyerek anlatıyor. “Gülersoy’un genel bir politikası vardı. Vizyonu korumayla ilgiliydi ve İstanbul için de bu gerekliydi. Eski binaları alır, restore ederdi. Kendisi de zaten eski yapıları kültürel olarak sevdiği ve politik olarak da bunun gerekli olduğunu düşündüğü için yaptı.” Yeşil Ev örneğine geldiğimizde ise “Yeşil Ev ilk yapıldığında örnek bir yerdi. Ona benzer bir bina da olmadı. Gülersoy Yeşil Ev’i neredeyse müze haline getirdi. Servisi çok iyi, bahçesinde oturmak güzeldi” diye anlatıyor. Gülersoy’un koruma adına yaptıklarını sadece ondan sonra gelen yönetimin değil belediyelerin ve devletin de yapmadığını vurguluyor. Sonra da “Turing’in yönetimi ne yapıyor?” diye haklı bir soru soruyor.

Neden koruma politikalarının uygulanmadığı ise “En büyük sorun, kültür Türkiye’de el değiştirdi. Bu, onun sonucudur. Tarihi, sanatı bilmiyor ve sahip de çıkmıyorlar” diye özetliyor.

Kendisinin İstanbul Belediyesi’nin isteği üzerine 1971’de koruma planı hazırladığını söyleyen Kuban, İstanbul’un ve Osmanlı’nın geleneksel konut dokusunun ahşap olduğunu söylüyor. “1970’li yıllara kadar, henüz köylü şehre göç etmediği için, İstanbul’un ahşap dokusu duruyordu. Türkiye fakirdi. Koruma düşüncesi toplumda değilse bile devlet ve kültür katında vardı.”

Bu ahşap yapıların zamanla yok edildiğini, belediyelerin bunlara sahip çıkmadığını söyleyen Kuban “Belediye vermesini biliyor, almasını değil. Zaten şehirli de değiller, bu kültürün ne olduğunu bilmiyorlar” diyor.

Avrupa’da çok sayıda korunan şehir olduğunu söyleyen Kuban “Roma’da evin boyasını bile kolay kolay değiştiremezsin. Belediye başkanlarımız bu şehirleri görüp neden bizde böyle bir koruma yok demiyorlar mı? Aslında diyemiyorlar çünkü onlar da bilmiyorlar. Kuldan halk oldular, halktan da iktidar oldular; korumayı bilmiyorlar. Bu işler zengin olmakla, gökdelen yapmakla olmuyor” diyor.

Osmanlı’nın geleneksel ahşap kentlerinden kurtulanın sadece Safranbolu olduğunu söyleyen Kuban “Türkiye’de başka kurtulan şehir yok” diyor.

Kuban, günümüzdeki 1000 odalı “saray”a da göndermede bulunarak Osmanlı’nın konuttaki en büyük özelliğinin mütavazılık olduğunu söylüyor. Buna da iki katlı ve ahşap olarak inşa edilen Topkapı sarayını örnek veriyor. “19. yüzyıla kadar Topkapı Sarayı’nı kullanmışlar ve başka saray da yoktu.” Sonraki süreçte ise bir saray enflasyonu yaşandığını söyleyen Kuban “Dolmabahçe, Beylerbeyi gibi sarayları 19. yüzyılda, parçalanmak üzereyken yaptık ve battık” diyor. “Bizde saray yapma geleneği yoktu. Selçuklu’nun bir tek Konya’daki Alaattin Köşkü denilen köşkü vardı” diye de büyük devlet olmak için büyük yapıya gerek olmadığının altını çiziyor.

Kuban “Ak Saray” için de eleştirilerini yöneltmekten çekinmiyor: “Başkanlık sarayı çok kötü, çirkin bir büro binası. Selçuklu’yla bir ilgisi yok. 1000 odalı deniliyor; Osmanlı’nın 500 yıl oturduğu saray 360 odalıydı. Versailles, Buckingham saraylarının daha az odası var. Beyaz Saray bundan 7 kat daha küçüktür, saray bile değildir. 1000 ne işe yarar onu da bilmiyorum.”