Küçük insanların büyük suçları

66. San Sebastian Film Festivali, Arjantin, İspanya ve Filipinler geçmişten günümüze suçları hatırlatan ve ihbar eden, bunu da sıradan insanlık hallerimize bakarak yapan filmlerle başladı.

Esin Küçüktepepınar

Kasabaya gelen bir yabancı, bir cinayet ve faşist darbenin çoktan hissedilen sinsi ayak sesleri; Altın İstiridye yarışının gözdesi filmlerden Arjantin yapımı “Rojo”nun başlarındaki sahne de zaten filmde bizi bekleyenlerin habercisi adeta.

Kalabalık bir lokantada eşini bekleyen ortayaşlı avukat, boş masa meselesi yüzünden tartıştığı yabancı bir müşteriye hayli tepeden bakan bir 'ahlak, terbiye ve izan' konuşması yapınca yumruklar konuşuyor ve 'sizi gidi Naziler'' çığlıkları atan yabancı elbirliğiyle dışarı atılıyor. İlk bakışta kimin tarafını tutacağınızı bilemediğiniz anlardan. Bu da altında daha da şüpheli ve uğursuz bir şeylerin gizli olduğu hissiyatını körüklüyor. Nitekim 1970'ler Arjantina'sında, tam da sağcı askeri darbe öncesi aydınların kaçırılarak katledildiği 'Kirli Savaş' dönemindeyiz.

32 Yaşındaki Ajantinli genç yönetmen Benjamin Naishtat'ın kendi anne ve babası bu 'antikomünist devlet terörü'ne maruz kalmış. Onların yaşadıklarından yola çıkarak kotardığı “Rojo”da (Kırmızı) özellikle top tüfek, tank göstermeyerek gündelik hayatın banal detaylarına odaklanmış. Yolsuz düzen içerisinde yolunu bulan bir avukat üzerinden suçun sıradanlığını vurgularken “Çinayetlerin bir fırsat gibi değerlendirilmesi ve en çok da sıradan vatandaşın olanlara tepkisiz kalması, herkesin alıştığı hayata, diyelim ki lokantadaki huzurlu yemeğine dönme telaşı bence top tüfek kadar yıkıcıdır” diyor.

 

Kayıpların hesabı verilmeli!

Eski polis rolünde bir cinayeti aydınlatmak için filme muhteşem bir giriş yapan Şilili aktör Alfredo Castro'yla yaptığımız söyleşide de söz Latin alemini sarsan döneme geldiğinde, “Hala sayısı binleri bulan kayıpların akibetini bilmiyoruz. dolayısıyla kanlı bir dönemin etkisi sürüyor” diyor. Film geçmişte kalmış bir olayı anlatıyor hissiyatı vermiyor malesef, o da zaten “Günümüzle çok bağlantılı çünkü güç beslenmek zorunda, onu da bizi sömürerek yapıyor ve dur denilmedikçe de yapmaya devam edecek. Filmde herkes bir şekilde işbirlikçi. Kayıpların hesabı er geç verilmeli” sözleriyle yorumluyor.

“Rojo”nun mevzuyla kurduğu hafif absürd ve gerçeküstü ilişki yarışmadaki İspanyol yapımı “El Reino”da da karşımıza çıkıyor ama bu kez dingin değil bilakis olabildiğince çılgınca bir koşuşturmaya dönüşüyor. Yakın tarihten bir politik yolsuzluk filmi gibi başlayan, politikacıların adeta mafya babaları gibi yatlarda keyif çattığını gösteren film, istikbali yüksek bir adayın ifşa olmasıyla gelişen olaylar örgüsünü son yarım saatte müthiş bir zirveye taşıyor. Herkesin ondan beter ve işbirlikçi olduğu ama bir kurban gerektiğinde harcanan politikacı rolünde şahane Antonio de la Torre'yi delirten olaylar anlaşılabilir. Yönetmen Rodrigo Sorogoyen, kadrajı geniş tutmuş ve Hollwood gibi yolsuzluğu temizlenmesi gereken bir kaç kötü adama maletmemiş.

Balık baştan kokar

 

Filipinli yönetmen Brillante Mendoza Altın İstirdye için yarışan yeni filmi “Alpha” ile Başkan Duerte'nin son dönem uyuşturucuyla mücadele harekatını anlatıyor. Tipik 'olay mahallinden' bildiren aktüel kamerasıyla sivil halkı da yargısız infaz etmekle suçlanan Duerte'nin alkışladığı polis operasyonlarına odaklanan Mendoza, haber bültenlerinden farklı bir şey göstermek derdinde değil ama sıradan insanın telef olduğunu ve sorunun sistemin bizzat kendisi olduğunu ihbar ediyor. “Balıkbaştan kokar. Devlet önce kendi içindeki yolsuzlukları ve yoksuluğu, adaletli gelir ve hukuk paylaşımını düzeltmezse, herşey nafile. Simit satacağına uyuşturucu satmak zorunda kalan fakir halkı katletmenin de kimseye faydası yok” diyen Mendoza, sohbetimizi “Gücü sorgulamadıkça kokuşmuşluğun boyutunu anlamamız mümkün değil” sözleriyle bitiriyor.