Küba dünyaya bağlanmaya çalışıyor
Havana’da büyük otellerin duvarlarının etekleri ellerinde telefon olan insanlarla dolu. Bunlar içerdeki bedava internet ağına dahil olmaya çalışan Kübalılar. Küba, eşitsizlik üzerine kurulu vahşi kapitalizmin yarattığı sefaletle, eşitlik üzerine kurulu katı sosyalizmin sınırladığı hürriyet arasında bir yol arıyor.
Can DündarTuristik restoranların da öyle...
Barların da...
Duvar diplerinde yere oturmuş bekleyenlerin çoğu genç...
Ellerinde telefonlar var; gözleri ekranda...
Sorunca öğreniyoruz ki, bunlar içerdeki bedava internet ağına dahil olmaya çalışan Kübalılar...
“Wi-fi kuşağı” yani...
İnternet, bir süre öncesine kadar yasaklıydı Küba’da...
Bazı sitelere, -örneğin Yoani Sanchez gibi rejim muhaliflerinin sitelerine (www.14ymedio.com/etiqueta/ yoani_sanchez/), ancak dolaylı yollardan girilebiliyordu.
Şimdi internet kafelerden saati 2.5 dolara giriş var; lakin sınırlı ve pahalı... Yabancı turistleri ağırlayan otellerin ağları ise bedava... Tabii kapıdaki satıcılardan 5 dolara şifre alabilenler için...
Otelin içinde
Gençlerce kuşatılmış oteller, dışa açılmaya hazırlanan Küba’nın en somut görüntüsünü oluşturuyor.
Havana’da, yeni kuşaktaki açılım talebine eski tüfekler duyarsız değil. Bu talebin, daha doğrusu mecburiyetin farkındalar.
Yine otellerden örnek verelim ve dışına baktığımız otelin içine girelim:
Castro rejimi, 2008’den itibaren özel sektöre otel, pansiyon işletme izni verdi. Şahıslar, sadece otel de değil, berber dükkânı da işletebilecekti, taksi de...
O güne kadar bütün bu işleri devlet yapıyordu; yani taksi şoförleri, berberler, komiler, devlet memuruydu. Bu alanlarda bir serbesti tanındı.
Bu, bürokratik yapılanmada bir nevi “ilk gedik”ti.
Şimdi bir otele girdiğinizde dil bilen, turistlerle rahat ilişki kurabilen, onlara rehberlik yapan Kübalılarla karşılaşıyorsunuz.
Turizmde bu yıl yaşanan yüzde 20’lik artış ve gelen 3.5 milyon turist, bir ölçüde onlardan kaynaklandı, bir ölçüde de onlara yaradı.
Ortalama maaşın 25 dolar olduğu bir sektörde, haftalığı 1000 dolardan pansiyon kiralayanlar, kazandıkları paranın önemli bölümünü devlete verseler de nispeten varlık sahibi oldular.
Diğer varlıklılar ise Miami’de akrabası olanlar... Sürgün Kübalıların yakınlarına da 2014’ten beri para transferi imkânı tanındı. Oradan yollanan para da neredeyse ülkenin turizm gelirine denk...
Ya parasızlar
“Açılım”ın ilk şanslıları bu kesim...
Diğerleri, hâlâ çok sınırlı bir gelirle yaşamak zorunda...
Örneğin Küba’nın gözbebeği doktorlar ayda 45 dolar maaş alıyor (6 ay öncesine kadar 35 dolardı; yeni zam aldılar. Raul Castro, maaş artışını açıklarken “Üretim artmazsa diğer çalışanlar maaş artışı beklemesin” dedi.)
Üretim de artmıyor ne yazık ki...
Küba deyince akla gelen şeker kamışı, puro vs. ülkenin birincil kaynakları değil artık... Turizm de değil... 1990’ların sonunda başlayan turizm açılımında, Küba, büyük potansiyeline rağmen, güzelim kıyılarını yağmalatmamış, Antalya gibi birkaç yılda 5 yıldızlı betona gömmemişler.
Ülkenin bir numaralı ihracat kalemi nikel... İkincisi ilaç...
Dünyanın en çok ilaç patentine sahip ülkeleri arasında Küba...
Ve bu ihraç kalemi, bize bu yoksul ülkenin, madalyonunun öbür yüzünü, aydınlık yüzünü görme şansı veriyor.
Madalyonun parlak yanı
Küba’ya gelenlerin çoğu, genel hatlarıyla ikiye ayrılıyor:
Sosyalizmin son kalelerinden birini görmek isteyen idealist eski tüfekler...
Ve “Burası da çöktü” deyip fırsat kollayan uyanık rantiyeciler...
Küba’nın iki kesimi de kısmen hayal kırıklığına uğrattığı söylenebilir.
Ne idealize edilebilecek bir sosyalizm manzarası var Küba’da; ne de kollarını açmış sermaye bekleyen bir kapitalizm özentisi...
Ama gözle görülür bir yenilenme çabası ve arayış var.
Tıpta dünya devi
Küçücük bir ada devleti...
Burnunun dibinde bir dünya devi...
Ve onun yarım asır sürmüş baskısı, ablukası...
Açlığa mahkûm edilmiş Castro’nun Küba’sı bu...
Aç kalmış ama direnmiş, teslim olmamış.
Onurlu bir baba gibi, neyi var neyi yoksa çocuklarına, insanlarına harcamış.
Elindekini avucundakini eğitime, sağlığa, güvenliğe yatırmış.
O sayede sağlıklı çocukları; dilenmiyor, okuyorlar.
“ABD, dünyanın dört köşesine asker gönderir, biz doktor gönderiyoruz” diyor Castro...
Doğru...
85 bin doktoru var Küba’nın; 25 bini Küba dışında...
1000 Pakistanlı tıp öğrencisini bursla okutuyorlar.
Dünyada kişi başına düşen en çok doktor orada...
ABD’nin 3 katı..
Et, süt az, çocuk bezi sınırlı ama çocuk ölümleri, ABD’nin gerisinde...
Dünyanın en iyi yürüyen aşı programları orada; en çok yeni ilaç lisansı alan ülkelerden biri...
Halk sağlığı denince üstlerine yok. Her semtte tam teşekküllü dispanserler, sağlık ocakları var.
Tabii iyi eğitim veren kreşler, okullar da...
Acımasız kuşatmadan dolayı yoksulluk olsa da açlık yok Küba’da... Karneyle alınan yiyecekler var ama yollarda dilenen çocuklar yok.
Emekli maaşı 10 dolar; ama herkese olduğu gibi emekliye de ilaç, doktor bedava; bakımevleri, rehabilitasyon merkezleri, lokaller de...
Kültür ve spor
Kültür-sanat alanında büyük atılımdalar.
Sporda da...
Londra Olimpiyatları’nda Latin Amerika’ya en çok madalya getiren ülke oldular.
Ve 11 milyonluk nüfuslarıyla, 200 milyonluk Brezilya’yı geçtiler.
Bölge diplomasisinde -Kolombiya barışı örneğinde görüldüğü gibi- ciddi bir ağırlıkları var.
Havana’da güvenlik sorunu yok. Karaborsa var, ama mafya yok.
Bakan oğluna ayrıcalık, rüşvet, fuhuş var; ama bunlarla mücadeleyle görevli bir parti örgütlenmesi de var.
Tarikatlar, dini okullar yok, ama liberalleşmede rol oynayan, günbegün ağırlığını artıran bir kilise var.
Papa’nın ikinci ziyaretinden beri ibadet üzerindeki baskılar hafifledi. Birkaç yeni kilise yapımına da izin verildi.
Noel tatili kondu.
Seyahat hürriyeti sınırlıydı; iki yıldır Kübalılara istediği yere seyahat etmek -izne bağlı olmakla birlikte- serbest... Lakin para yok.
Gidebilenler, Miami’de akrabası olanlar... Amerikan konsolosluğu önünde kuyruk olanlar onlar...
Yani madalyonun her iki yüzünü görmek isteyenler için de bol bol malzeme var Küba’da...
Niyetine bağlı olarak...
Üçüncü bir yol mümkün mü?
Şimdi madalyonun iki yüzünü birlikte görmeye çalışalım.
Küba’yı görünce o iflah olmaz ikilem karşılıyor sizi:
O yoklukta vicdanlı bir sosyal devlet inşa edilmiş, ancak siyasal özgürlükler ihmal edilmiş.
Tek parti, tek şef, tek medya sistemi var.
Raul Castro devlet başkanı, devlet konseyi başkanı, parti başkanı, genelkurmay başkanı ve Başbakan...
Herkesin evi, işi var ama başka bir eve, başka bir işe geçmek izne tabi...
İki insanlık
İnsanlık, ortadan ikiye yarılıyor sanki:
Açlıktan ölen, sokakta dilenen çocukların “özgür ülkeleri...”
Ve karnı doyan, iyi eğitim alan çocukların “baskı rejimleri...”
Eşitsizlik üzerine kurulu vahşi kapitalizmin varoşlarda yarattığı sefaletle, eşitlik üzerine kurulu katı sosyalizmin alabildiğine sınırladığı hürriyet arasında bir yol yok mu?
Sefaletle, cehaletle mücadele ederken hürriyeti ihmal etmeyen bir medeniyet?..
Zor mu?
Üçüncü yol arayışı
Zor. Ama imkânsız değil.
Küba’da bunun bilincinde, arayışında, azminde olan partililerle tanıştık, tartıştık.
Ağır bürokrasinin sistemi tıkadığının farkındalar ama “Aynı zamanda da yozlaşmadan koruyor” diye düşünüyorlar.
Ekonomik açılımın siyasal sonuçlarından çekindikleri için son derece kontrollü gidiyorlar.
O yüzden Raul Castro “reform” lafını hiç ağzına almıyor; hep “modelin güncellenmesi”nden söz ediyor.
Güncellenen model
“Güncelleme” dediği, devletin taksicilikten, marketçilikten, otel işletmeciliğinden çekilmesi...
Ama devrimin sağlık, eğitim, sosyal güvenlik alanındaki kazanımlarının muhafaza edilmesi...
Bunu yaparken parti, çok temkinli davranıyor.
Yatırım için kapıda bekleyen girişimcilere saç yolduracak kadar temkinli...
Bu küçük adayı ve orada yarım asırdır direnen sosyalizmi hepten söndürmek, Batista devrine dönmek, oradan bir duvar sonrası Doğu Bloku manzarası üretmek için açıklarda bekleyen köpekbalıklarının farkındalar.
Küba kadın örgütlenmesinden üst düzey bir yetkili, “ABD’ye kıyılarımızı açıp her tarafa Kübalıların giremeyeceği 5 yıldızlı otel konduracaksak niye yaptık bu devrimi” diye soruyor.
Ama Havana’da birçok insan da bu çağda herhangi bir ülkeyi bürokratik diktatörlükle yönetmenin imkânsızlığını görüyor. (İlk gören Che Guevara mı olmuştu acaba? O yüzden mi “Tek ülkede devrim yetmez” deyip bakanlık koltuğunu bırakıp Bolivya’ya geçmişti?)
Bu yüzden işte, “Değişime evet, ama içeriğini ve süratini biz belirleriz” diyorlar.
Temkinli ve yavaş
Öte yandan da Raul Castro’yu geçen hafta Papa’yı -diğer devlet başkanlarından esirgediği şekilde- havaalanında karşılarken ya da önceki gün ABD’de Obama ile el sıkışırken görenler haklı olarak “Küba’da neler oluyor” diye soruyor.
Bunun Havana’daki cevabı şu:
“Çok temkinli ve çok yavaş bir ‘güncelleme’ yapılıyor.”
Fidel ölüp Raul da -vaat ettiği gibi yakında emekli olunca, bu “güncelleme” hızlanır mı; bu aşırı temkinli hava dağılır mı; Havana’nın yeni “wi-fi kuşağı” iş başına geçip Karayipler de bir Şanghay yaratma hevesine kapılır mı?
Bu risk var tabii...
Ama şans da var
Ama bu açılımın sonucunda, Moskova’nın, Pekin’in, Bükreş’in kazanıp/kaybettiklerini doğru tartıp kendine özgü yeni bir yol açma şansı da var.
Devrimin kazanımlarını yozlaştırmadan koruyan, bu hakları özgürlüklerle donatan, yeni bir model...
Küba, bu modeli yaratabilir mi?
Geldiği kavşak noktasında, içe kapanmayla vahşice açılma dışında üçüncü bir yol açabilir mi?
Devrimi güncelleyebilir mi?
Zor, ama hayali bile güzel...
YARIN: ŞU CAMİ MESELESİ