Krizin ezici yükü çıkış umudu olabilir mi?
Marksist Manifesto ile Sınıf Tavrı örgütlenmelerinin düzenledikleri, “Ekonomik kriz, Türkiye ve dünya, Türkiye ve işçi sınıfı” başlıklı iki ayrı oturumda, bilim insanları, uzmanlar, işçiler için yol haritası gelişmeleri paylaştılar.
Şükran SonerMarksist Manifesto ile Sınıf Tavrı örgütlenmelerinin, Türkiye işçi sınıfının yaşamlarını karabasana çeviren, ekonomik krize ilişkin gerçeklerle yüzleşmeleri, ortaya koyacakları sınıf tavrı, hak arama, duruş, eylem, direniş, çıkış yolları.. aramalarında verecekleri kararlar için, öncelikle ekonomik krizin, Türkiye ve dünya gerçeklerini gündeme alan bir açıkoturum düzenlediler.
Sınıf Tavrı yönetiminden Can Kayabal’ın moderatörlüğünü yaptığı oturumun ilk konuşmacısı Prof. İzzettin Önder, hiçbir şeyin tesadüf olmadığı vurgulaması ile söze girdi. Marksist, emek bakışıyla, kapitalizmin, insanı öldürür saptamasının üzerine, “Ben de diyorum ki, emperyalizm ekonomileri krize sürükler ve batırır.”
Sayısız, aralıksız büyük krizlere dönük, yaşananlar için sayılabilecek nedenlerin ötesinde belirleyicinin üretim ilişkileri olduğunun altını çiziyor. Gelişmiş ekonomilerde güçlü merkeze doğru kayışa karşı, gelişmekte olan ekonomilerin çevrede gezinerek, merkeze girmeye çalışsalar da gelişmiş ekonomilerden önce gelemiyeceklerini (o acı bir hikâye) vurgulamasıyla noktaladı.
İkinci dünya paylaşım süreçlerindeki gelişmelerden örnekler verirken, sosyal demokrasi döneminin gelişmesinde Avrupa restorasyonunda sermayenin isteklerinin belirleyiciliğinde büyük bir komünist dünyanın doğmuş olması gerçeğinin etkilerinin altını çizdi. Emekçilerin gelir seviyeleri yükselirken, sermaye kesiminin güçlü birikimi karşısında, nispi olarak fakirleştiklerinin altını çizdi. 2008 reel krizini, “Müthiş bir sermaye birikimi, müthiş bir üretim ama aynı oranda gelişemiyen bir piyasa..” olarak yorumladı. Liberalizmden neo-liberalizme geçişte, değer yaratan emeğin haklarının, sermaye çıkarları bakış açısı ile gündemden düştüğü gerçeğinin altını çizdi. Kapitalizm kendine yeni kazanç kapılarını, vergiden kaçma yollarını açarken, sosyal demokrasiden de vazgeçtiğine işaret etti.
Türkiye’yi de içine alan 2000 projesini ise “Dünya kapitalizminin daha şiddetli sömüreceği yerlere, çevreye ihtiyacı vardı” dedi. Krizleri tesadüfi değil, organik olarak tanımladı. “Kriz sistematiktir. Krizden kurtulmanın tek yolu sistemden kurtulmaktan geçer” dedi.
Doç. Bülent Hoca ise dönemin krizlerine damgası vuran gelişmeler arasında ABD-Çin ticaret savaşlarına yer verdi. İki senelik geçmişi olan gelişmeleri anlamanın çok daha zor olduğuna da işaret ederek, Trump’ın gerçeklerini, “Çin’in satın aldığı mal ve hizmetler, ABD’nin Çin’e sattığı mal ve hizmetlerin çok üstündedir” olarak özetledi.
Marksist pencereden gelişmelere bakılınca da öngörülerin özellikle “ABD gidiyor, Çin mi geliyor?” sorgulaması kapsamında çok daha karmaşık olduğunun altını çiziyor. 2018 krizinin ise çokuluslu şirketleri sıkıştırdığını söylüyor. Kâr oranlarının düşmesiyle ciddi bir rekabet ve gerilim artışının ortaya çıktığına işaret ediyor.
Krizin sermaye devlet ilişkilerine etkisini sorgulayan Prof. Ahmet Alpay ise bilim insanları arasında geçerli bir efsane söylem, eleştiri üzerinden söze girdi. Bilimsel çözümler arayışlarına dönük eleştiriler için, “Halkımızın baltalara ihtiyacı var, siz jilet takıyorsunuz” efsane olmuş suçlamayı anımsatıyor. İnsandan yana krizden çıkış yolları için çözümler arayışlarında ülkemiz ve dünya tarihinde yeri olan anlamlı birçok tartışma, çatışmalardan örnekler verdikten sonra, önemli olanın, sistemi yıkma iradesine sahip insanlarla birlikte olunmasının altını çiziyor.
Dünyada neler olduğu sorgulamasını yaparken de güncel, yaşamsal saptamalarını şöyle özetliyor: “Gelişmiş ülkeleri, Avrupa, Japonya, Amerika’yı rekabetçimiz olarak görmemiz mümkün değil. Yazılım büyük oranda açık olacak. Rus hacker’lara güveniyorum bu konuda. Amerika, Avrupa eskisi kadar para kazanamayacaklar. Yarı mamul hammaddeden kazanacakar. Ortadoğu ve Afrika’yı hammadde deposu olarak belirlemiş durumdalar ve şimdi depoyu paylaşacaklar, savaşacaklar. Paylaşmaktalar. Dolayısıyla çok kritik bir yerlerdeyiz sosyalistler olarak.”
KRİZ, SERMAYE VE İŞÇİ SINIFI
Moderatörlüğünü Marksist Manifesto’dan Hande Durna’nın yaptığı ikinci oturumun ilk konuşmacısı Prof. Gamze Yücesan Özdemir, ülkenin derin bir iktisadi ve siyasi krizin içinden geçtiği ile söze girdi. Emekçilerin şükretme eğilimleri de içinde çok dağılmış, parçalı bir konumda bu krize yakalandıklarını belirtti.
Ancak sistemin kendi kendini üretemediği koşullarda ağır yükler altında olan emekçiler için de devrimci bir anın yakalanabilmesi şansının doğduğuna işaret etti. İşçilerin içinde bulundukları örgütlü ve örgütsüz yapıların olumsuz koşullarının tanımlarını yaptıktan sonra da, gerek dünya gerekse Türkiye gerçeklerinden durum saptamalarıyla, iktisadi, siyasal, ideolojik alanlarda yapılabileceklerde önceliklerin değerlendirmelerine geçti. İktisadi yapıda kamucu, üretken planlamayla demokratikleşmiş bir üretim ve bölüşümden yola çıkılmasından söz etti.
Bağımsız antiemperyalist bir ülkede vazgeçilemez insan haklarını sıralayarak, ideolojik olarak da işçi sınıfının dilini, söylemini büyütecek bir dayanışma istedi.
Doç. Aziz Çelik ise işçi sınıfının içinde olduğu olumsuz tabloyu, bir bütünlük içinde, en çarpıcı olumsuz sonuçlarının satırbaşlarıyla bir bir sayarak, istatiksel durumları özetleyen grafikler eşliğinde izleyenlerin bilincine kazmayı seçmişti. Sayfalara sığdırılamıyacağı için, AKP döneminde işçi sınıfının durumunu “Otoriterleşen emek rejiminde, sendikal haklar, sosyal güvenlik hakları ve bireysel haklar esnetildi ve sınırlandı” olarak özetleyen saptamalarından birkaç örnek vermekle yetineceğiz.