Kriz ve Siyasette Yeni Söylem

cumhuriyet.com.tr

Kuşkusuz ülkemizin merkez solda siyaset yapan tüm siyasetçilerine, siyasi kurumlarına ve aydınlarına bu fırsatı değerlendirerek ülkemiz için yeni bir umudu yaratma açısından büyük bir sorumluluk düşmektedir. Dileriz bu kriz ülkemizin aydınlık insanları için yeni bir umudun başlangıcına dönüşür.

Francis Fukuyama 1989 yılında yazdığı “The End of History and the Last Man” adlı eserinde politik ve ekonomik liberalizmin nihai başarısını ilan etmişti. ABD’de Reagan yönetiminin danışmanlarından “Yeni Muhafazakârlık” akımının bir diğer deyişle “Neo Con”ların en önemli düşünür ve temsilcilerinden Fukuyama’ya göre Liberalizm dışında herhangi bir ideolojinin artık yaşama şansı yoktu. Liberalizmin bir gereği olarak devlet küçültülmeli, daha önce devletin yüklendiği birçok işlev piyasaya bırakılmalı, serbest ticaret güçlendirilmeli, daha az işlevli ama güçlü bir devlet yapısına geçilmeliydi.

Yine aynı yıl, Uluslararası Ekonomi Enstitüsü’nün (Institute for International Economics) kıdemli araştırmacılarından John Williamson “Washington Consensus” kavramını ortaya attı. Washington Consensus, “serbest ticaret”in yüceltilmesini savunan düşüncelerle eş anlamda kullanılan bir kavram olarak iktisat yazınına girdi. Aynı sıralarda, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla anti-komünist görüşler önemini yitirmeye başlamıştı. İşte bu boşluk döneminde “piyasanın yüceltilmesi ve serbest ticaret” Amerika’nın dünyaya ihraç ettiği en önemli ideolojik kavram haline geldi.

Williamson’a göre Washington Uzlaşması olarak da tanımlanan kavram iki kaynaktan beslenir. İlk kaynak kavramın politik özünü oluşturan Amerikan Kongresi ve yönetiminin kıdemli üyelerinin görüşleridir. Kavramın teknik ve ekonomik özünü oluşturan ikinci kaynak ise Amerikan Merkez Bankası gibi Amerikan hükümetinin ekonomik birimlerinin, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finansal kuruluşlarının ve aynı yönde çalışan çeşitli düşünce üretim merkezlerinin görüşleri ve uygulamalarıdır.

Uzlaşmanın ana ilkeleri ise deregülasyon, özelleştirme, yabancı sermaye ve ithalata açıklık (openness), sermayenin sınırsız hareketi ve düşük vergi oranlarıdır.

ABD’nin etkisi

Bu görüşler, 1980’ler sonrasında özellikle Latin Amerika ülkeleri ile ABD’nin etkisinin yoğun olduğu diğer ülkelerde egemen hale getirildi ve kısa sürede IMF ve Dünya Bankası politikaları, yönlendirmeleri ve özelleştirmeler aracılığıyla devletin piyasadaki rolü azaltıldı, serbest ticaretin etkisi arttırıldı. Böylelikle küresel düzeyde deregülasyonların ağır bastığı yani piyasa kontrolleri ve düzenlemelerin olmadığı, serbest ticarete dayalı bir piyasa ekonomisi oluşturuldu.

Serbest piyasayı kutsayan ve devletin çeşitli düzenlemeler ile karışmadığı bir piyasanın kaynak kullanımında en yüksek etkinliği sağlayacağını savunan bu yaklaşım, 2007 ortalarına kadar, özellikle ABD ve AB’de finans sektörünün bir balon gibi hızla büyümesine ve büyük kârların kazanılmasına yol açtı. Kazançların büyüklüğü kâr hırsını arttırdı. Likidite bolluğu içindeki yatırım bankaları ve sermayedarlar daha büyük risklerin altına girmekten kaçınmadılar.

Resesyona dönüştü

Dünya ekonomisinde bu büyük finansal genişleme 2006’nın ikinci yarısında ABD konut sektöründe durgunluk işaretlerinin ortaya çıkmaya başlamasıyla yeni bir döneme girmişti. Bu işaretler 2007 ortalarında morgage kredileri yatırımı yapan fonların batmaya başlamasıyla somutlaşan bir krize yol açtı. Finansal kriz kısa sürede kontrol altına alınamayan ekonomik gelişmeler ile tüm dünyada hem finans hem de reel sektörü etkileyen küresel bir krize ve resesyona dönüştü.

ABD başta olmak üzere Avrupa Birliği ülkeleri, Rusya, Japonya ve Çin dahil tüm ülkeler krize karşı ciddi ekonomik önlemler alıyorlar ve ekonomik paketleri uygulamaya sokuyorlar. Özellikle reel sektörün sorunlarını aşmak ve dünya çapındaki resesyonun engellenebilmesi için şu ana kadar dünyada ülke ekonomilerine toplam 7-8 trilyon ABD Doları dolayında bir müdahalenin yapıldığı biliniyor.

Kriz dünyamızı olduğu kadar ülkemizi de derinden etkiliyor. Ekonominin büyüme hızının azalması ve üretimin düşmesi, işten çıkarmalar ve hızla artan işsizlik, rekor düzeyde düşen borsa ve artan döviz kuru ekonomik krizin derinleştiğini gösteren önemli göstergeler. İşsizlik cinayetleri ve iflas intiharları günlük yaşantımıza damgasını vurmaya başlamış ve bu olumsuz gelişmelerin ne kadar daha ekonomimizi etkileyeceği henüz kestirilemiyor.

Duvara çarptı

Görünen o ki yaklaşık 20 yıla yakın bir süredir dünyayı etkisi altına alan liberal rüzgârların sonuna gelinmiş vaziyette. Kapitalizmin kontrol edilmeyen piyasa ekonomisi ve serbest ticareti kutsayan politikaları duvara çarpmış durumda. Küresel bir durgunluğa (resesyon) dönüşen ekonomik krizden nasıl çıkılacağı, dünya ekonomisinin yeniden nasıl canlandırılacağı yönünde kuramsal ve ideolojik tartışmalar uluslararası ekonomi gündeminin ön sıralarında.

İkinci Dünya Savaşı sonrası krizden çıkışta bir can simidi görevi gören Keynesyen ve kimi kuramcılara göre Marksist politikalar yeniden uygulamaya sokulmakta. Özelleştirme yerine devlet müdahaleleri ve kamulaştırmalar ile piyasaya çekidüzen verme çabaları tüm dünyada ağırlık kazanmakta.

Tarihi fırsat

Uzun yıllardan beri yasa tanımaz bir şekilde kârlarına kâr katan vahşi kapitalizm uygulamalarının ekonomik sahnedeki bu yenilgisi siyaset sahnesine nasıl yansıyacak ve yeni bir siyasal yapılanma ve söyleme yol açabilecek mi? Siyasetin yeni ekonomik politik söylemi ne olacak? Kapitalizmin insanı yok sayan, parayı ve kazanmayı temel alan söylemleri ve yaklaşımlarından insanı temel alan adaletçi, eşitlikçi sol ya da sosyal demokrat bir siyasal söylemin ve yapılanmanın egemen olacağı yeni bir döneme geçilebilecek mi? Sol ya da sosyal demokrat politikalar açısından krizin yarattığı bu tarihi fırsat değerlendirilebilecek mi? Kuşkusuz ülkemizin merkez solda siyaset yapan tüm siyasetçilerine, siyasi kurumlarına ve aydınlarına bu fırsatı değerlendirerek ülkemiz için yeni bir umudu yaratma açısından büyük bir sorumluluk düşmektedir. Dileriz bu kriz ülkemizin aydınlık insanları için yeni bir umudun başlangıcına dönüşür.